Читать книгу: «Genç Tulpar Hareketi», страница 3
Milli varlık endişesi, gelecek neslin durumuyla ilgili kaygılar Moskova, Leningrad ve diğer Rusya şehirlerinde okumakta olan Kazak gençlerini bir araya getirdi. Onlar genç olsalar da, halkın kaderi için kendi sorumluluklarının idrakindeydiler. Medeniyet yürüyüşünde, Kazak toplumunun geçmişini unutmadan kendisine layık yere sahip olmasını istiyorlardı. Bu hareketleriyle, insanlık tarihinde yapılan her şeyin temelinde milli varlık olduğunu gösterdiler.
Kazak halkının milli, siyasi şuurunun şekillendirilmesinin zirvesi Alaş hareketi ise, bu büyük ülküyü, kırk yıl sonra halka aktarmaya gayret eden de Genç Tulpar teşkilatı olmuştur. Murat Avezov, kendi hatıralarının birinde Genç Tulpar’ın kuruluş amacını şöyle anlatır:
“Biz, kendimizin kim olduğunu, tarihimizi bilmek istedik. Kazak ulusuna yapılmakta olan adaletsizlikleri gördük. O sıralarda Kazak okulları kapatılmaya başlamıştı. Semey Poligonu’nda nükleer denemeler yapılıyordu. Kazakistan’ın beş eyaletini içine alan “Bakir Topraklar Bölgesi” kurulup, oraya dışarıdan kaç türlü insanlar getirilmişti. Bu beş eyalet için sadece bir Kazakça gazete çıkarılırdı, o da Rusça baskının çevirisi olarak. Büyük Açlık felaketi hakkında duyduklarımız da vardı. (Ama) bunu araştırabilecek hiçbir kaynak yoktu. Sadece ata-analarımızın, yaşlıların hatıralarını dinlemiştik. Hakikatin üstünün açılmadığını gönlümüz seziyordu. Kazakların kurşuna dizilen şair ve yazarları, Alaş aydınları ve başkaları da vardı. Bütün bunlar bizim gibi heyecanlı gençlerin zihnini meşgul ediyordu. Bizim düşüncelerimiz bu şekilde oluşmaya başladı. İkinci ve üçüncü sınıftan başlayıp ekonomi okuduk. Kazakistan’ın, hammadde merkezi olmasına rağmen, sömürgecilik siyasetinin kurbanı yapıldığını idrak ettik.
Bolathan Taycan (Tayjan) , Altay Kadırcanov, Anvar Sartbayev ve ben, dördümüz bir buçuk ay içinde 46 öğrenci yurdunu dolaşıp tanıtım çalışmaları yaptık. Gittiğimiz yerlerde Bolathan ile Altay, Kazak şarkıları söyler, İlyas Jansügirov’un “Himalay” adlı şiirini okurlardı:
Rahatlar karnı tokken
Öfkelenir aç kalınca,
Sis adettir, karda kışta,
Eksik olmaz başından.
Yaraları kurtlanıp,
Yüzyıl boyunca kokuşmuş,
Bedeni dertle dolmuş…
Böyle derde em olmaz,
Can yaralı, ten hasta,
Himalaya çaresiz, zavallı.
* * *
Himalaya’da kuvvet var,
Kımıldadı onu yığmaya.
Himalaya’da ulu od var,
Bekleyip duruyor, tutuşmaya.
Himalaya’da ağılı ok var,
Kul hediye eder Hüda’ya.
Olursa olur, olduğunca…
Arzulayıp güneşle gök, imkân,
Soranlara niçin böyle?
Söyler o zaman Gımalay!
Bu şiir, Kazak gençlerinin ruhunun yücelten bir şiir oldu.
Böylece, Moskova’da okuyan Kazak gençlerini bir araya getirdik. En önemlisi, bugünkü gençlerden farkımız, düşmanımızın belli olmasıydı. O, sömürgeci Kızıl İmparatorluk’tu. Sovyetler’in diğer milletlerin kanını emen bir sömürgeci olduğunu anlamıştık. Bundan dolayı, ona karşı direniş başlattık. Özellikle yabancı ülkelerde bulunmuş, kıvrak zekâlı, siyasi ufuk sahibi bir diplomat olan Bolat Taycan’ın katılması, Genç Tulpar Cemiyeti’ni yeni bir merhaleye taşıdı.”
Her dönemin, herkese göre ortaya koyduğu sorunlar vardır. Buna göre yaşantı, tecrübe, maksat da türlü türlü olur. Genç Tulparlıların vatanın kaderi ile ilgili hedefleri belliydi. Puslu günlerin dünyasında, ne idiğü belli olmayan kavramlara aldanıp ardından yürüyenlerin sayısının çoğaldığı bir zamanda, Genç Tulparlıların siyasi arenaya çıkışı milli ruhumuzun ölmediğini gösteriyordu. Kazakların içindeki milli ruh, hiçbir zaman sönmemişti zaten.
Genç Tulparlılar, başka şehirlerde cemiyet şubelerini açmanın yanı sıra üç istikamette faaliyet gösterdiler.
Birinci istikamet, Kazakistan dışında okumakta olan Kazak gençlerine yardım etmek gibi teşkilatçılık, kardeşliğin güçlendirilmesi ve yardımlaşma meseleleriydi.
İkincisi, kış ve yaz tatillerinde Kazak köylerini ziyaret edip, ülkeyi yakından tanımak, kitlelerle doğrudan temas kurmaktı.
Üçüncü istikamet ise milliyet meselesiydi. Kütüphanelerde milli konularla ilgili kitaplar araştırılıyor, halkın geçmiş ve geleceği vb. hakkında geniş kapsamlı fikir alışverişleri yapılıyordu…
Diğer yandan, her ne kadar program, yalnızca üç istikamette faaliyet yapılmasını öngörmüş olsa da, onlar, önlerine çok boyutlu, kapsamlı hedefler de koymuşlardı. Daha da önemlisi, tarihimizin eksikliğini tamamlama, manevi kimliğimizi onarma için yollar aramayı planlıyorlardı.
Genç Tulparlılar, Alaş şair ve yazarlarının eserleriyle birlikte, Mahambet’in sanatına büyük saygıyla yanaştılar. Onlar, Mahambet’i halk adına konuşan bir yiğit, hürriyet ozanı olarak kabul ederek şiirlerini ezberlediler. “Isatay ve Mahambet” isyanını bir milli istiklal başkaldırısı olarak görüp, ilham aldılar. Mahambet’in hürriyet konusundaki coşkusu, bağımsızlığa duyduğu özlemle Genç Tulparlıların amaç ve ülküleri birbirlerini tamamlıyorlardı.
Milletin derdini dert edinip, kaybettiklerine yas tutan; onun geleceği için kaygılanıp, bu yolda pek çok zorluğa göğüs germiş olan Alaş aydınlarının hayatlarını kendilerine örnek alan Genç Tulparlılar, “şükür” diyerek yola koyuldular.
Böylece o dönemde, Kazakların içinde çeşitli meslekleri profesyonel düzeyde ifa edebilecek gençlerin sayısı arttı. Köy çocukları Almatı’ya, (Kazakistan’ın) önemli eyalet merkezlerine gidebilmek için çaba gösterirlerken, şehirlerde yaşayan Kazak aydınlarının çocukları ise, eğitim için Moskova, Leningrad19, Kiev ve Riga şehirlerine gidiyorlardı. Yetenekli gençler bilhassa da, Moskova ve Leningrad’taki üniversitelerde okuyorlardı.
Yükseköğrenimdeki gençler, halkın geleceği için boyunlarına düşen borcu yerine getirme zamanının geldiğini kavramışlardı. Genç Tulparlılar, Moskova, Leningrad, Kiev ve başka kentlerde, en güçlü eğitim veren, geçmişte şekillenip devam eden demokratik gelenekleri koruyan, ülkenin en ünlü üniversitelerinde okudular. Onların eğitim aldığı, ilişkide bulunduğu çevreler, 60’lı yılların en eğitimli, demokratik ve ileri görüşlü muhitleriydi.
Genç Tulpar Hareketi’nin ortaya çıkışında, Moskova’daki MGU (Moskova Devlet Üniversitesi), Bauman Teknik Meslek Lisesi, İletişim ve Kültür Enstitülerinde okuyan Kazak gençleri faal olarak yer alıp, çok emek sarfettiler. Bauman Teknik Lisesi’nden Bolat Hisarov, İletişim Enstitüsü’nden Anvar Sartbayev, Kültür Enstitüsü’nden Marat Baltabayev gibi mahir gençler, milletin kaderiyle ilgili çabalara büyük katkı verdiler.
Genç Tulparlılar, Alaş aydınlarının milli ülkülerini kendilerine bayrak yapmışlardı. Sanatla ilgili her şey, milli ruhun bir tezahürü olarak kabul ediliyordu. Çünkü Kazak’ın hayatı ile sanatı ikizdir! Bu sebeple, düşüncelerini insanlara sadece coşkulu sözlerle değil, halkın can sarayından çıkan türkü ve ezgiler yoluyla da aktarmaya çalıştılar.
Düşünmeden alıkoyan kölelik zihniyetinden bir an önce kurtulmanın en kısa yolunun, milli kültür ve anadilin sağlıklı şekilde gelişmesiyle doğru orantılı olduğunu da anlamışlardı. Konser gösterileri sırasında Kazakistan’ın dünü, bugünü ve yarını hakkında yapılan konuşmalar verimli ve sonuç alıcı oluyordu. Böylece, kültürel faaliyetlerden yararlanarak siyasi hedeflerini anlatabilme fırsatı elde ediyorlardı. Mahalli haber vasıtaları yoluyla da, yönetimin koyduğu yasakları aşmayı ve faaliyetlerini, Sovyetler Birliği’nin tüm köşe bucağına duyurmayı başarıyorlardı.
Genç Tulparlıların sanat kulüpleri, ilk konserlerini Moskova ve Leningrad kentlerindeki öğrenci merkezlerinde verdiler. Kazak gençleriyle birlikte başka etnik gruplara mensup öğrenciler de Kazak Eli’nin meşhur türkülerini, şarkılarını dinleyip, çok etkilendiler. İcra sırasında, söylenen türkülerin içerikleri Rusça’ya çevrilerek anlaşılmasını sağlamanın yanı sıra yakılış ve ortaya çıkış sebepleri, önemleri üzerinde de duruluyordu. Böylece zorunlu olarak ülkenin tarihine atıf yapılıyor, türkülerin “şecere”si ile ilişkilendiriliyordu. Sara Tınıştığulova, o günleri “Bir evin çocukları gibiydik” diyerek şöyle hatırlıyor:
“O zamanları unutmak mümkün mü? Moskova’daki estrada stüdyosunda şarkı okuduğum yılları hâlâ hatırlıyorum. Kazak gençleri son derece uyumlu, birlik ve beraberlik içindeydiler. Biz birbirimizle öz kardeşmişiz gibi kaynaşmıştık. Gençlerimizin başarıları karşısında bir evin çocuklarıymışız gibi birlikte kıvanç duyuyorduk. O zamana kadar gününü gün etmekle meşgul olan bazı gençler, “Genç Tulpar”ın sayesinde olgunlaşıp, arşivler ile kütüphaneleri mesken tutmaya başladılar. Biz kızlar, delikanlılarımızın başka ulus mensuplarının önünde yol gösterici lider, söz ustası olabildiğini görmekten gurur duyuyorduk. Daha önce köyden dışarı çıkmamış bizler için, “Genç Tulpar”ın faal mensupları, öz ağabeylerimiz kadar bizlere yakın oldular.
Ben, Marat Baltabayev’in sorumluluğundaki “Genç Tulpar Grubu”nun solisti oldum. Repertuvarıma birçok ulusun şarkı-türküsünü kattım. Abay’ın “Karanlık Gecede Dağ Uyuklayıp”ı, halk türküsü “Karğaş”, Şamşi Kaldayakov ile Aset Beysevov’un o yıllarda bestelenen şarkıları bizlerin âdeta sloganları haline gelmişti, sık sık ifa ediliyordu. Moskova’da iken iki kere de televizyon programına katıldım. Bu, henüz öğrenci olan bir şarkıcı için büyük şanstı. Buna, benden önce Genç Tulparlılar seviniyor, toplantı gecelerinde bana saygı ve iltifatta bulunuyorlardı. Onların bu samimi davranışları, bende, özleyip durduğum köyüm Moskova’ya taşınıp gelmiş gibi bir tesir bırakıyordu.
Yabancı bir ülkede Kazak kızlarına destek olan böyle insanlarla birlikte çalışmış olmaktan hâlâ gurur duyuyorum. Genç Tulpar cemiyeti, bana, halkımın örf-adetlerine, sanat ve edebiyatına büyük ihtiramla bakmayı öğretti. “Genç Tulpar” sayesinde halkımın kadrini öğrendim.”
Sara Tınıştığulova, daha öğrencilik yıllarında repertuarına aldığı Şamşi Kaldayakov’un “Benim Kazakistan’ım” şarkısını, hiç çıkarmadan bugüne kadar söylemeye devam etmiş bir halk şarkıcısıdır. “Benim Kazakistan’ım” şarkısının söylenmesinin altında ise bağımsızlık için mücadele ruhunun pekiştirilmesi yatıyordu.
Genç Tulparlılar, baştan itibaren ata-babaların gönlünde bağımsızlık düşüncesinin yattığını, onların bu arzularını Alaş aydınlarının hayata geçirmeye çalıştıklarını iyi kavramışlar, hürriyet uğruna yapılan başkaldırılar ve savaşlarda insanların canlarını ne için feda ettiklerini layıkıyla idrak etmişlerdi. Yetiştikleri çevreler itibariyle Genç Tulparlıların milli mefkûre duyguları ile bilinçleri çocukluktan itibaren şekillenmeye başlamıştı. Kendi tarihlerini öğrenip, diğer milletlerden fazlası olmasa bile eksiğinin de olmadığını anlamaları ise cesaretlerini daha da arttırdı. Er ya da geç, bu halkın bağımsız bir devlete sahip olacağına inandılar. Millete olan güvenleri, hayalleri ile çakışan bu eğitimli ve milliyetperver gençler, hiçbir şeyden çekinmediler. Mücadelelerinin güç kaynağı da; ana dilleri, dinleri, milli kültürleri ile gelenek ve görenekleri oldu.
Milli mefkûre, ulusun başını dik tutmak, onunla şeref duymak ise, Genç Tulparlılar bunu başarmış, Rusya’da yaşadıkları halde, gönüllerinde “Ben Kazak’ım” duygusunu yerleştirebilmiş gençlerdir. Sömürgeciler tarafından, göz açtırılmayarak, kırılıp ezilmiş, geçmişi karalanıp geleceği ipotek altına alınmış bir ülkenin gençlerinin bu kararlılığı, kahramanlıkla eşdeğerdir.
Genç Tulparlılar, öz halkının kültürünü, edebiyatını, örf-âdetini, tarihini ve anadilini küçümseyip karalayan devlet politikasına rıza göstermeyeceklerini açıkça ilan ettiler. “Kazak eli”, “Kazak yeri” denilen kavramların yok edilmesine göz yummayacaklarını gösterdiler. Kırk asırlık tarihi olan Kazak halkını, Sovyet hükümetinin yok saymasını adaletsizlik, süre gelen bir ahlaksızlık olarak tanımladılar. Kazakların yerleşik kültürel özelliklerini korumayı, ata-baba emaneti olarak kabul ettiler.
İşe, mertebemiz, diğer milletlerden aşağıda olmasın, el-yurt olalım; bu, atalarımız karşısındaki kutsal görevimizdir, boynumuzun borcudur diyerek koyuldular.
Onlar, önlerine koydukları maksatlarına ulaşacaklarına inanmışlardı. Adalet ve iyilik, er ya da geç mutlaka üstün gelir. Eğer iyiliğin tabiatı üstün olmasa, insanlığın kendisini geliştirmesi mümkün olmazdı; kendine özgü vasıfları muhafaze edip, millet olup, insani değerler inşa edemezdi.
Genç Tulparlılar, suyun akışına karşı durmaya niyetlenmişlerdi. Böyle bir tavrın, hangi toplumda olursa olsun, son derece tehlikeli bir davranış olacağı açıktır. Bundan dolayı onları, gururla, kendi dönemlerinin kahramanları olarak tanımlayabiliriz.
İnsan bilincinin en üst basamağı millet olabilmektir. Bu, binlerce yılda gerçekleşen uzun bir süreçtir. İnsanlık tarihindeki en haklı mücadele ise, milli bağımsızlık için yapılanıdır. Özgürlük için, bağımsızlık için gayret gösterme, bağımsız devlet kurma halkın ülküsüdür. Bu ülkü, “millet” denilen en kutsal, en değerli sözün kudretinden doğar.
Genç Tulpar teşkilatının diğer cemiyet ve hareketlerden farkı da, üstünlüğü de, milletin geleceğini başka bir ülke, başka bir millette değil, öz halkında arayıp, buna inanmalarındaydı. Milli karakterle yoğrulup, milli şuurlarının uyanması onları, kendi tarihimizi öğrenmeye yöneltti. Bunun eninde sonunda ama zorunlu olarak, ülkemizi bağımsızlığa ulaştıracağına inandılar.
Tarihi çarpıtan, halkı karalayan bir politikaya, bundan 60-70 yıl önce karşı durmaya çalışan gençleri birleştiren şey, milli ruhun, yüreğin gücüydü. Gençlerin sosyalist fikirlerle zehirlenen bir ülkede büyümelerine rağmen, milli ruhu kaybetmemeleri olağanüstü bir durumdu. Bu mucizevilik, Genç Tulparlıların kanına sinmiş milliyetçiliklerinden, asil geçmişlerinden kaynaklanıyordu.
Asil insanların nesli, nasıl bir akıbetle karşılaşırsa karşılaşsın her zaman asil kalır. Asalet yani insanın sahip olduğu iyi hasletler ve feraset, nesilden nesile manevi devamlılıkla aktarılır. Aslı kurt olanın nesli de kurt olur. Asalet olgusu, iyi adamın rastgele kalıplaşmayacağının göstergesi, ata-babalardan tevarüs edilen dünyevi, vicdani, psikolojik ve insani hususiyetlerin toplamıdır; çünkü “soy asma, soyuna çeker!”
Genç Tulparlılar, milli çıkarlar için ortak hareket etmeyi sadakatle ve ısrarlı şekilde devam ettirdiler. Mesela, teşkilatın adının “Genç Tulpar” konulması sırasında başka öneriler de gündeme getirilmişti. Hepsi de Alaş ideasını kendilerine bayrak yapan gençlerden bazıları, Kazak yerinin doğusu ile batısını, kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan Sarı Arka yöresi, Alaş aydınlarının en çok toplandığı bölgedir, bu sebeple adı “Sarı Arka” olsun önerisinde bulunmuşlardı. Ama Sarı Arka olarak adlandırılırsa, düşüncemiz Alaş düşüncesi, yolumuz Alaş yolu olsa da, bölünmüş gibi görünürüz, kendimizi tek bir bölge ile sınırlandırmış oluruz gerekçesiyle uygun görülmedi. Sonunda, “Tulpar”,20 at mizaçlı Kazak’ın sevimli bir deyimidir; biz genciz, bu sebeple adımız “Jas Tulpar” yani “Genç Tul-par” olsun diyerek sorun çözülmüştür.
Biz buna bakarak, Genç Tulparlıların en baştan beri hemşehricilikten, kabilecilikten uzak durduklarını söyleyebiliriz. Bu davranış onların, ata-babalarımızı bölmeye değil birleştirmeye çabalayan, yabancılara değil kardeşliğe, akrabalığa inanan hasletlerinden kaynaklanıyordu. Nitekim her zaman, “Biz Kazak çocuğuyuz, parolamız Alaş’tır” diyerek, bölünmediler; birliği, tefrikaya üstün tuttular. Ülkenin haysiyeti, tüm Kazakların itibarı, sonraki nesillerin geleceği için önlerine büyük hedefler koydular.
Kazaklar için “Er kanadı, at”tır. Yılkı21, Kazak bozkırının ikinci adıdır. Ulu bozkırı yönetmek için Kazaklara, atın yalnızca yelesi ile beli değil, toynağındaki urganı bile gerekli olmuştur. Hayatları hep atlara bağlı geçmiştir. Milli tarihi boyunca, tüm yaşantı ve düzeni ata bağımlı, “yılkı” hayvanı ile iç içe olan bir halktır, Kazak halkı. Tarihteki askeri seferler, bozkır için yapılan uzun, kanlı ve acımasız savaşlar hep at üstünde gerçekleştirilmiştir. Kazakların “İnsan, yılkı mizaçlıdır” sözü onların işte bu hayat felsefelerinden türemiştir. Anne sütü ile at sütü, bizim tarihimizin başlangıcıdır. “Argımak” yani soylu at, “jabı” yani cins olmayan at gibi sürünmez.
Tulparlar, sanat tarihimizde de büyük yer tutarlar. Bunları bilmeden bozkırı, doğduğu yeri tanıma, sevme mümkün değildir. Gençlerin, halkın hürriyeti için mücadele etmek amacıyla kurdukları cemiyetin adını, “Genç Tulpar” koymaları, kendi tarihlerini, Kazakların karakterini, zihniyet ve milli özelliklerini iyi bildiklerinin delilidir.
İngiliz bilim adamları, atların ilk kez Kazakistan’ın kuzeyinde evcilleştirildiğini ve kımızın 5500 yıldan beri içildiğini ortaya koydular. Yılkı hayvanının ilk kez evcilleştirilip, günlük ihtiyaçlar için faydalanılması, insanlık tarihini yeni bir merhaleye taşıyarak sosyo-politik gelişiminde köklü değişimler getirdi. “Botay Kültürü”22 kazılarında binlerce at kemiği bulunması, bizim ata-babalarımızın hayat sürme seviyesinin ne kadar yüksek olduğunun göstergesidir.
Şuuru berrak, zihni açık Genç Tulparlılar, Kazak halkının Avrasya bozkırlarındaki Türk halklarının temelini oluşturan en eski boy olduğunu öğrendikten sonra bunu herkese anlatmaya başladılar.
Onlar, Kazak yurdunun her köşe-bucağından toplanmış; çok yetenekli, çok yönlü ve becerikli gençlerdi. Hepsi de milliyetçiydiler. Yuvanda ne görürsen, uçtuğunda onu istersin! Her insanın kendi çocukluk dünyasına, aile terbiyesine uygun şekilde davranacağı, düşünce ufkunun buna göre şekilleneceği, hayallerinin zenginleşip genişleyeceği malumdur. Genç Tulparlıların hemen hepsi aydın, eğitimli ve soylu ailelerden çıkmış gençlerdi.
Onların fikir ve eylemleri, dönemin atmosferinin de etkisiyle kısa zamanda, ülke içinde geniş olarak yayıldı. Kazak halkının o anki durumu, kültürel-manevi hayatındaki olumsuzluklar hiç kimseyi karamsarlığa düşürmüyordu. Genç Tulparlıların faaliyetleri, milli kimlik duygusunu, şuurları canlandırıyor, kulaktan kulağa aktarılıp, Kazak ülkesinin her yerinde dikkatleri çeker hale geliyordu.
Onların sözleri her zaman doğru, icraatları her daim sağlam çıktı. Genç Tulpar Uyumu’nun ülke çapında geniş kültürel, maarifçi ve siyasi bir harekete dönüşmesi, Kazak halkının kendi geleceğine üstünkörü bakmadığını da ortaya koymuştu.
Genç Tulparlılar, kültürel-maarifçilik faaliyetlerine, 1963 yılının kışında, Rusya’nın Omsk eyaletinde Kazakların yoğunlukla yaşadıkları yerler ile (Kazakistan’ın) Jambıl eyaletinde başladılar. Yalnızca Jambıl eyaletinde 90 konser düzenleyip, 50 ayrı ders yaptılar. Yürekten bağlılık, samimiyet olursa başarılamayacak şey yoktur.
Şiirler okuyup, danslar yapıp yeteneklerini gösteren gençler, her etkinlikte halkın beğenisini kazandılar. Aralarından Horlan Rahimbekova, Jamile Namazbayeva, Klara Aşıkbeyava gibi şarkıcı kızlar çıktı. Konserlere teknik liselerde okuyan Ramazan Bapov, Düysenbek Nakipov, Ravşan Bayseyitova gibi genç yetenekler de katılıp, Genç Tulparlılar’ın saygınlığına katkı sağladılar. Jambıl’da Genç Tulparlılara, halk tarafından çok sevilen besteci Şamşi Kaldayakov da yakınlık gösterdi. Üzerine karabasan çökmüş bir zamanda, genç oğul ve kızların, başlarına gelecekleri düşünmeden halkın derdini dert edinip, cesurca Alaş aydınlarının izini takip ediyor olmalarından etkilenmişti. Şamşi Kaldayakov, Mağcan Cumabayev’in “Sen Güzelsin” şiirini besteledi. Amacı, “Nasıl olsa o kız bir güzel” diyerek, Alaşçı büyük şairi, onu arayan nesil ile buluşturmaktı. O yıllarda Mağcan’ın şiirini, “halk türküsü” diye besteleyip ülkeye yayma, kendi isteğiyle hapse girmeye talip olmak demekti.
Genç Tulparlılar, ülkede kendileriyle aynı düşünce ve duygudaki mahir gençleri saflarına çektiler. Böyle yetenekli gençlerin ilk sırasında harikulade duygulu sanatçılığıyla, dombıracı Mülkaman Kalavov (Qalavov) bulunuyordu. O, Genç Tulpar sanat grubu ile ülkeyi dolaşıp, Kazakların kutsal dombırasıyla Brahms’ın “Macar Dansı” eserini büyük ustalıkla çalıyor, halkın vazgeçemeyeceği hakiki bir sevgiliye dönüşüyordu. Halkın gönlünü kazanan mahir sanatçılar arasında Beysen Nurpeyisov, Cenis Koyşıbayev, kopuzcu Gülbarşın, Marat Bitibayev, Asiya Nurmat, Lidiya Tuleşeva, Asiya Janseyitova, Sırım Narımbayev ve Sardar Tatubayev de bulunuyordu. Bu kültürel etkinlikleri Murat Avezov, Bolathan Taycan, Altay Kadırjanov, Yer-sayın Tepenov, Asiya Muhambetova ve Amangeldi İrgebayev düzenliyorlardı.
Genç Tulpar, resmi olarak 1963 yılının kasım ayında kurulup, faaliyetine başlamakla beraber, geniş çaplı faaliyetleri 1964-1965 yılları arasında gerçekleşti. İki yıl içinde, Kazak gençlerinin eğitim gördükleri Rusya kentlerinin tümü ile Riga, Kiev ve Harkov’da şubeleri açıldı. Buralardaki teşkilat çalışmalarını Genç Tulparlılar’dan oluşan komiteler yürüttü. Genç Tulpar Cemiyeti’nin Moskova’da bulunan merkezinin yanı sıra Rusya’nın diğer şehirlerindeki şubeleri de başarılı faaliyetler gerçekleştirdiler. Özellikle, Leningrad’da okuyan öğrencilerden Sarsengali Kospanov ile Marat Sembi’nin yönettiği teşkilat oldukça faaldi. Onlar, Leningrad ile Kazakistan arasındaki dostluk ve kültürel ilişkiler tarihinin daha derinlere uzandığı, Sovyetler Birliği kurulana kadar da güçlü şekilde devam ettiği üzerinde durdular. Tarihçi Marat Sembi, Leningrad’taki “Aray” cemiyetinin kuruluşunu şöyle hatırlıyor:
“…1964 yılı kasımının dördünde, Genç Tulparlı birkaç delikanlı Leningrad’a gelecek diye haber aldık. Bu cemiyetin yapmakta olduğu işler konusunda epey malumatımız vardı. Bundan dolayı, tüm Kazak öğrenciler olarak onları karşılamanın telaşına düştük. Beklediğimiz gün, bizleri hiç bekletmeden Murat Avezov başkanlığında, aralarında Altay Kadırhanov, Bolathan Taycan ve Makaş Tetimov’un da bulunduğu bir grup insan Leningrad’a geldi.
Biz, yükseköğrenim kurumlarının hepsinde toplantılar organize ettik. Neticede, “Genç Tulpar”ın Leningrad şubesini açma yönünde mutabık kaldık. Adını da “Aray” koyduk. Başkan olarak da Sarsengali Kospanov adında, büyüklerle de küçüklerle de iyi iletişim kurabilen, çok çalışkan bir insan tayin edildi. O dostumuz, hâlâ Leningrad’da yaşıyor. Gençlik dinamizmi, delikanlılık coşkusuyla Kazak’ın derdiyle dertlenip, tasasını çekmekten yorulmadı. Şu anda da, Sankt-Petersburg ve Leningrad eyaletlerindeki Kazakların “Atamekân Kültür Merkezi”ni yönetiyor.
Biz faaliyetimize, vokal-dans topluluğu kurmakla başladık. Çok geçmeden Leningrad’daki yükseköğrenim kurumlarında, Kazak şarkı-türküleri işitilmeye, Kurmangazı ile Tattimbet’in “küy”leri çınlamaya başladı. Kazak olmaktan duyduğumuz gurur günden güne artıyordu. Öyle ki dile olan hürmet, bana da, bilhassa tam o yıllarda hâkim oldu desem, yanlış söylemiş olmam. Rus dilli yaşıtlarım da ana dillerini öğrenmeye yöneldiler. Hatta dil meselesini gündeme getirenler de onlar oldu. Niye derseniz, onlar bu varlıklarından, zenginliklerinden ayrılıp gittiler ya, çok gayretli olmaları normal! Şimdi bu olanlara hiç kimseyi inandıramazsın! Nasıl desek, Rusdilli Kazak dostlarda, emperyalist siyasetten dolayı Ruslara karşı küskünlük o dönemde yoğunlaşmıştı.
Bu durumu, kendiliğinden ortaya çıkan bir hadise diye hesap etmiş değilim. Mesela ben Rus okulunda okudum. Dilim Rusça çıktı. Sınıfımızda Oleg adında bir Rus çocuğu vardı. Bir gün çizim dersinin ev ödevini yapmadan gelmişti. Panik halinde benim çizimimi kopyaladı. Derste, öğretmen ona beş verirken, benim notumu dört yazdı. İçim yandı. Kopya, kopyadır; orijinal de orijinal. Oleg’e verilen yüksek notu ben almalı değil miydim? Öğretmen ile tartışmamın kıl kadar faydası olmadı. Yine onlar haklı çıktı. Rus olduğu için kayırıldı. Böyle şeyler bizim çocuk ruhumuzda, “büyük halk”a karşı kırgınlık, küskünlük tohumları ekilmesine yol açıyordu.
Bir gün de bir memleketlimiz, Goloşekin’in hayatta olduğunu işitmiş. Buna gerçekmiş gibi inanan Leningrad Politeknik Enstitüsü’nde okuyan Jakıp (Yakup) adlı bu kişi, “Yiğitler, o it yavrusunu nasıl öldürmemiz gerek? Onun toprağa basıp yürümeye hakkı yok!” diyerek oturanlara soran gözlerle baktı. Hiçbirimizin Goloşekin’in hayatta olmadığı konusunda şüphemiz yoktu ama Yakup’un teklifine hepimizin çeşitli cevaplar verdiğimiz hatırımda. Buna aşırı heyecanlılık, aculluk da desek; gençlerin ruh halini, yüreğinin nasıl çarptığını, kanının nasıl kaynamakta olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
“Kazak gençleri, kendilerini yetiştirmeden, iyi eğitim almadan Kazakistan’a dönmeyecek” şeklinde bir sloganımız da vardı. Dersleri zayıf öğrencilere, konunun uzmanı milliyetçe Kazak olan ağabeylerimiz özel olarak ek dersler veriyorlardı. Dönem, bizi işte böyle bir ruhta terbiyelemişti.”
Sarsengali Kospanov, Leningrad’da ders veren muallim Bolat Tursınov ile öğrenciler Erik Sadıkov, Orınbasar Iskakov, Amangeldi Nurpeyisov, Seniya Şayhina, Timur Süleymenov, Meyram Tumanov, Edvard Sadıkov, Jakıp Sekerbayev, Amangeldi Satpayev ve Sansızbay Nurkamalov gibi yetenekli gençleri etrafına topladı. Seniya Şayhina olmadan bir tek oyun-eğlence yapılmaz olmuştu. Piyanist Seniya, gençlerin övüncüne dönüşmüştü.
Matematikçi Bolat Tursunov ise ünlü bilim adamı Lev Gumilev’le, satranç oyununda eşlik edecek kadar samimiyet kurmuştu. Bolat Tursunov sayesinde Genç Tulparlılar, Lev Gumilev’le buluşup sohbet ediyor, ondan ders alıyorlardı. Bu tür imkânlardan faydalananlardan biri de Akselev Seydimbek’ti. O, birkaç kez Lev Gumilev’le şahsen görüşmüş, eski Türk kültürü, göçebelerin hayatı üzerine düşüncelerini öğrenmişti.
Leningrad’taki Aray Cemiyeti de Kazakistan’a ziyaretler düzenleyip, maharetlerini gösterip, tanıtım ve propaganda faaliyetleri yürütüyordu. Çarlık Rusyası’nın başkenti olan bu kentte okuyan Kazak gençler, kendine özgü bir siyasi ortamda yaşıyorlardı. Leningrad, bir yönüyle “devrimin beşiği” ise diğer taraftan da büyük bir kültür merkezi, aydın kesimin geçmişle bağlarını koparmayıp, tarihini özenle saklamayı bildiği bir kentti. Hatta çarların icraatlarının adil bir şekilde değerlendirildiği, onların yaptıkları anıtların yıkılmadan korunup, geçmişine saygı göstererek müzeler kurulan bir şehirdi. Kültür ve edebiyatı yüceltip, başkalarına örnek olan bu kentte yaşayan gençler bütün bunları görüyor; akıllarını, gece-gündüz, “Bizim hanlarımız, tarihi birikimimiz, ata-babalarımızdan kalan mirasımız nerede” şeklinde bir düşünce kurcalıyordu.
Genç Tulpar mensupları arasında, Moskova ve Leningrad okuyan gençlerin daha faal oluşlarının bir gerekçesi, bilgi düzeylerinin yüksekliğinin de kendine özgü sebepleri vardı. Moskova, sıradan bir şehir, bir başkent değil, bir eğitim ve bilim merkeziydi. Dün, Alihan Bökeyhanov’ların, Sancar Asfendiyarov’ların üniversitelerinde ders gördüğü, kitaplar yazdıkları; Smağul Saduvakasov’ların, Gani Muratbayev’lerin eğitim alıp, eserlerini kaleme aldıkları yerdi.
Leningrad’ın ise, Kazak halkı nezdinde apayrı bir yeri vardır. Şokan (Çokan) Valihanov, sokaklarında dolaşmış; Gubaydulla Cangirov, Çar II. Aleksander’ın emir subayı olarak burada görev yapmıştır. Muhtar Avezov, Alkey Margulan’lar eğitimlerini bu kentte geliştirmişlerdir. Dünkü Vatan Savaşı’nda (2. Dünya Savaşı) Leningradlılar, Dmitri Şostakoviç’in senfonisini dinlerlerken, peşisıra, Jambıl Jabayev’in “Leningradlı Öncülerim” şiirini okuyorlardı. Alia Moldagulova gibi Doğu’nun kahraman kızları da bu kentte yetişmişlerdir.
Elbette, Moskova ve Leningrad kentlerindekilerin hepsi Kazak halkının büyüklüğünü, baturluğunu biliyorlardı. Kazak’ı Kazak yapan Mağcan Cumabayev’in, büyük yetenek sahibi Külaş Bayseyitova23 gibi bülbüllerimizin gezip geçtiği yerlerin izsiz kalması mümkün müydü? Alaş aydınlarının ruhunun dolaştığı bu şehirde yaşayan Kazak gençleri de, işte o yüksek seviyeye ulaşmaya gayret ettiler.
Leningrad, Kazak aydınlarının demokratik mizaçlarının da şekillendiği özel bir kenttir. Mustafa Çokay, Alihan Bökeyhanov ve başkalarının, tahsil görmenin yanı sıra siyasi tecrübe de kazanarak hayat okulundan geçtikleri yerdir.
Leningrad, Kazakistan’a, üç tamgeneral’den24 ikisini de veren şehirdir.
Onların ilki, Balkan Savaşı kahramanı, Rus ordusunun muhabere birliğinin kurucusu, İmparator 2. Aleksander’ın en sevdiği emir subayı olan Gubaydulla Cangirov – Cengizhan-dır. Bu tarihi şahsiyet, Kazak topraklarının yağmalanmasına, devletleştirilmesine, satılıp yok edilmesine yol vermemiştir. Çarlık Toprak Komisyonu üyesi sıfatıyla, General Skobelev gibi çok yakın dostları ile birlikte Kazak topraklarının parçalanmasına karşı çıkmış, devlet mülküne geçirilmesine engel olmuştur. Ayrıca Petersburg’daki cami yaptırma komitesinin de aktif bir üyesiydi. Yine, 1884 yılında, Gubaydulla Cangirov’un çabalarıyla Kazakistan’da bürokratik işlemler, Tatar dilinden Kazak diline çevrilmiştir.
İkinci tamgeneral, Lavr Kornilov idi. Karkaralı’da doğmuştur. Annesi Külşara, Kazak kızıdır. Kornilov, Rus ordusunun kolbaşısı yani başkomutanı olmuş, Beyazlar hareketinin liderliğini yapmıştır.
Üçüncüsü ise, ordu generali Sağadat Nurmağambetov’dur.
Zamanında Kazak aydınlarının eğitim gördükleri, çalışıp ömür sürdükleri, havasını teneffüs ettikleri Moskova, Leningrad gibi kentlerde, gençler kendilerini iyi yetiştirdiler, bilgi seviyeleri çok yüksek oldu. Özellikle Stalinist “demir perde”nin yırtılmaya başladığı o yıllarda bu şehirlerde, Sovyetler Birliği için reformlar hazırlanıp, toplumu değiştirecek hareketler organize ediliyordu. En önemlisi de buralarda, Stalinist tek kişiye tapınmacılığı ifşa etmeye gayret ediliyor; gerçek, demokratik gelenek ve kurallar çerçevesinde halkın şuuruna sindirilmeye çaba gösteriliyordu. Bunlar, komünist diktatoryanın tam bir kıskacına alınmış bir cumhuriyetten (Kazakistan) gelen gençlerin milli şuurlarının uyanmasına ve yeni bir düzeye yükselmesine etkide bulundu. Milli hareketlerin önem ve gerekliliğini anlamalarını sağladı.
Kazak gençlerinin eğitim aldığı bir diğer önemli şehir de Ukrayna’nın başkenti Kiev’di. Eski bir kültüre sahip Kiev, tarihte Rus Kiev’i adıyla ünlenmişti.
Kiev’in de, gençlerin kendilerini yetiştirmelerinde özel bir yeri vardır.
Ukrayna, Moskova idaresinden hoşnutsuzluğunu her zaman açık olarak gösteriyordu. Kazakistan ile Ukrayna arasında ise yakın ilişkiler vardı ve bunun gençler üzerinde büyük etkisi olmuştur. Taras Şevçenko’nun Kazak ülkesinde devam eden yaratıcılığı da iki ülkeyi yakınlaştırıyordu. Genç Tulpar teşkilatının Kiev şubesinde Kaşakbay Yelevov, Serik Şartıkov, Orınbasar Kaşkınbayev, Kıdırgali Baybekov, Altınay Bertelevova, Turdıbek Sadıkov, Maydan Satkaliyev, Bahıt Ceksenbiyev vb. Kazak oğul ve kızları aktif olarak çalıştılar. Kiev’deki Genç Tulparlılar, sadece Kazakistanlı Kazak gençleri değil, diğer yabancı ülkelerin vatandaşı Kazak öğrencileri de içlerine almışlardı. Sloganları, “Aynı beşikteki Kazak çocuğuyuz!” idi. Onların saflarına Moğolistanlı Turusbek Ayathan, Jaksılık Kusmankızı gibi gençler de katılarak, Kazakistan’ın bağımsızlık mücadelesine katkıda bulundular.
Бесплатный фрагмент закончился.
Начислим
+3
Покупайте книги и получайте бонусы в Литрес, Читай-городе и Буквоеде.
Участвовать в бонусной программе