Monte Kristo Kontu

Текст
0
Отзывы
Читать фрагмент
Читайте только на ЛитРес!
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
  • Чтение только в Литрес «Читай!»
Monte Kristo Kontu
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

1

1815 yılının 24 Şubat günü, Marsilya’daki gözetleme kulesinden; İzmir, Trieste ve Napoli’ye uğrayarak Marsilya’ya gelen üç direkli Firavun yelkenlisinin limana girmek üzere olduğu haber verildi.

Bir geminin -hele bu gemi Firavun gibi Marsilya’da yapılmış, donatılmış ve Marsilyalı bir gemi sahibinin malı ise- gelmesi şehirde daima büyük bir olay sayıldığı için, rıhtım çabucak her zamanki meraklı kalabalığı ile doldu.

Gemi; gabya, flok ve trinketa yelkenlerinin yardımı ile ilerliyor fakat o kadar yavaş ve kasvetli bir şekilde yol alıyordu ki rıhtıma toplanıp yelkenlinin yaklaşmasını seyredenler, içgüdüleri ile bu hâlde bir felaket sezinleyerek geminin nasıl bir kaza geçirmiş olabileceğini merak etmeye başladılar. Kalabalık içindeki tecrübeli gemiciler ise geminin bir kaza geçirmiş olmadığını hemen anladılar çünkü gemide en ufak bir hasar yoktu. Gemiyi limanın ağzındaki dar geçitten geçirmeye hazırlanan kılavuzun yanında genç bir adam duruyor, uyanık bakışlar ve birtakım hızlı davranışlarla geminin seyrini kontrol ediyor ve kılavuzun talimatlarını tekrar ediyordu.

Rıhtımdaki kalabalığın üstüne çökmüş olan şüpheli merak, içlerinden birine çok tesir etmiş olacaktı ki o kişi, geminin limana girmesini bekleyemedi. Bir kayığa atladı ve kayıkçıya, Firavuna doğru kürek çekmesini söyledi.

Bu adamın kendilerine doğru geldiğini gören kılavuzun yanındaki genç denizci, yerinden ayrıldı; şapkasını eline alarak geminin bordasına geldi. Yirmi yaşını geçmemiş, uzun boylu, ince yapılı bir gençti. Gözleri kara, saçları abanoz gibi siyahtı. Bütün davranışlarında, çocukluklarından beri türlü tehlikelerle karşılaşmaya alışkın olanlara has soğukkanlı, metin bir hâl vardı.

Kayıktaki adam, “Ne oldu Dantés?” diye seslendi. “Nedir geminin bu kasvetli hâli?”

“Büyük bir talihsizlik Mösyö Morrel! Cesur kaptanımız Leclére’yi Civita Vecchia açıklarında kaybettik!”

Gemi sahibi endişeyle sordu: “Yük nasıl?”

“Yük sağlam. Malları görünce memnun olacaksınız fakat zavallı Kaptan Leclére…”

Geminin sahibi rahatlamıştı.

“Ne oldu peki Kaptan Leclére’ye?” diye sordu.

“Beyin humması… Çok ızdırap çekti. Baş ucuna ve ayaklarının dibine birer top güllesi koyarak branda yatağına sardık. Şimdi Giglio Adası açıklarında büyük bir sükûnet içindedir.”

Genç adam üzgün üzgün gülümseyerek devam etti: “Dünya işte… Sen on yıl İngilizlerle dövüş bir şey olmasın da herhangi bir kimse gibi yatağında öl…”

“Hep öleceğiz Dantés ama yaşlılar daha önce ölmeli ki gençlere yer açılsın. Yoksa kimse mesleğinde ilerleyemez.”

Gemi, Yuvarlak Kule’nin önünden geçerken genç denizci emir verdi: “Gabya, flok ve trinketalar istingaya hazır olsun…”

Sanki bir harp gemisinde imiş gibi emir hemen yerine getirildi.

“İstinga!”

Son emir üzerine bütün yelkenler indirildi. Geminin hızı iyice düşürüldü.

Gemi sahibinin sabırsızlandığını gören Dantés, “Mösyö Morrel, eğer gemiye çıkmak isterseniz kâtibiniz Mösyö Danglars ile konuşabilirsiniz.” dedi. “Kamarasından çıktı geliyor. İstediğiniz bütün bilgiyi size verebilir. Ben tayfaların başına gideyim.”

Gemi sahibi ikinci bir davet beklemedi. Dantés’nin attığı ipi yakaladı. Gemiye yaklaşarak değme gemicilere taş çıkartacak bir çeviklikle, teknenin kenarından sallandırılmış ip merdiveni tırmandı. Danglars gemi sahibini karşılarken Dantés de işinin başına gitti.

Kâtip yirmi beş yirmi altı yaşlarında, üzgün yüzlü, üstlerine karşı riyakâr, astlarına karşı da gururlu bir adamdı. Gemi mürettebatı Edmond Dantés’yi ne kadar seviyorsa ondan da o kadar nefret ediyordu.

Danglars, “Tabii başımıza gelen felaketi duydunuz Mösyö Morrel.” dedi.

“Evet duydum. Zavallı Kaptan Leclére! Cesur ve şerefli bir insandı.”

“Aynı zamanda da fevkalade bir denizci. Ömrü gökle deniz arasında geçen, Morrel ve Oğlu gibi önemli bir firmanın, menfaatleri kendisine emanet edilen insan da öyle olmalı.”

Demir atmaya hazırlanan tayfaların başındaki Dantés’ye bakan gemi sahibi “Bana kalırsa bir insanın işini iyi yapabilmesi için muhakkak yaşlı olması lazım değil Danglars.” dedi. “Mesela Edmond’nun hiç de nasihate ihtiyacı yok artık.”

Danglars nefretle Dantés’ye göz atarak cevap verdi: “Evet. Dantés genç ve gözü pek. Kaptan ölür ölmez kimseye danışmak lüzumunu bile duymadan kumandayı ele aldı. Doğru Marsilya’ya gelmemiz gerekirken bizi bir buçuk gün Elba Adası’nda oyaladı.”

“İkinci kaptan olduğu için kumandayı ele alması vazifesidir ama geminin tamire filan ihtiyacı olmadan bir buçuk gün Elba Adası’nda oyalanması doğru değil.”

“Geminin hiçbir şeye ihtiyacı yoktu Mösyö Morrel. Elba’da bir buçuk gün oyalanmamız Dantés’nin kaprisinden başka bir şey değil. Karaya çıkmak esti aklına, ondan.”

Morrel, genç adama dönerek seslendi: “Dantés biraz gelir misin lütfen?”

“Şimdi efendim. Bir dakika müsaade edin.” Sonra gemicilere dönerek emir verdi: “Mayna!”

Çapa bırakıldı. Çapa zinciri gürültü ile boşaldı. Dantés, gemi sahibinin yanına geldi.

“Elba Adası’nda neden durduğunuzu öğrenmek istedim Dantés’’

“Kaptan Leclére’nin bir emrini yerine getirmek için durduk. Mareşal Bertrand’ya teslim edilmek üzere bir paket vermişti bana Kaptan Leclére ölürken.”

“Mareşali gördün mü Edmond?”

“Evet.”

Morrel etrafına baktı. Sonra Dantés’yi bir kenara çekti. Merakla “İmparator nasıl?” diye sordu.

“İyi idi. Ben mareşalin odasındayken o da saraya geldi.”

“Konuştun mu onunla?”

Dantés gülümsedi.

“O benimle konuştu.”

“Ne dedi?”

“Nereden gelip nereye gittiğimizi, yükümüzün ne olduğunu sordu. Öyle sanıyorum ki eğer gemi boş olsaydı ben de geminin sahibi olsaydım, gemiyi satın almak isteyecekti. Ben geminin Morrel ve Oğlu firmasına ait olduğunu, benim de gemi kaptanı olduğumu söyledim. ‘O firmayı biliyorum. Morrel’Ier babadan oğula gemi sahibidirler. Ben de Valence’tayken alayımda bir Morrel vardı.’ dedi.”

Morrel neşelendi.

“Doğru. Bahsettiği Morrel, amcam Policar Morrel’dir. Sonra yüzbaşı olmuştu.”

Dantés’nin omzunu dostça okşayarak ilave etti: “Kaptan Leclére’ninemrini dinleyerek Elba Adası’nda durduğuna iyi ettin fakat mareşale bir paket verdiğin ve imparatorla konuştuğun duyulursa başına bir iş açılabilir.”

“Nasıl bir iş? Pakette ne olduğunu bile bilmiyorum. Sonra benim yerimde kim olsaydı imparator ona da aynı şeyleri soracaktı. Müsaadenizi rica edeceğim efendim. Karantina ve gümrük memurları geldi.”

Dantés uzaklaşır uzaklaşmaz Danglars gemi sahibinin yanına geldi.

“Elba Adası’nda oyalanmamız konusunda sizi ikna etti galiba?”

“Evet Mösyö Danglars.”

“Memnun oldum. Bir arkadaşın, vazifesini kötüye kullandığını görmek daima üzücüdür.”

“Dantés vazifesini kötüye kullanmamıştır. Ona Elba Adası’nda durma emrini veren Kaptan Leclére’dir.”

“Kaptan Leclére dediniz de aklıma geldi; Dantés size, onun bir mektubunu verdi mi?”

“Hayır. Böyle bir mektup mu var?”

“Öyle sanıyorum ki Kaptan Leclére bu mektupla beraber ona bir de paket verdi.”

“Nasıl bir paket Danglars?”

“Dantés’nin Elba Adası’nda bıraktığı paketi.”

“Dantés’nin Elba Adası’nda bir paket bıraktığını sen nereden biliyorsun?”

Danglars kızardı.

“Ben geçiyordum. Kaptanın kamara kapısı da aralıktı. Onun Dantés’ye bir paketle bir mektup verdiğini gördüm.”

“Bana bir şeyden bahsetmedi ama böyle bir mektup varsa vereceğinden eminim.”

Danglars bir an sustu. Sonra “Lütfen bundan Dantés’ye bahsetmeyin Mösyö Morrel.” dedi. “Belki de yanılıyorum.”

O sırada Dantés geldi. Danglars da oradan uzaklaştı. Gemi sahibi sordu: “Artık işin bitti mi Dantés?”

“Evet efendim.”

“Bizimle yemeğe gelir misin?”

“Özür dilerim Mösyö Morrel, babam bekler. Beni yemeğe davet ettiğiniz için size minnettarım.”

“Hakkın var Dantés. Sen iyi bir evlatsın ama babanı gördükten sonra seni bekleriz.”

“Sizden tekrar özür dilerim Mösyö Morrel. Bu ziyaretten sonra, benim için aynı derecede önemli bir ziyaretim daha var.”

“Ooo tabii! Seni baban gibi sabırsızlıkla bekleyen biri daha olduğunu, güzel Mercédés’i az daha unutuyordum. Sen akıllı bir gençsin Edmond. Sevgilin çok güzel bir kız.”

Genç denizci büyük bir ciddiyetle “O benim sevgilim değil efendim.” dedi. “Nişanlım.”

Morrel güldü.

“İkisi de aynı kapıya çıkar bazen.”

“Bizimki öyle değil efendim.”

“Peki. Seni daha fazla tutmayayım. Sen benim işlerimi öyle iyi hallettin ki ben de sana kendi işlerini görmen için mümkün olduğu kadar zaman vermek istiyorum. Bana söyleyeceğin başka bir şey var mı?”

“Hayır.”

“Kaptan Leclére bana verilmek üzere bir mektup filan bırakmadı mı?”

“Mektup yazacak hâlde değildi efendim. Şimdi aklıma geldi; sizden on beş gün izin isteyeceğim.”

“Evlenmek için mi?”

“Önce o… Sonra da Paris’e gitmek için.”

“Sana istediğin kadar izin Dantés. Yükü boşaltmamız için en az altı hafta ister. Ondan sonra da üç dört aydan önce de tekrar denize açılamazsınız ama üç ay sonra burada olman lazım.”

Genç denizcinin omzunu okşayarak devam etti: “Kaptanı olmadan Firavun yola çıkamaz.”

Gözleri sevinçten ışıl ışıl olan Dantés “Kaptan mı dediniz?” dedi. “Beni Firavun’un kaptanı mı yapmak istiyorsunuz?”

“Eğer tek başına karar verecek durumda olsaydım elini sıkar evet derdim, azizim Dantés ama bir ortağım var. Sen o İtalyan atasözünü bilir misin? ‘Ortağı olanın patronu var demektir.’ der. Gelgelelim sen şimdi iki oydan birine sahip olduğun için iş yarı yarıya bitmiş sayılır. Öbür oyu alma işini de bana bırak. Bunun için elimden geleni yapacağım.”

Dantés, gözleri dolu dolu, gemi sahibinin ellerine sarılarak “Oh Mösyö Morrel!” dedi. “Size babam ve Mercédés adına da teşekkür ederim.”

“Bir şey değil Dantés. Babanı, Mercédés’i gör. Sonra da gel beni gör.”

 

“Sizi karaya çıkarmayayım mı?”

“Hayır, teşekkür ederim. Ben gemide kalıp Danglars ile hesaplara bakacağım. Danglars’dan memnun kaldınız mı Dantés?”

“Bu, sorunuzda ifade etmek istediğiniz hususa göre değişir efendim. Eğer ondan bir arkadaş olarak memnun kalıp kalmadığımı soruyorsanız cevabım hayır olacak. Öyle sanıyorum ki; yaptığımız küçük bir kavgadan ve benim teklif etmekle hatalı olduğum, onun da bu teklifi kabul etmemekle haklı olduğu; Monte Kristo Adası’nda on dakika durarak bu meseleyi halletmek gibi budalaca bir teklifte bulunduğum günden beri Danglars benden nefret ediyor ama ondan bir kâtip olarak memnun kalıp kalmadığımı soruyorsanız, aleyhinde söyleyecek hiçbir sözüm yok. Yaptığı işten çok memnun kalacaksınız.”

“Firavun’un kaptanı olsaydın onu yanında bulundurur muydun?”

“Kaptan yahut ikinci kaptan, ne olursam olayım patronlarımın güvenini kazanmış kimselere karşı daima saygım olacaktır.”

“Çok güzel Dantés. Sen her bakımdan mükemmel bir insansın. Seni daha fazla tutmayayım. Gitmek için nasıl sabırsızlandığını biliyorum.”

“Sizin kayığınızla gidebilir miyim?”

“Tabii Dantés!”

“Hoşça kalın Mösyö Morrel. Size bütün kalbimle teşekkür ederim!”

Genç denizci kayığa atlayarak kıça oturdu. Kayıkçıya, kendisini Canebiére’ye götürmesini söyledi. Karaya çıkıp kalabalık arasında kayboluncaya kadar gemi sahibi gülümseyerek arkasından baktı. Geri döndüğü zaman arkasında, kendisi gibi genç denizcinin hareketlerini takip etmiş olan Danglars’yı gördü fakat Edmond Dantés’nin arkasından bakarlarken ikisinin de yüzlerindeki ifade başka başka idi…

2

Nefret şeytanının elinde esir olarak gemi sahibinin kulağına arkadaşı aleyhinde üstü kapalı ithamlar mırıldanmaya gayret eden Danglars’yı bırakarak; Canebiére’yi boydan boya geçtikten sonra Rue de Noailles’ye dönen, Allées de Meilhan’nun sol tarafındaki küçük bir eve giren, dört kat karanlık merdiveni koşar gibi çıkarak küçük bir odanın içinin göründüğü yarı açık bir kapının önünde duran Dantés’yi takip edelim. Bu yer, Dantés’nin babasının yaşadığı odadır.

“Baba… Canım babacığım!”

Yaşlı adam bir feryat kopararak yüzünü kapıya çevirdi. Sapsarı bir yüzle, titreye titreye kendini oğlunun kollarına bıraktı. Genç adam merakla sordu: “Neyin var baba? Hasta mısın?”

“Hayır, hayır Edmond, oğlum. Hayır yavrum. Seni hiç beklemiyordum da… Böyle birdenbire karşımda görünce sevinçten…”

“Fakat sevincin kimseye kötülüğü dokunmaz derler baba… Onun için karaya ayak basar basmaz doğru buraya geldim. Çok şükür sağ salim döndüm. Artık hep beraber çok mesut olacağız.”

“Fevkalade, fevkalade oğlum! Fakat nasıl mesut olacağız? Artık benden hiç ayrılmayacak mısın? Bana bu güzel talihten bahsetsene.”

“Başka birinin ölümü yüzünden bana gülen talihe sevindiğim için Tanrı kusurumu affetsin ama durum bu. Ben de buna sevinmezlik edemiyorum. Kaptan Leclére öldü. Onun yerine geçeceğim gibi görünüyor. Gözünün önüne getirebiliyor musun baba? Yirmisinde bir kaptan! Yüz lui aylık, kârdan hisse… Bu benim gibi fakir bir gemicinin hayal edebileceğinden de fazla bir şey değil mi baba?”

“Evet oğlum. Çok talihliymişsin.”

“Elime geçecek ilk para ile sana bahçeli, küçük bir ev almak istiyorum… Ne oldu baba? Hiç iyi görünmüyorsun.”

Yaşlı adam “Bir şey değil geçer.” dedi.

Fakat kendine hâkim olamayarak geriye doğru sendeledi.

“Sana bir bardak şarap vereyim baba. İyi gelir. Nerede şarap?”

Yaşlı adam kendine hâkim olmaya çalışarak cevap verdi: “İstemez Edmond.”

“Hayır, hayır ister. Söyle bana, nerede şarap?”

Dolapları karıştırmaya başladı.

“Boşuna arama Edmond. Şarabım yok.”

Edmond sapsarı bir yüzle babasının çökmüş avurtlarına ve boş raflara bakarak “Yok mu?” dedi. “Parasız mı kaldın baba?”

“Sen geldin ya artık bir şeye ihtiyacım yok Edmond.”

“Fakat… Fakat üç ay önce yola çıkarken sana iki yüz frank bırakmıştım baba…”

“Evet bıraktın Edmond fakat komşumuz Caderousse’a olan küçük bir borcunu unutmuşsun. Caderousse bana borcu hatırlattı. Eğer parayı vermezsem gidip Mösyö Morrel’le konuşacağını söyledi. Senin için kötü olur diye korktum ve parayı verdim.”

“Benim Caderousse’a borcum yüz kırk franktı baba. Bu parayı sana bıraktığım iki yüz franktan mı verdin?”

Yaşlı adam, tasdik etti.

“Üç ay, geri kalan altmış frankla mı yaşamaya çalıştın? Tanrı’m beni affet!”

“Sen geldin ya artık düşünme bunları Edmond.”

“Evet geldim. Hem biraz param var hem de iyi bir geleceğim. Al şunları da bir şeyler aldır baba.”

Ceplerini masaya boşalttı. On iki altın; beş altı gümüş frank ve ufak paralar masanın üstüne döküldü. Yaşlı adamın yüzü aydınlandı.

“Kimin bunlar Edmond?”

“Benim… Senin… Bizim… Ne istersen aldır baba. Üzülme, yarın daha da getiririm. Gemide, senin için aldığım kaçak kahve ve nefis bir tütün var. Yarın getiririm. Biri geliyor galiba?”

“Caderousse sana hoş geldin demeye geliyordur.”

“Onunla hiç de aklımdan geçtiği şekilde konuşamayacağım. Gelsin bakalım. Bize vaktiyle iyiliği dokundu.”

Bir müddet sonra Caderousse içeri girdi. Yirmi beş yaşlarında, siyah saçlı ve kara sakallı bir adamdı. Terzi olduğu için kolunda bir ceket astarı vardı. Otuz iki dişini gösteren bir gülümseme ve ağır bir Marsilya şivesi ile “Demek döndün Edmond!” dedi.

Dantés, soğukluğunu gizlemeye çalışarak cevap verdi: “Evet döndüm. Sana bir faydam dokunabilir mi acaba?”

“Teşekkür ederim. Hiçbir şeye ihtiyacım yok. Daha ziyade başkaları bana muhtaç olur.”

Edmond kapıya doğru yürüdü.

Caderousse devam etti: “Seni kıracak bir şey söylemek istemedim Edmond. Ben sana borç vermiştim, sen de ödedin. Ödeştik.”

“Biz, bize iyilik etmiş kimselerle ödeşmiş olmayız. Para değilse bile minnet borçluyuzdur onlara.”

“Ne lüzum var bu laflara Edmond? Geçmiş geçmiştir. Şimdi yeni durumumuzdan bahsedelim. Limanda dostumuz Danglars’yarastladım. O haber verdi. Şimdi Morrel’lerde iyi bir mevkin olduğunu da söyledi fakat Mösyö Morrel’in yemek davetini reddetmeyecektin. Bir insan kaptan olmak istiyorsa gemi sahibini biraz koltuklamalı.”

“Böyle bir şeye lüzum kalmadan kaptan olmak istiyorum ben.”

“Daha iyi tabii. Bütün arkadaşların seni muvaffak olmuş görmekten sevinirler. Hele bir isim biliyorum ki bundan hiç de üzgün olmayacaktır.”

Yaşlı adam, “Mercédés mi?” diye sordu.

Edmond, “Evet baba.” dedi. “Seni görüp iyi olduğunu öğrendim. Müsaade edersen şimdi gidip Mercédés’i göreyim.”

Babasını öptü. Caderousse’a selam verdi. Çıktı.

Caderousse biraz daha durdu. Edmond’nun babasından müsaade isteyerek o da çıktı. Aşağı indi. Kendisini beklemekte olan Danglars ile buluştu.

“Nasıl?” dedi. “Kaptan olma ümidinden bahsetti mi sana?”

“Ümitle değil; bu iş olmuş gibi konuştu. Daha şimdiden bir gurur da gelmiş. Sanki büyük bir adammış gibi, bana ne gibi bir faydası dokunabileceğini sordu.”

“Mercédés’i seviyor mu hâlâ?”

“Hem de nasıl… Onu görmeye gitti şimdi ama eğer yanılmıyorsam tatsız bir sürprizle karşılaşacak.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Pek emin değilim ama Mercédés ne zaman şehre inse yanında daima iri yarı, genç bir Katalanyalı var.”

“Şimdi Dantés, Mercédés’i görmeye mi gitti?”

“Evet. Benden az önce çıktı.”

“Gel biz de gidelim. La Reserve’de oturur, şarap içerek haber bekleriz.”

“Kim haber getirecek bize?”

“Yol üstünde olacağız. Dantés’nin yüzünden anlarız ne olduğunu.”

“Gidelim haydi! Ama şaraplar senden.”

“Tabii benden!”

İki arkadaş hızla çıktılar.

3

Danglars ve arkadaşının şarap içtikleri yer, Katalanların köyüne yüz adım kadar uzaklıkta idi.

Bir gün esrarengiz bir grup, İspanya’dan yola çıkmış ve şimdi oturdukları yere yerleşmişlerdi. Provans eyaletinde konuşulan lehçeyi bir parça bilen başkanları, Marsilya hükûmet makamlarına müracaat ederek yerleştikleri bu kıraç kıyının kendilerine verilmesini istemişti. Marsilya hükûmet makamlarınca bu istek kabul edilmiş ve gemilerle açık denizden gelmiş olan bu Çingeneler üç ay içinde orada küçük bir köy kurmuşlardı. Şimdi aradan üç yahut dört yıl geçmiş olmasına rağmen bunlar yerlerini bırakmamışlar ve Marsilya halkına karışmamışlardı. Yalnız kendi aralarında kız alıp veriyorlar, ana vatanlarının âdetlerini değiştirmiyorlar, kendi dillerini konuşuyorlardı.

Bu küçük köyün tek yolunun üstündeki evlerden birinde kuzguni siyah saçlı, ceylan gibi tatlı bakışlı bir genç kız duvara dayanmış duruyordu. Karşısındaki sandalyede yirmi yaşlarında genç bir adam oturuyor, sandalyesinde sinirli sinirli sallanarak huzursuz bir şekilde ve kızgın kızgın genç kıza bakıyordu. Bakışları soru dolu idi fakat tamamıyla, genç kızın kendinden emin, sabit bakışlarının tesiri altında idi.

“Bak Mercédés!” dedi. “Paskalya geldi. Evlenmek için bundan iyi zaman olur mu? Cevap ver bana.”

“Sana yüz defa cevap verdim Fernand. Ne bekliyorsun hâlâ sormaktan. Sana hiç cesaret verdim mi? Kaç defa söyledim sana ki benim için bir kardeşten farkın yoktur. Demedim mi? Seninle evlenmemi bekleme, kalbim bir başkasına ait demedim mi? Her zaman böyle demedim mi sana?”

“Evet. Benimle her zaman zalimce bir samimiyet içinde oldun.”

“Hem benim gibi, neredeyse üstüne yıkılacak bir kulübesinden başka bir şeyi olmayan fakir, kimsesiz bir kızla evlenip ne yapacaksın?”

“Fakirliğin beni ilgilendirmez Mercédés. Seni, en büyük gemi sahibinin yahut Marsilya’nın en zengin adamının kızına tercih ederim. Bir erkeğin bütün arzusu namuslu iyi bir ev kızı ile evlenmektir. Ben senden iyisini nerede bulurum Mercédés?”

Mercédés başını salladı.

“Bir kadın kocasından başkasını severse ne namusu konusunda garanti verebilir ne de iyi bir ev kadını olur. Benden arkadaşlıktan başka bir şey isteme. Söz veriyorum, senin için iyi bir arkadaş olacağım. Başka bir şey değil. Ben yalnız yapabileceğim şeyler için söz veririm.”

Fernand kalktı. Odada bir aşağı bir yukarı dolaştı. Yumruklarını sıkıp kaşlarını çatarak genç kızın karşısında durdu.

“Son defa soruyorum Mercédés, cevabın bu mu?”

Kız soğuk bir şekilde cevap verdi:

“Ben Edmond Dantés’yi seviyorum. Ondan başka kimse benim kocam olamaz!”

“Onu daima sevecek misin?”

“Ölünceye kadar.”

Fernand ümitsizlikle başını eğdi. Homurdanır gibi derin bir soluk verdi. Sonra birdenbire başını kaldırarak yılan fısıltısını andıran bir sesle dişlerinin arasından söylendi:

“Ya ölürse?”

“Ben de ölürüm!”

“Ya seni unutursa?”

Sokaktan neşeli bir haykırış duyuldu: “Mercédés!”

Aşk ve mutluluktan yüzü pembe pembe olan Mercédés, “Gördün mü beni unutmamış!” dedi. “İşte geldi!” Koşarak kapıyı açtı.

“Buradayım Edmond!”

Fernand yılan görmüş gibi irkildi. Tekrar sandalyeye çöktü.

Edmond ve Mercédés birbirlerine sarıldılar. Kızgın bir Marsilya güneşi içeri dolmuştu. Taşan saadetleri onları bütün dünyadan ayırmış olduğu için etraflarını unuttular. Edmond bir müddet sonra, odanın loşluğu içinde karanlık bir yüzün kendisine bakmakta olduğunu fark etti. Fernand farkında olmadan elini kemerindeki bıçağın kabzasına attı.

Dantés, “Affedersiniz…” dedi. “Burada üç kişi olduğumuzu bilmiyordum.”

Sonra Mercédés’e dönerek sordu: “Kim bu bay?”

“Bir arkadaşım Edmond. Senin de arkadaşın olacak. Kuzenim Fernand. Senden sonra dünyada en çok sevdiğim insan. Tanımadın mı onu?”

Bir eliyle Mercédés’in elini tutan Dantés, “Oh evet!” diyerek öbür elini de Fernand’ya uzattı fakat Fernand hiç kımıldamadı. Bir heykel gibi sessiz ve hareketsizdi. Dantés bu hâlin manasını sorar gibi, üzgün ve eli titreyen Mercédés’e, sonra meydan okurcasına kaşlarını çatmış kendisine bakan Fernand’ya baktı. Bir anda her şeyi anladı. Yüzü hırsla buruştu.

“Seni görebilmek için buraya koşarken evinde bir düşmanla karşılaşacağımı ummamıştım Mercédés!” dedi.

Mercédés hırsla kuzenine bakarak “Düşman mı?” dedi. “Burada sana düşman kimse yok Edmond. Fernand benim kardeşimdir. Senin de dostça elini sıkacaktır.”

Emreder gibi Fernand’ya baktı. Bu bakışın tesiri altında kalan Fernand elini yavaşça Edmond’ya uzattı. Bu emir karşısında nefreti, kızgın fakat tesirsiz bir dalga gibi parçalanmıştı. Ancak eli Edmond’nun eline değince aklı başına geldi. Aceleyle döndü. Kendini evden dışarı attı. Bir taraftan koşuyor bir taraftan da başını elleri arasına almış deliler gibi söyleniyordu: “Bu adamdan nasıl kurtulacağım? Ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım?”

Biri “Nereye böyle telaşla Fernand?” diye seslendi.

Fernand durdu. Etrafına baktı. Bir meyhanenin çardağındaki masa başında, Caderousse ile oturan Danglars’yı gördü. Caderousse, “Gelsene Fernand!” dedi.

“Arkadaşlarınla iki çift laf edemeyecek kadar ne acelen var?” diye ilave etti Danglars.

 

Fernand şaşkın şaşkın onlara baktı. Bir şey söylemedi Danglars dizi ile Caderousse’u dürterek “Çok üzgün bir hâli var.” diye mırıldandı. “Aldandık galiba. Dantés kızı bunun elinden aldı mı dersin?”

Caderousse alçak sesle cevap verdi: “Anlarız.”

Fernand’ya dönerek seslendi: “Haydi Fernand karar ver, gelecek misin?”

Fernand alnında biriken terleri sildi. Ağır ağır çardağa doğru yürüdü. Yanlarına gelince “Merhaba!” dedi. “Beni çağırdınız, değil mi?”

Oturdu. Dirseklerini masaya dayadı. İnler gibi bir soluk koyuverdi.

Caderousse, “Biliyor musun Fernand, bu hâlinle tıpkı terk edilmiş bir sevgiliye benziyorsun.” dedi.

Kaba kaba güldü.

Danglars, “Ne konuşuyorsun sen!” dedi. “Fernand gibi yakışıklı bir genç aşkta hiçbir zaman kaybetmez. Şaka ediyorsun herhâlde…”

“Hayır şaka etmiyorum. Ancak terk edilmiş bir âşık böyle iç çeker. Haydi Fernand, başını kaldır da konuş biraz; insanın, sağlığını soran dostlara cevap vermemesi ayıptır.”

Fernand yumruklarını sıktı fakat başını kaldırmadan cevap verdi:

“Sağlığım iyi.”

Caderousse arkadaşına göz kırparak “Ben sana hikâyeyi anlatayım Danglars.” dedi. “Bu cesur Katalanyalı, Marsilya’nın en iyi balıkçılarından biri olan bu Fernand, Mercédés adında güzel bir kıza âşık fakat ne yazık ki kız Firavun’un ikinci kaptanını seviyor. Firavun bugün Marsilya’ya döndüğüne göre tabii üst tarafını anlıyorsun…”

Danglars, “Hayır anlamıyorum.” dedi.

“Zavallı Fernand’ya yol göründü.”

Fernand başını kaldırarak hırsını almak için birini arar gibi Caderousse’a baktı.

“Ne olmuş yol göründüyse? Mercédés istediğini sevemez mi?”

Caderousse cevap verdi: “Sen böyle kabul ediyorsan o zaman başka. Ben seni Katalanyalı sanmıştım. Benim bildiğim Katalanyalılar, rakibinin kendisini bir tarafa itmesine razı olmaz. Sonra benim bildiğim Fernand Mondego, kimsede intikamını bırakmaz.”

Danglars ona çok acıyormuş gibi “Zavallı ne bilsin Dantés’nin böyle apansız çıkageleceğini.” dedi. “Belki onun öldüğünü, yahut Mercédés’i unuttuğunu sanıyordu. Böyle bir şey aniden olursa daha ızdırap vericidir.”

Danglars konuşurken şarabını içen ve hafiften sarhoş olan Caderousse, “Dantés’nin bu mesut dönüşünden rahatsız olacak tek insan Fernand değil!” dedi. “Öyle değil mi Danglars?”

“Tabii! Muhakkak Dantés’nin başına da bir felaket gelecektir.”

“Gelirse gelsin. Güzel Mercédés’le evlenecek ya!”

Danglars, Caderousse’un bu sözleri altında feci şekilde ezilen Fernand’ya dikkatle baktı. “Düğün ne zaman?”

Fernand mırıldandı: “Daha düğün olmadı.”

Caderousse, “Olmadı ama olacak.” dedi. “Dantés nasıl

Firavun kaptanı olacaksa bu düğün de olacak. Dantés, Firavun’un kaptanı olmayacak mı Danglars?”

Danglars bu sözlerin bir maksatla mı söylendiğini anlamak için Caderousse’un yüzüne baktı fakat bu yüzde gördüğü sadece kıskançlık oldu. Bardakları doldurdu.

“Madem öyle, güzel Mercédés’in kocası Kaptan Edmond Dantés’nin şerefine içelim!” dedi.

Caderousse ağır bir hareketle bardağını kaldırarak içindeki şarabı bir hamlede içti. Fernand kendi bardağındaki şarabı yere döktü.

Caderousse, “O da ne?” diye bağırdı. “Ne görüyorum tepenin üstünde? Bak hele Fernand, senin gözlerin daha iyidir. Sarhoş mu oldum ne; gözlerim buğulanıyor. El ele yürüyen iki sevgili görür gibiyim. Tanrı’m sen kusurumu affet! Bizim kendilerini gördüğümüzü bilmedikleri için öpüşüyorlar.”

Danglars, Fernand’nun yüzündeki ızdırabı kaçırmadı.

“Tanıyor musun onları Fernand?” diye sordu.

Fernand acı ile cevap verdi: “Evet. Dantés ile Mercédés.”

Caderousse, “Bak hele!” diye bağırdı. “Demek onlar. Ben tanımamıştım hâlbuki. Hey Dantés; hey genç kız… Gelin bir dakika da düğünün ne zaman olacağını söyleyin bize. Fernand öyle inatçı ki söylemiyor.”

Danglars, sarhoş inadı ile çardaktan sarkan Caderousse’a mâni olmak istermiş gibi “Sus Caderousse!” dedi. “Doğrul hele. Bırak sevda kuşlarını sevişsinler. Bak Fernand, ne kadar hâkim kendine.”

Danglars onlara bakarak; Bu budalaların hiç faydası yok bana,diye düşündü. Biri sarhoş, öteki de korkak. Dantés’nin talihi yaver gidiyor. Kızı alacak, kaptan olacak, sonra da karşımıza geçip gülecek ama…Hafifçe gülümsedi. Ama bir de ben el atayım şu işlere.Caderousse masaya yaslanmış, bağırmaya devam ediyordu: “Hey Edmond! Arkadaşlarını görmedin mi? Yoksa gelmeye tenezzül etmiyor musun?”

Dantés cevap verdi: “Ne münasebet Caderousse. Sadece mesudum. Saadet insanı gururdan fazla kör ediyor.”

“Güzel bir mazeret. Merhaba Madam Dantés…”

Mercédés vakarla cevap verdi: “Ben henüz Madam Dantés değilim. Hem bir kızı evlenmeden önce nişanlısının adı ile çağırmanın uğursuzluk getirdiğini söylerler. Onun için bana Mercédésdeyin lütfen.”

Danglars genç çifti selamlayarak “Herhâlde düğünü yakında yaparsınız değil mi Mösyö Dantés?” dedi.

“Mümkün olduğu kadar çabuk Mösyö Danglars. Bütün hazırlıklarımızı bugün babamın evinde kararlaştıracağız. Yarın yahut en geç öbür gün de bu meyhanede düğün ziyafetimiz olacak. Bütün dostlarımız gelecek. Tabii siz Mösyö Danglars ve sen Caderousse davetlilerimiz arasındasınız.”

Caderousse anlamsız bir kahkaha ile “Ya Fernand?” diye sordu. “O da davetli mi?”

“Karımın arkadaşı benim de arkadaşımdır. Eğer gelmezse çok üzülürüz.”

Fernand cevap vermek için ağzını açtı fakat ağzından ses çıkmadı. Bir kelime bile söyleyemedi.

Danglars, “Bugün hazırlık, yarın yahut en geç öbür gün düğün, çok acele etmiyor musunuz kaptan?” dedi.

Dantés gülümsedi.

“Mercédés’in az önce Caderousse’a söylediğini, müsaade edin ben de size söyleyeyim Mösyö Danglars. Bana, henüz kendime ait olmayan bir sıfatla hitap etmeyin. Belki felaket getirir.”

“Özür dilerim, ben sadece büyük bir telaş içinde olduğunuzu söylemek istemiştim. Hâlbuki çok vaktiniz var. Firavun’un denize açılması, daha en aşağı üç ay ister.”

“İnsan mesut olmak için daima telaş eder fakat benimki bencillikten değil. Paris’e gitmem lazım da…”

“Öyle mi? Orada işiniz mi var?”

“Kendi işim değil. Kaptan Leclére’ye ait bir iş. Tabii anlıyorsunuz. Gizli bir iş fakat merak etmeyin hemen döneceğim.”

Danglars, “Anlıyorum.” dedi.

Sonra düşündü: Herhâlde mareşalin verdiği mektubu sahibine götürecek… Tanrı’m… Bu mektup bana bir fikir veriyor, mükemmel bir fikir. Ah Dantés, aziz dostum, sen daha kaptan olarak Firavun’un kaydına girmedin.

Dantés’nin yürümeye başladığını görünce arkasından seslendi: “Hayırlı yolculuklar!”

Dantés dönerek onu başıyla dostça selamladı.

“Teşekkür ederim.”

İki âşık, göğe yükselen iki ruhun saadeti içinde oradan uzaklaştılar…

Другие книги автора

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»