Читать книгу: «Çuvaş Kızı Salambi», страница 3
ANNENİN YÜZ DÜŞÜNCESİ, KIZIN BİR DÜŞÜNCESİ
Baskıyla büyüyüp kız oldum, Köyde adımı kötüye çıkarmadım.
Türkü
“*Atasözü, boş ağızdan çıkmış söz değildir. Siz bu ataların söylediklerini dinlemezsiniz, kulak da vermezsiniz, kim kızacak size? Okuma yazma biliyoruz diye başı gereğinden fazla kaldırmak doğru değil kızım. Büyükten de büyük var, ahmaktan ahmağı da bulunur. Kendi hayatını kendin zorlaştırdın ya, benimle de doğru düzgün iyice konuşmadın. Nasıl yaşayacaksın sen şimdi küçük çocuğunla? O yokken de zor yaşıyorduk.”
Salambi masaya oturdu ve durmaksızın konuşan annesine karşı hiçbir şey söylemedi. Küçük Valerik ile ilgili söylemesi gerekenlerin hepsini o daha önce annesine söylemişti.
Sarı kıvırcık saçlı çocuk Valerik, onun dizlerine iki eli ile asılıp hiçbir şey demeden duruyor, yuvarlak mavi gözleriyle Salambi’yi kıskançlıkla süzüyor, ocağın sırası üstünde uzanan hasta, yaşlı kadın Çuvaşça konuştuğu için çocuk onu anlamıyor, ancak onun hoşnutsuzluğu sesinden anlaşılıyor. Bu nedenle de onun tarafına şüpheyle bakıyor.
Salambi düşünceye dalmış çocuğun başını okşayarak teselli ettiğini de fark etmiyor, annesinin sözleri yüreğine bıçak sokulmuş gibi onun canını yakıyor.
Evin önündeki kayınlar rüzgârla hışırdıyor, pencere önüne soğuk yağmur damlaları şıpır şıpır düşüyor.
“Mama1!”
Salambi aniden sıçrayıverdi.
Valerik onun elbisesinin arkasından çekerek “Mama, spat2” dedi.
Salambi çocuğun başını okşadı ve köşedeki tahta yatak üzerine yer hazırlamak için kalktı. Yaşlı kadın güçsüz bir şekilde inledi.
“Aaah! Sancı öldürüyor. Hiç gücüm yok, nereden çıktı ki bu şimdi! Ölüm de tez gelmez. Daha neler görmem gerekiyor ki sizinle.”
Valerik masanın ayaklarını tombul elleriyle kucaklayıp yaşlı kadın tarafına korkuyla bakıyordu.
Salambi Rusça “Gel Valerik!” dedi. Ancak çocuk yabancı evde, kızgın yaşlı kadının önünde, ortaya çıkmaya çekindi. Masanın ayağını daha da güçlü bir şekilde kavradı ve hüzünlü sesiyle ağlayıverdi.
Salambi’nin canı çok sıkıldı, onun da çocuk gibi ağlayası geldi. Ancak kendini sıkıp gözyaşlarını tuttu. Çocuğu masanın ayaklarından şefkatle ayırıp yerine yatırdı. Uzak yoldan sonra yorulmuş olan Valerik yatar yatmaz uyudu.
Salambi uzun süredir yağan yağmurun şıpırtısını, evin önündeki çıplaklaşmış kayın ağaçlarının hüzünle uğuldayışını dinledi. Gece yarısı olmuştu, yine de uykusu gelmiyordu. Annesi tekrar konuşmaya başladı.
“Kaç defa söyledim ben sana, ne kadar öğüt verdim. Ama yok, kulak vermedin. Ben de ahmağa döndüm. Nereden gönderdim ki şu lanet olası enstitüye, neden gönderdim ki? Kendi başına davrandın, benden izin de istemedin, şehre benden gizli çıkıp gittin. İşte şimdi böyle… Geçen yıl gelin gitmiş olsan hiçbir şey olmazdı, bu rezilliği de görmezdim. Erişkassi’ndeki Hvetir kaç defa dünürcü gelmişti. Delikanlı benim de hoşuma gitmişti, çok okumamıştı ama güngörmüş kişiydi, çok güzel konuşuyordu, hiçbir zaman boş konuşmuyordu. Onu da reddettin, soğuttun onu, sonra işte Kurakassi kızını aldı. Şimdi çok zengin bir şekilde yaşıyormuş.”
Salambi, her zamanki gibi, hiçbir karşılık vermeden annesinin sözlerini dinledi.
Onun annesi kadar sert biri köyde de yoktu, en haylaz çocuklar bile ondan uzak dururdu. Birisi de onun bahçesinden havuç, salatalık çalmaya cesaret edemezdi. Ancak şimdi öz kızına kızarken çok dertlenip, hüzünlenerek konuşuyordu. Hastalıktan güçsüzleşen sesi titriyor, nefesi sık sık kesiliyordu.
“Geçen yıl da Vırmankas askeri panayırından direk buraya gelmişti. Nesi kötüymüş delikanlının göğsü madalyayla doluydu, akçe gibi şıngırdıyordu. Adam dış görünüşüyle de aklı ile de kötü değildi. Böyle olmasına rağmen onu da beğenmedin, onlar gelince evden çıkıp gittin. Delikanlı çok endişelendi, arkadaşları önünde küçük düşürdün. ‘Bira ikram edeyim mi?’ dediğimde içmez, içinin yangınından yarım kova içiverdi. Ben de sonra ona acıyıp kahroldum.”
Salambi bir an Vırmankaslı delikanlıyı aklına getirdi. Gerçekten de iyi delikanlıydı, çok alçakgönüllüydü, panayırda pazarda Salambi’nin ardından gizlice onu gözlerdi. Biçare çok beğenmiş olmalıydı.
Ancak Salambi onunla tamamen saflığı ve temizliği sebebiyle konuşmuştu, şimdi ise onun adını da hatırlamıyordu. Az kişi ile karşılaşmıyor insan, hepsinin adını nereden hatırlayacaksın.
“Anlayamıyorum kızım, hayatını nasıl düzene sokacaksın hiç düşünmüyorsun. Bunun yüzünden bunlar oldu. Akıllı insanlarla konuşup iyi düşüneyim demedin ki. Küçük başını yüceltip kendini kimlerden daha üstün görmüş olmalısın, benim gibisi başka yok diye düşünmüş olmalısın. Ben de ahmaklaştım, akıl sır erdiremedim. Savaş zamanında alalım diyenler vardı, verip göndermeliydi seni. Kıyamadım, genç dedim, biraz annesinin yanında yaşasın dedim. Şimdi işte ev bark, bahçe de her yıl eskiyor, yıkılıyor, tutup yapacak kimse yok. Böyle işte erkeksiz olmuyor. İşte ahırın tepesi çırılçıplak kaldı. Güzün baharın eve su giriyor. Evin üstüne örtülmüş yeni samanı baharda alıp hayvanlara veriyoruz. Ahırın çatısına eski samanı seriyoruz, gübreye döndü şimdi, bata bata iniyor. Orada pelin otu büyüyor şimdi. Hamamın çatısındaki kayın da kırıldı. İnsandan utanmak lazım. Eğer bir delikanlıyı beğenip evlenip eve getirmiş olsaydın böyle mi olurduk. Kendim akıl erdiremiyorum. Savaş zamanı evlendirmeliydim.”
Salambi’nin içi daraldı. Gerçekten de savaş zamanında onu beğenenler vardı, savaşın bittiği yıl bir iki dünürcü de gelmişti, ancak o zaman Salambi’nin annesi de Valeriy’in döneceğini düşünerek yaşıyordu. Bütün köyle birlikte o da Salambi ile Valeriy’in evleneceğine gizli gizli inanıyordu. Daha genç, annesinin evinde üç yıl daha yaşasın diye aracıları gönderiyordu.
Akordeon sesi duyulunca Salambi pencerenin perdesini aralayıp sokağa doğru baktı. Valeriy’in kardeşi Kolya tek başına akordeon çalıyordu. Hüzünlü melodi uzun süre kulakta yankılandı. Valeriy’in hiçbir zaman dönmeyeceğini hatırlatıyor gibi hissedildi. Her zaman bunu hatırlatıyordu bu eski vals…
Annesi birden “Şimdi kimin dönüşünü bekleyecekti?” dedi. “Hepsini geri çevirmek de neden? Geri çevirene çanak dibi dedikleri dönüp geliyor işte, o zaman. Damlayı hor görenin yurdu yanar çöl olur denildiği gibi. Sonra da her şeyi düzeltmek için artık çok geç olmuştur. Kız ömrü uzun değildir. Senin gibi değil güzel, zengin kızlar da var evde yaşlanıyorlar. Yaşlanmış kızlar eskiden de vardı. Biri kötü kalpli olduğu için insanın hoşuna gitmemiş, diğeri dünyayı hayrete düşürecek kadar tembel, sıkılgan, düzensiz, tertipsiz olduğu için tiksindirmiş, kimi gevezeliğiyle, kimi ölçüsüz diliyle kalpleri soğuttuğu için, kimisi de aklıyla, görüntüsüyle hoşa gitmediği için hepsi de faydasız kalmış. Hepsinden de ayıbı kızken baba evinde çocuk sahibi olmaktır. Şimdi savaş bitti. Ne yaparsın? Ne kadar delikanlı savaş meydanından dönemedi. Ne kadar çok nişanlı kız evlenemedi. Binlerce. Kim suçlu? Kim suçlu? Kızken doğuranlar da oldu. Bunlara şimdi yardım parası da veriyorlar artık. Hiç yoktan püre dedikleri gibi, parasız pulsuz zamanda bu da yardım. Bütün halkın üstüne yıkıldı bu savaş. Bizim gibilere yedi kat daha ağır geldi. Hiç kimsenin dayanamayacağına dayandık. Dert üstüne dert. Şimdi bir daha…”
Yaşlı kadın tıkanıp konuşmasına ara verdi ve biraz nefeslenince tekrar başladı. “Çocuk bakılır şimdi yapacak bir şey yok. Çocuklu kızlar da evleniyorlar, üç dört çocuklu kadınları da alanlar var. Seversen ona buna bakmazsın. Yazılan gelir başa. Senin şimdi de kimseden bir eksiğin yok. Çalışkan bir genç eve girsin de güzelce yaşayın, tatlı tatlı konuşarak birbirinizi beğenerek…”
Salambi daha fazla dayanamadı annesinin sözünü keserek “Gereksiz şeyleri söyleme anne! Yüz türlü düşünce senin aklına geliyor herhalde. Bana kimse gerek değil, hiç kimse…” dedi.
Değil deyince onun sesi tutuldu, boğazı tıkandı, bütün içi daraldı.
Salambi omzuna bir palto attı ve koşarak dışarıya çıktı.
Annesi uzun süre hareket etmeden düşünceye dalıp uzandı. Önce vücudu, eli ayağı birileri demir filarizle ezmiş gibi sızlıyordu, hareket ettikçe sancılanıyordu, işte şimdi bir de yüreği ağrımaya başladı. İçi yanıyordu. Su içesi geldi ancak kalkıp fırının köşesine gitmeye gücü yoktu. Neden Salambi gelmedi ki? Gece gece nereye çıkıp gitti? Kötü düşünme, Tanrı affetsin!
Yaşlı kadın sızlanıp oturdu ve tekrar konuşmaya başladı. Çocukken de kızıldığında Salambi böyle ot deposuna giderdi, annesinin ne söylediğini kapının ardından dinlerdi. Belki de şimdi de ot ambarında dinleyip duruyor mu acaba? Yok, ön kapıyı kapatıp çıktı ve geri girdiği de işitilmedi.
“Ağır konuşmuş olmalıyım, çok konuştum galiba. Artık kızmanın da faydası yok. Yaşamak gerekli. Bu çocuğu evlatlık alma konusunda ben de hiç azarlamadım, sadece boş konuşulur dedim. Zavallı kız babası öldükten sonra iyi gün görmedi. Ok üstüne dayanıp büyümüş tay gibi çocukluktan beri işe koşuldu. Evdeki bütün ağır işi, erkek işini kendisi yapıp yaşadı. Şu enstitüyü bitirince adam olur mu demiştim.”
İhtiyarın kırışmış yüzü boyunca gözyaşı damlaları şıpırdayarak indi. Salambi’nin annesi of çekti ve su içmek için başköşeye doğru yavaşça hareket etti, ancak ocağın önüne gelen kadın su kovasına ulaşmadan çocuğun önünde durdu.
Küçük Valerik ellerini ayaklarını yayıp sırtüstü yatmış ve mışıl mışıl uyuyordu.
Yaşlı kadın ona bakarak düşünceye daldı.
“Otuz beş yıl evli yaşadım da bir oğul doğurmak mümkün olmadı. Eskiden zaman zaman babası pazardan bir yerlerden çakırkeyif dönünce dertlenip konuşurdu, oğul doğuramadın deyip şaka yapardı. Tanrının vermediği nereden olsun? Tek çocuğu da kız oldu.”
Yaşlı kadın yere doğru uzanıp duran kolunu şefkatle alıp düzeltti ve Valerik’i şefkatle örttü, sonra yüreği yumuşadı, gözleri tekrar ıslandı. Titreyen eliyle çocuğu başından çok yumuşak bir şekilde okşadı, üstüne istavroz çıkardı.
“Şükür sana Tanrım! Oğul!” diye sessizce fısıldadı.
Yağmur durmuştu artık, evin önündeki kayınlar daha önceki gibi uğulduyordu. Salambi onların kasvetli sesini dinleyip düşünceye dalmıştı.
O tam eve gireyim derken komşudaki ot ambarının kapısından bir ses geldi, orada bir kızın kahkaha atarak güldüğü işitildi. Maruş gülüyormuş. Sevgililer akşam oturmasından şimdi çıkıyor olmalılar. Evinde lamba yanıyor, pencereden avlu çitine aydınlığı düşüyor. Maruş ne kadar mutlu! Birileri onu gıdıklıyormuş gibi zevkle gülüyor. Karanlıkta ot ambarı önünde, onun ak elbisesi biraz görülüyor sonra aynı bir ara konuştukları işitilmiyor…
Vihtır öğleyin sürekli çalışıyor, böylece akşamleyin Maruş’la buluşmak için fırsat buluyor. Bir defa sevdin mi işte böyle olur. Bir günde yirmi dört saat varsa da sevdiğinle buluşmak için yirmi beş saat bulman gerekir. İşte o da ancak şimdi çıktı…
Korkuluk direğine dayanıp duran Salambi merdiven basamaklarından koşarak indi ve bahçeye çıktı.
Yağmurdan sonra bahçedeki ağaçlar halsiz düşmüş ve razı olmuş bir şekilde duruyorlar, biraz sürtündüğünde elma ağacı dallarından şıpırt diye su dökülüyor. Bahçe de çırılçıplak kalmış. Tamamen çıplaklaşmış. Hüzün, yetim…
Salambi eski hamam önünde durdu. Yamuluyor o, ne zamandır yakmadık onu. Ne zamana kadar öyle kalacak acaba? Çocukluktan beri Salambi bu banyo önüne alışmıştı. İşte bulanık pencere altında şimdi de küçük bir bank var, onun önünde de yaşlı söğüt kütüğü. Kız çocuk onun oyuğuna kendi oyuncak bebeklerini saklardı. Ne zamandı o? Çok eskiden. Ondan beri iki ömür geçmiş gibi hissediliyor. Başka zaman Salambi bu banyo önünde çocukluk zamanlarını hatırlayıp kendi kendine gülerdi. Bu gece onun gülesi hiç gelmedi.
Çocukluk… Ne zamanlar geçti o! Salambi o zaman oyuncak bebekleriyle oynamayı çok severdi. Türlü türlü basma parçalarından şeritler yapardı da oyuncak bebeklerini gelinlik kız gibi de akşam oturmalarına giden kız gibi de giydirirdi. Küçük oyuncak bebekler de vardı değil mi? Salambi onlara özellikle ilgi duyardı, geniş dulavratotu yapraklarından yapılmış beşikte sallayarak uyuturdu. “Çocuğa, bebeğe… Çocuğa, bebeğe…”
Salambi bir yerde donup kalarak “Çocuğa… bebeğe” diye fısıldardı. Sonra aniden küçük Valerik’in biraz önce uyuklayarak ağladığını fark etti ve banyo kapısını durup dururken dürttü, paslanmış menteşe yüreğe dokunan sesiyle gıcırdadı, kapı haldır huldur ot ambarının zeminine düştü. Ah! O, tek menteşe ile duruyordu; üstteki menteşe savaş zamanında kopmuştu, o günden beri onu hiç kimse tamir etmedi. Tamir eden olmadığından her şey yıkılıp dökülüyor.
Salambi banyonun kapısını düzeltip kapattı ve harman yerine doğru gitti. Öğleyin oradan tarlaya doğru bakmak güzeldi. Uzaktaki dallı budaklı elma ağacının sadece gölgesi görülüyor. Köyde de satıcılar görünmüyor artık. Dur! Köyün sonunda, yukarı yolda bir pencerede ışık var. Kimin eviydi ki o? Valeriylerin! Kolya oturuyor olmalı, nedendir şimdiye kadar uyumaz, bir şeyler okuyordur. Bir ilginç roman bulmuş olmalı, belki de aşk hakkında?
Salambi bu gece akşam oturmasında Kolya ile karşılaştığını hatırladı. “Benim hakkımda ne düşündü acaba? O da beni başkaları gibi ayıpladı mı? Ne yapmalıyım ben? Valerik’i akşam oturmasında anlatmalı mıydım? Bakın ne kadar kahramanmış bizim Salambi derler miydi acaba?”
“Salambi, sen misin?” diye bir ses duyuldu yakından.
Düşünceye dalmış olan kız aniden sıçrayıverdi.
“Ay! Kim o?”
Örme kazak giymiş, kara başörtü bağlamış kız çitin yanına yaklaşarak “Ben, yoksa… Tanımadın mı?” dedi.
“Oy! Korkuttun ya beni Lena!”
İki kız ne için burada dolaştıklarını sormayı da akıllarına getirmediler.
“Ben dün kapınızı dürttüm ama kilitlenmişti, pencereden seslenmeye de çekindim. Sonra eve dönüp elbiselerimi değiştirdim. Şimdi de çiftliğe gidiyorum.” dedi Lena. Sonra da Salambi’ye dikkatle baktı. “Maşa ile Daşa bir şeyler mızıldandılar. İnanasım gelmedi.” diye sakince konuşmaya çalıştı Lena. Yine de sesinin titrediğini Salambi hemen fark etti. Bu konu hakkında konuşmanın başlamasını o çoktandır bekliyordu bu nedenle de hiç şaşırmadı. Maruş ile Taruş biliyorsa köyün de öğrenmesi çok sürmezdi.
“Onun hakkında bir şey sorma şimdi Lena. Başka zaman anlatırım… Şimdi sorma! Bu gece içim yanıyor hiçbir konu hakkında konuşmak istemiyorum.
“Af edersin Salambi, rahatsız ettiysem.”
“Önemli değil, ben alışmaya başladım artık, alışmak lazım.” şakaya vurmaya başladı kız. Ancak sesi titriyordu.
Lena “Neden onun çocuk hakkında konuşası gelmiyor ki? Neden dertleniyor? Onu sadece çocuğun olması değil başka bir şeyler de dertlendiriyor olmalı. Bunun içindir hiçbir şey konuşası gelmiyor.” diye düşündü.
“Okumayı bırakıp döndün mü? Yoksa bir süreliğine mi?”
“Annemin durumu iyice kötüleşti. Evde de ah vah edip zar zor geziyor. Belki bir aydan da fazla bir süre yatmıştır.”
“Eğer durumu ağır ise hastaneye gitmek lazım Salam-bi. Ne hastalığı var?”
“Hastalığı nedir bilmiyor ateşi de normal. Ancak sancılarından uzun süredir rahatsız. Yaşlılık işte güç yok diyor. Onu hastaneye yatırsan da evde yine insan gerek, hayvanlara bakmak lazım. Evi de ısıtmak gerek yoksa mahzendeki patatesler donup bozulabilir, ocağı söndürmek olmaz.”
Lena meraklanarak “Okuma konusunda ne düşünüyorsun o zaman?” diye sordu.
Salambi kararlı bir şekilde “Ne düşüneyim… Benim tek bir düşüncem var o da enstitüyü bitirmek!” dedi. “Şimdi ne yaparsan yap arkadaşlarından geri kalıyorsun gelecek yıla kadar enstitüye dönmek mümkün değil. O zamana kadar evde okumaya devam, gelecek yıl enstitüde daha kolay olur. Kolhozda çalışma pratiği geliştirir.”
“Nerede çalışacaksın şimdi? Burada sana uygun iş de yok ya. Ancak kulüpte ya da idarede olabilir.”
“Yok Lena, ben eski işimde buzağı bakmak için çiftlikte çalışmak istiyorum. Çiftliğin durumu nasıl şimdi?”
“Sorma da şimdi Salambi, övünülecek hiçbir şey yok. Varmasına varırsın da iyi bir şeyler bekleme, pişman edecek şeyler de var. Düzen yok, tertip az. Kendin biliyorsun, bu yıl yağmur olmadığı için otlar kurudu, buğdayı dolu vurdu. İnekler süt kesiyorlar, buzağılar hasta oluyorlar. Şambulkin çiftlik için dertlenmeyi bıraktı, kendisine ev yapmak için daha fazla çaba gösteriyor. Maruş ile Taruş buzağılara kötü bakmaya başladılar. Bunun yüzünden üçümüz sık sık tartışıyoruz.”
“İdare beni çiftliğe gönderse ben yine de kabul ederdim. Zorluk beni korkutamaz, zorluk görmeye alıştık. İnsanın yetiştirdiği üzerine varmak daha ağır gelirdi.” dedi Salambi.
Onun eski derdine dert eklendi. Çiftlikteki işlerin kötüye gitmesi onu çok kaygılandırdı.
İkisi de bir söz söylemeden durdular. Yağmur yağmaya başladı.
Lena başka bir şey söylemeden “Gideyim ben Salam-bi, yağmur hızlanmadan çiftliğe yetişmek gerek.” dedi. “Taruş ile Maruş akşam eğlencesinde buzağıların yanında kimse yok.
“Dikkatli git! Vaktin oldukça bize gel, konuşuruz.”
Yağmur gürültüyle yağmaya başladı. Elma ağaçlarının dallarına sürtünüp şimdi eskisinden de fazla su şıpırdayıp dökülüyordu.
Ne kadar karanlık bir gece! Geçmişteki aydınlık günler bu karanlıkta tamamıyla cezbedici görülüyor. Çeboksarı… Enstitüm… Neşeli öğrenciler… Ne zaman tekrar görürüm ki sizi? Salambi gür elma ağacı altında durdu. İşte bu çocukluktan beri sevdiği elma ağacı. Onun elması temiz ve iri olurdu, dalları her yıl yere doğru eğilirdi. Savaşın çıktığı yıl soğuk vurdu ve elma ağacı kırıldı. Şimdi de her yıl bembeyaz çiçeğe durur, ancak meyve vermez. Acaba daha kaç yıl böyle meyvesiz, yemişsiz kalacaksın?
İKİ KIZ
Onlar cariye olacak kız değil
Biri kor, biri nar gibi kızıl.
P. Husangay
Lena, Salambi ile konuşabilmek için iki gün zaman bulamadı. Bu günlerde ona bir düşünce rahat vermiyordu. Salambi’yi köydeki herkes iyi bir şekilde anıyordu, yaşlılar ona çalışkanlığı için, alçak gönüllüğü için saygı gösteriyorlardı. Gençler ise sıcakkanlılığı için, cömertliği için seviyorlardı. Lena da ondan hiçbir yanıyla eksik değildi. Çalışkan, gayretli, görünüşü de fena değildi daha ne gerek ki? Delikanlılar yine de Salambi’yi öne koyuyorlardı. Valeriy de onu sevdi! İki kız birbirini kıskanıyor diye gülerlerdi gençler. Doğru mu bu? Lena, belki de zaman zaman kıskandı ama peki ya Salambi? Kıskandı mı Salambi? O, onu bunu belli etmezdi. Nereden bileceksin belki de kıskanmıştır. İşte Valeriy de yok, Salambi de kendi kaderini bir çocuğa bağlamış. Lena’nın şimdi sevinmesi mi lazım? Köyde ona yetişecek kız da yok, ona engel olan da yok! Gerçek, Salambi eskisi gibi güzel, belki eskisinden de güzel olabilir, şimdi de herkesin önüne geçebilir ama yine de onu çoğu kişi kız yerine koymuyor artık. Çocuk annesi! Çocuğu evlatlık olarak almış olsa da. Maruş diyor ki Salambi kendi çocuğunu yetimhanede büyütmüş, öyle bir kanun var. Maruş’un yengesi kızı köyde görünce Salambi’nin çocuğu olduğuna inandırarak anlattı, o çocuğun babasının kim olduğunu da biliyor olmalı. Maruş ile yengesine bir daha inanmak zor. Diyelim ki çocuk Salambi’nin olmasın o zaman neden kız başına çocuğu evlatlık aldı ki? Neden okumaya giden bu kız, en güzel delikanlıları beğenmeyen bu kız, kendi kız hayatını zorlaştırdı ki? Sebebi nedir, nasıl bir güç ona bunu yaptırdı? Çocuğun babası kim? Nasıl biri o?
Lena’nın düşünceleri uzayıp gidiyordu, sonu gelmek bilmiyordu. Lena Salambi’yi kıskanıyordu da ona kızıyordu da, onu seviyordu da. Hepsinden çok her şeye rağmen çok seviyordu. Ona göre Salambi köydeki kızlardan, Lena’nın kendisinden de iyi, hiç kimseye bugüne kadar kötü söz söylememiş, ağır söz söyleyip kimseyi üzmemiş, halk arasında çok sakin, alçakgönüllü, hiçbir zaman büyüklerin sözünden çıkmamış. Onun içinde gizli bir güç var ve bu gizli güç herkesi çekiyor, cezbediyor, sakinleştiriyor da telaşlandırıyor da.
“Elen sen hala giyinmedin mi?” dedi odun getiren annesi. “Seni geçen kulübe çağırmışlardı. Baban da oraya gitmiş olmalı, bir toplantı olacak mı demişti? Yemek yemeden çıkıp gitti. Toplantı lafını duymaya görsün ona ekmek de gerekli değil.”
“Şimdi gidiyorum anne. Toplantı değil tarım grubunun işi var. Turikas kolhozunun tarım uzmanı Salanov ders verecek orada.”
“Şu mısır yetiştiren mi?”
“O anne, Simen Salanov.”
“Demek ki oymuş, geçenlerde su getirirken Salambilere esmer bir delikanlının geldiğini görmüştüm. Anne babasını iyi bilirim iyi insanlar.”
“Salambi ile aynı enstitüde okudu o.”
Salambi deyince, annesi bir şeyler konuşmak istiyordu ama ses çıkmadı.
Lena çizmesini çıkarıp botunu giydi. Giyindi, aynanın önüne geçip kısa sarı saçlarını berenin altına topladı, sonra acele etmeden evden çıktı.
“Çok geç saatlere kadar gezme kızım. Ne zamana kadar kalacaksın?” dedi annesi.
Burada annesinin Salambi’yi kastettiğini kız hemen anladı. “Korkma anne, benim için korkma ben kendimi biliyorum.” demek istedi ama yine de bir şey demedi.
Kulüpte az kişi vardı, henüz insanlar toplanmamıştı. Lena’nın hiçbir toplantıdan ve dersten geri kalmayan babası her zamanki gibi herkesten önce gelmiş, soba önünde gazeteye bakıyordu. Gençler arkadaki karanlık köşeye yerleşmiş, neye olduğu bilinmez kahkahalarla gülüyorlardı. Lena onların yanına varıp oturdu.
Taruş ile Maruş ikisi de aynı şekilde giyinmiş olarak geldiler. Beyaz yün yazma, beyaz keçe çizme, siyah hırka giyinmişlerdi. İkisinin de keyfi yerindeydi. Pavıl Şambulkin birşeyler anlatıp onları güldürüyordu. Lena gelince o konuşmayı kesti, kız seslice selam verip ellerini sıktı. Sessiz Vihtır hiçbir şey söylemeden elini tahta gibi uzattı.
“Lena senin bilmen gerekir. Salambi geliyor mu? Salanov onların evine girdi diyorlar. Kulübe ikisi de geliyor mu?” diye sordu Maruş çok gereksiz yere. Beyaz yazma bağladığı için onun kızıl yüzü tamamen kızıl görünüyordu. Dolgun vücudu kıpırdadıkça hırkasının karışıkları yarılacakmış gibi hissediliyordu. Yulaf demetini de böyle çok yapsan onun bağı da dayanamayacakmış gibi gelir.
“Gerçekten de bilmiyor musun Lena?” diye sordu genç Taruş.
Beyaz yazma bağladığından onun ak yüzü tamamen solgun görünüyordu. İnce belli vücudu çocukların bağladığı küçük arpa demetini andırıyordu.
“Sizin bilmediğiniz bir haber var mı köyde?” dedi Pavıl dürtükleyip. Onun dili hiç kimseye acımazdı.
Dostu kızlar ona gücenmiş olmalılar ki sessizleştiler. Vihtır bunu görünce birden gülüverdi.
Lena keyifsizce “Nereden bileyim ben? Belki de gelir.” dedi. Kızların Salambi hakkında konuşmayı açtıklarını anlayınca o birden telaşlandı.
Maruş ile Taruş sessizce oturdular ve ikisi aynı anda “Salambi” dediler. Sonra her ikisi de birbirlerine duralım demeden söyleyecekleri sözlerini söylemeden kaldılar.
“Söyleyin, neden durdunuz? Söyleyecek sözü söylemezsen ölmek için yazmış olsan bile üç gün can veremeden azap çekersin derler.” diye iğneledi Pavıl. “Birer birer konuşun, neden içtimadaki askerlerin selamlaması gibi aynı anda konuşuyorsunuz?”
“Salambi çocuğun adını kaydettirmek için hâlâ köy meclisine gelmemiş.” diye fısıldadı Taruş.
“Çocuğun babasını bilmeden oraya nasıl yazdıracaksın? Babasının adını bilmiyor diyorlar ya! Kırk tırnaklı kız ısırgan içinden bulmamış mı?” diye sertçe bir şekilde devam etti Maruş. Ancak Vihtır’ın ona kötü kötü baktığını fark etti ve sesini kesti, kalın dudaklarını yazmasının ucuyla kapattı.
Vihtır dayanamayarak “Boş değirmeni çevirme!” dedi. “Yabancı bir çocuğu evlatlık almış diyor annesi. Bir şey bilmeden konuşuyorsunuz.”
Lena Maruş’a kızarak “Geveze ağzı yazma örterek kapatamazsın.” diye düşündü, sonra pat diye söyledi “Babası size ne için gerek? Çocuğun annesi var ya!”
Bunları söyledi ve başka kızların yanına gitti.
Maruş hızlı hızlı konuşarak “Sen ancak işte… Lanet sarı kız!” dedi. “Eskiden kendisi Salambi’ye dayanamazdı, Valeriy’i kıskanırdı şimdi Salambi’nin yanında olmaya çalışıyor.”
“İşte böyle cır cır böceği herkese kızıp gezer.” diye fısıldadı Taruş. Yalnızken o Lena hakkında böyle konuşmazdı şimdi ise arkadaşının gönlüne göre böyle söyledi.
“Üzülmek mi bize ne ki? Öyle de olur böyle de.” dedi Maruş. Kendisi bu arada Vihtır’a şüpheyle baktı. Allahtan diğeri işitmedi. Kendisi arkadaşıyla satranç oynamaya başlamıştı artık ondan bir tek söz de almak mümkün olmazdı. Pavıl da kızların sözüne kulak asmaz, sürekli konuşur.
Kulübe herkesle birlikte Salambi ile Salanov da geldiler. Lena onlarla birden kapı önünde karşılaştı ve gülerek ikisiyle de tokalaştı.
“Selam, Mihaylova.” dedi ona Salanov. “Beni bekleyip yoruldunuz mu? Salambi’yle biraz fazla oturduk, konuşa konuşa sözün sonunu getiremedik.”
Orta boylu yuvarlak vücutlu delikanlı bembeyaz dişlerini göstererek güldü, kapkara gözleri parlayıverdi. Mat, esmer teni keyifle parladı.
Salanov Lena ile çok konuşamadı onun etrafını gençler çevirdi. Şambulkin onunla şakalaşmaya, konuşmaya başladı.
Ders çabuk başladı.
Semen Salanov ilçedeki her kolhozun büyük bir bahçesi olması gerektiği hakkında konuştu, çok güzel örnekler verdi. Konuşurken tamamen kara saçlarını düzeltiyor, kâğıda bakmadan sakin sesiyle konuşuyor, arada bir aklına bir şey geldiğinde “znaçit”3 diye ekliyordu.
Lena Salanov’u dikkatle dinlerken Salambi’yi de kontrol ediyordu.
Salambi ince siyah palto ile çiçek kırmızı yazmasıyla uzun saçaklı yazmasının uçlarını göğsü üzerine bırakmış, ellerini dizleri üzerine koymuş ve hareket etmeden konuşanın gözlerine bakıyor, sadece arkadaki sıradan kendi adının fısıltıyla konuşulduğunu duyunca kirpiklerini kısıyor ancak geriye dönüp bakmıyordu. O, kendi hakkında konuşulduğunu çok iyi seziyordu.
Kolhoz çalışanları Salanov’a soru sormak isteseler de herkesten çok Şambulkin ile Lena’nın babası daha çok soru sorup öğrenmekte daha da hevesliydiler.
Sonra parti teşkilatı sekreteri Borisov insanlara son günlerde kolhozda bahçe haftası hakkında konuştu ve herkesi bu işe gayretle katılmaya davet etti.
Sunum bittikten sonra Salanov Lena ile Salambi’nin yanına gitti. Çok fazla konuşmadı, “Eve gitmem gerek.” diyerek çabucak çıktı. Yaşlılar çıkınca sadece gençler kulüpte kaldılar. Vihtır bir yerlerden akordeonu çıkardı, hiç kimseye bakmadan dans melodisi çalmaya başladı. Gençler önce hareketlenmediler, ses çıkarmadılar.
“Yaşlıları hatırlayıp benim başlamam gerekiyor herhalde, benim ayaklarım hafifti.” dedi ve Pavıl dans pistine çıktı. Normal zamanda çok gürültülü olan Pavıl dans ederken hiç ses çıkarmazdı. Sanki delikanlı dans etmiyor da pamuk döşek gidiyor gibi, asker çizmelerinden ses çıkmıyor, uzun kaputunun eteği dalgalanıyordu sadece… Hafifçe uçar gibi dans eder Pavıl, rüzgâra karşı yürüyen biri gibi, eğik bükük dans eder, ellerini kadınca salıverir.
O dans edip tamamladı ve kızları sırasıyla dans ettirmeye başladı. Sıra Maruş’a gelince kızlar arasına saklanmaya başladı. Pavıl onu zorla çekmeye çalıştı. Maruş’u zorla çekmek için epeyce ekmek yemiş olmak gerekir. İki üç delikanlı zorla çıkardı onu. Maruş her zaman böyle yapmayı sever. Ama dans etmeye başlayınca da durduramazsın. O birkaç defa kızların arasına kaçmaya çalıştı, yine de onu dans pistine çıkardılar. Hepsi birden alkışlamaya, tezahürata başladı.
Suskun Vihtır akordeonunu eskisinden daha da güçlü çalarak “Dans et artık! Ne o misafir kız gibi duruyorsun?” dedi.
Maruş sevdiğine doğru öfkeyle bakarak “Ben bu melodiyle dans etmeyi bilmiyorum, Çuvaş havası çal!” dedi.
Vihtır birden endişelendi. Topu topu iki hava çalabiliyordu o, yol havası ve Rusça dans havası. Bu nedenle de hiçbir şey demeden akordeonunu bankın üzerine koydu. Şikâyetlenerek “Dans etmeyi bilmeyene her zaman hava beğendiremezsin.” dedi.
Pavıl Kolya’yı çağırdı ve akordeonu onun eline tutuşturdu. Diğeri ürkek ürkek gülerek akordeonu çalmaya başladı.
Maruş ağır araba gibi yavaşça hareket etti, sonra arzuyla varıp türlü türlü dönmeye başladı. Gücü nereden buluyorsa yarım saat dans etti, durmayı da bilmedi. Yemez diyenin yedi börek yemesi gibi… Akordeoncu akordeonu yavaş yavaş tekleyerek çalıyordu, gençler de gizlice gülmeye dalga geçmeye başladılar. Vihtır da sıkılmaya başladı, Maruş ise böyle yıldırım çarpmış gibi enerjik bir şekilde, gülmeden, heyecanlanmadan bir büyük iş yapar gibi gayretle hiç kimseye bakmadan dans ediyordu. Kızın ayaklarının altında parkeler gıcırdıyordu sadece. Gençler alkışlamaya başlayınca o zaman dans etmeye doyamadan durdu.
Maruş gülerek alkışlayan Lena’ya keyifsizce bakarak “Sen ancak öf be…” diye düşündü.
Sırası gelince Lena da dans etmeye çıktı. O işte olduğu gibi düzenli, erkek gibi sertçe dans ediyor, botunun ökçesiyle sekiz defa vuruyordu. Dansı bitireceği zaman birden heyecanlandı. Onun ardından Salambi’yi çıkarmalı. “Dans et dans etmiyor musun? O neden kaldı ki bir dans etmek için mi? Onun gençlerle dans edip eğlenmesi normal mi?” diye düşündü kız. Bu sadece sebepsiz bir şüpheydi. Lena Salambi’nin önüne gelip ayaklarını vurdu.
Haykıran gençler sustular, hepsi alkışı kesti, gülmedi. Kolya akordeonunu gayretle eskisinden daha iyi çalmaya başladı. Lena bunu hemen fark etti ve genç akordeoncuya doğru dikkatle baktı. Diğeri ise Salambi dans pistine çıkınca böğürtlen gibi kızarıverdi, yüzünde gamzeler belirmeye başladı, gözleri yıldız gibi parlıyordu. “Ne kadar çok Salambi’yi, zavallı!” diye düşündü Lena fark etmeden. Eskiden Salambi dans ederken kıskanırdı o, bu gece ise çekinerek Salambi için üzülerek oturdu. Lena gençlere doğru baktı, hepsi sessiz, şaşırmış gibi duruyorlardı Salambi için.
“Ay bak bakalım, Kolya Salambi’ye yiyecekmiş gibi bakıyor.” dedi fısıltıyla.
O anda Lena utandı, sıkıldı sanki ona birileri temiz olmayan su serpmişti. Salambi dans edip bitirdi ve Maruş’un önünde durdu, Maruş ise ondan korkmuş gibi Taruş’un ardına saklandı. Maruş ise kalktı ve arkadaşının elinden tutup onu kapıya doğru geçirdi. Onu hiç kimse durdurmadı.
Salambi bir süre dans pistinde şaşkınlıkla kaldı. Belki de o anda yerin dibine girmeye de razıydı. İşte şimdi sağ gözünün kirpiklerini sildi ve dans pistinden indi.
Dans pistine tekrar Pavıl çıktı, o oldukça eğlenceli ve komik bir şekilde dans etmeye başladı, ancak Lena onun tarafına dönüp bakmadı bile.
Salambi biraz oturduktan sonra gençlerin Şambulkin’in komik dansına gülmeye başlamalarıyla insan sesinden rahatsız olup kapıya doğru yürüdü, bunu sadece Lena ve Kolya fark etti.
Salambi çıkarken Kolya akordeon çalmayı bıraktı.
Pavıl “Ne o? dedi. “Sen içtimadaki asker gibi, sırada mı uyuyorsun?… Yorulduysan Vihtır’a ver, yaşlıları anarak çalın bir defa.”
Sıkılıp oturan Vihtır bildiği tek dans melodisini hevesle çalmaya başladı sonra her zamanki gibi akordeonun düğmelerine iki parmağıyla basıp hiçbir şeyi değiştirmeden sıkı bir şekilde aynı düzende çalmaya devam etti.
Lena dans müziğinin bitmesini beklemeden eve döndü. Elbiselerini değiştirip çabucak buzağıların yanına gitmesi gerekiyordu. Gece yarısı gelmiş olmasına rağmen evdekiler uyumamışlardı. Babası Salanov’un sunumunu överek anlatıyordu. Onun âdetiydi. Böyle toplantılardan kimin ne anlattığını eve döner dönmez hemen karısına anlatırdı. Kızının soğuk bir şekilde geldiğini fark etmedi o. Sadece kızın annesi fark etti, ancak hiçbir şey söylemedi… Yarın sorup öğrenir nasılsa. İşte, kız büyütmenin derdini tasasını analar bilir, ya bu kız çocuklarının anaları olmasaydı halleri ne olurdu…
Начислим
+3
Покупайте книги и получайте бонусы в Литрес, Читай-городе и Буквоеде.
Участвовать в бонусной программе