Читать книгу: «1.ci Dünya Savaşı»
© 2021 - History Nerds, Aleksa Vučković
1 ci Dünya Savaşı: Adanmış Bir Nesil
Author: History Nerds ve Aleksa Vuckovic
Translator: Bahtisen Yavuz
İçindekiler Tablosu
© 2021 - History Nerds, Aleksa Vučković
Giriş
Bölüm 1Sahneyi savaşa hazırlama: Arka Planı
1.1 – Güçler Savaşı
1.2- Bosna Krizi ve Savaşa Açılan Patika
Bölüm IISarayevo Suikastı: Ateşi yakan kıvılcım 2.1 – Balkan Savaşları
2.2 – Özgürlük Çığlığı
Bölüm IIIBüyük Savaş Başlıyor3.1 –Ultimatom
3.2 – Savaşa Sürüklenme
3.3 – Sırbistan Harekatı
Bölüm IVBatı Cephesi
4.2 – Savaşın Şiddeti
4.3 – Yıkım büyüyor: Verdun Muharebesi
Chapter VDağlarda: Italya Cephesi
Bölüm VIHarekatlar Savaşı: Doğu Cephesi
6.2 – Tablo Değişiyor
6.3 – Brusilov Adım Atıyor
Bölüm VIISavaşın Öncü Teknolojileri
7.1 – Uçakların Yükselişi
7.2 –Zırhlı Şövalyeler: Tanklar
Bölüm VIIIMevzi Savaşı ve Zaiyat Savaşı
Bölüm IXPasifik ve Asya – Donanma Üstünlüğü İçin Mücadele
9.1 – Üstünlük Sağlama
Bölüm XAfrika Aslanını Yenme: Afrika Akınları
10.2 – Aslan Direnmeye Devam Ediyor
Bölüm XIBüyük Savaşta Osmanlı İmparatorluğu
Bölüm XIITahrik Eden Anlaşmazlık: Birleşik Devletler Savaşa Girer
12.1 – Batı Cephesinde Revizyon
Bölüm XIIIKırılma Noktası: Ateşkesler ve Tavizler
Bölüm XIVBitmekten Çok Uzak: Birinci Dünya Savaşının Sonrası
14.2 – Özgürlüğün Acı Tadı
Bölüm XVZayiatlar
Savaş hiç değişmez. Şekli ne olursa olsun, insan doğasının ve en kötü yönlerinin bir kaotik bir gösterimidir. Savaş nereye yürürse oraya ölüm getirir. Fakat Birinci Dünya Savaşı vakasında, bunun ölçeğ...
Sonuç
Giriş
Bir yazar ve bir tarihçi için en büyük zorluk, böylesine geniş kapsamlı ve önemli bir konudan alnının akıyla çıkmaktır. Günümüzü, yani bir asır sonrasını düşündüğümüzde, Birinci Dünya Savaşı son derece detaylı araştırılabilir ve her yönüyle keşfedilebilir. Fakat bunu yazmaya kalkışınca ve Dünya tarihinin bu en acımasız döneminin resmini yansıtmaya karar verince, en büyük engelle karşılaşıyorsunuz: hatta daha ilk kelimeye başlamadan. Problem şuradan kaynaklanıyor: İlk gerçek Dünya Savaşını ve bu depremin çelişkilerini adil bir şekilde nasıl resimleyeceksin? Bu global çatışmanın girdabında kaybolan milyonlarca hayatı nasıl tarafsızca resmedeceksin ve bunu yaparken de, bu kitapta, dünyanın pek çok savaş yıkığı köşesinde sonsuza kadar kaybolmuş hayatlara saygıda kusur etmeyeceksin.
Bir yazar ve tutkulu bir tarihçi olarak, bu zorluğu kendime rehber edindim-hatta bu kitabı yazmaya başlamadan önce. Birinci Dünya Savaşı vizyonunu gelecek nesillere hakkıyla taşımak için bunun anlaşılması, bilinmesi ve hatırlanması gerekmektedir. Çünkü savaşın sonu zafer de olsa, kurban vermeden ve başarısızlıklarla karşılaşılmadan bu gerçekleşemez. Söz konusu bu olunca, bu çalışma dünyayı saran bu global savaşın tüm yönlerini yansıtma gayretinde olacaktır. Batı cephelerinin siperlerinden, Balkan Cephesinde göğüs göğse savaşlara kadar bir tarama yapmak ve kurban olan insanları anmak gerekmektedir. Bu geniş kapsamlı konuyla boğuşurken, bir başka kritik konu daha var ki; mutlaka ele alınması gerekir. Bu konu diyalogdur. Bugün, bir asırdan fazla süre önce gerçekleşmiş olan global bir savaşı her yönüyle ele almamız, nedenlerini ve modern, çağdaş dünyaya etkilerini incelememiz gerekmektedir. Bu Büyük Savaş, dönemin tarihçilerince açıklandı ve tartışıldı. Ve bugün, onların birikmiş çalışmalarında ve tarih literatürü boyunca seçkin bir kaynak oluşturmuştur.
20ci yüzyılın ilk onlu türbülanslı yıllarından bu yana çok şey değişti ve tarih o günlerden beri hiç nefes alamadı, hiçbir şey artık aynı değildi. Yalnız, bir daha da o günlerin toplu cinneti, yani 1ci Dünya Savaşındaki o denli bir vahşet bu kadar geniş bir alana yayılmadı. Monarşilerin şaşaalı zamanları ile çöküş dönemleri arasında, yani eski geleneklerden yeni teknolojilerle tanışılan, baskı altındaki halkların özgürlük çığlıkları atmaya başladığı bir dönemde, dünya nefesini tutmuştu. 1914 ün ilk aylarından itibaren tüm dünya, korku ve merakla Avrupa’nın savaş uçurumunun dibinde sallanmasını izliyordu. Fakat, ne yazık ki, savaş kaçınılmazdı ve Avrupa savaşa girdi ve dünya da ardından takip etti. Başlangıçta iki devlet arasında gibi başlayan bir çatışma, daha sonra Büyük Savaş ve ardından da 1 ci Dünya Savaşı olarak adlandırılan gerçek bir dünya savaşına dönüştü. 28 Temmuz 1914 de başladı ve 11 Kasım 1918 e kadar sürdü, ardında milyonlarca can kaybı bırakarak. Bugün, 1 ci Dünya Savaşı insanlık tarihindeki en ölümcül ve en vahşi savaşı olarak addedilir ve bedeli Avrupa’nın bir koca mezarlığa dönüşmesi- savaşın alevlerine yürüyen 60 milyon ana, baba, oğul, kız, bacı, kardeş olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı, pek çok yönden de ilklerin savaşıdır. Dünyanın en kritik zamanlarında -eski geleneklerin hızla kaybolduğu ve yerini büyük oranda endüstrinin aldığı bir dönemde geldi. Bu endüstri de çok geçmeden askeri amaçlara yönelmeye başladı ve geleneksel savaş yöntemlerinin yerini gelişmiş silahlar almaya başladı. Ve bu da beraberinde, daha gelişmiş yöntemler ve daha yıkıcı ve kitlesel ölümlere sebep olan silahları getirdi. Cepheler genişlemeye başladı ve savaş yerden havaya, sonra da denize yayıldı. Pek çok yönden, insanlığa tarihin en kötüsünü yaşatan bir savaş oldu. Piyade savaşları ve düşmanların birbirine karşı savaş kurallarını uyguladığı günler çok gerilerde kalmıştı. Tüfek icat olmuş mertlik bozulmuştu. Muharebe meydanlarındaki şerefli göğüs göğse çatışmalarda yaşanan savaş namusu çoktan unutulmuştu. Birinci Dünya Savaşı, dünyayı uçaklar, bombardımanlar ve açlıktan ölümler çağına taşıdı. Dünyayı önce, zehirli gaz savaşları ve hava hakimiyeti ile genişleyen cepheler bataklığına itti. Evet, ilklerin savaşıydı ve dünyayı öyle bir uçuruma sürükledi ki; geri dönülemez yaralar açtı. Ve şimdi, Birinci Dünya Savaşından yıllar sonra, savaşlar yine asla eskisi gibi olmayacak.
Bölüm 1
Sahneyi savaşa hazırlama: Arka Planı
Savaşa sebep olan en can alıcı sebeplere ve olaylara direkt olarak gömülmeden önce, 20 ci yüzyıla gelirken dünyada olan değişiklileri ve gelişmeleri yansıtmak son derece önemlidir. Bu gelişmeler oldukça dinamik ve bir o kadar da düzensizdi. Ve en önemlisi de sanayi idi. Başlangıçta, sanayi büyük ölçüde kentlerde hayata geçirildi ve kırsal kesimler geleneksel hayatlarına devam ettiler. Fakat çok geçmeden, bu da değişmeye başlayacaktı. Dikkatler büyük bir hızla sanayileşmeye çevrildi ve bu da pek çok şeyi değiştirdi. Endüstrileşme, kentleşmeyi getirdi ve ardından da kentsel alanlar ve kent merkezlerinin sayısı artmaya başladı. Bu durum da, tüm Avrupa’da demografik değişikliklere yol açmıştır. Binlerce istihdam yaratan büyük ortaklıklar ve fabrikaların ortaya çıkması ve buharlı makinalardan petrole geçişle birlikte, Avrupa ve diğer dünya ülkelerinin, artık kırsal hayatın yavaş yavaş zayıflayacağı yeni bir dünya düzenine doğru kaydıkları belli olmaya başlamıştı.
Bir başka kritik değişiklik de, dünya demografisinde meydana geldi. Başlangıçta Avrupa gerçek bir popülasyon patlaması yaşadı. İlk 20 yıl boyunca, büyük sanayi işletmelerinde, pek çok Avrupalının daha iyi iş imkanı ve daha iyi bir hayat imkanı bulmak için kendilerini Kuzey Amerika kıyılarında bulması nedeniyle oluşan büyük iş gücü açığından dolayı Avrupa, çok yüksek boyutlarda göçlere sahne oldu. Avrupa’da, yani ülkelerinde kalanlar ise kentlerdeki imkanları keşfetmişlerdi. Kentlere ve gelişmiş bölgelere doğru göçler başladı ve pek çok şehir on yıldan daha kısa sürede hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Bu hızlı gelişme de sınıf farklılıklarında gözle görülür bir uçurum yaratmaya başladı: gelişen sanayiler ve ticaret zenginliğin yeni kaynağı idi ve profesyonel, ticari ve beyaz yakalı orta sınıfın yeni kaynağıydı. Diğer yandan da, nüfus artışı ve kırsal kesimden kentlere hızlı akış neticesinde alt sınıfta ve mavi yakalı ailelerde yoksulluk had safhaya varmaya başlamıştı. Bu çalışan aileler genelde ortalama dört çocuk sahibi idiler ve kötü şartlardaki apartman bloklarında berbat şartlarda yaşıyorlardı. Sınıflar arası uçurumlar 20 ci yüzyılın başlarında hayatın her alanında kendini göstermeye başladı. yavaş yavaş göze çarpmaya başladı . Ayırımcılık tüm kentsel çevrelerde rastlanır oldu, özellikle de kıyafetlerde ve zenginlerle fakirler arasındaki sosyal alışkanlıklarda.
1.1 – Güçler Savaşı
19 cu yüzyılın ortasındaki “Sanayi Devriminin liderlerinden birisi, sanayi devi olma yolunda ilerleyen ve “Dünyanın atölyesi” olarak adlandırılan İngiltere olmuştur. Ne var ki, diğer Avrupalı güçler, güç ve zenginlik üzerinden bir yarış yaratarak, çok geçmeden ona yetişmeye başladılar. 1870lerde, Almanya kömür, çelik ve demir üretiminde hızlı bir şekilde sanayisini genişletti ve 1913 de sanayi liderliğini İngiltere’den devraldı. Bununla beraber, Avrupa’nın dışında, Amerika dünyanın en güçlü ve tartışmasız en büyüğü oldu. Fakat Avrupa’da büyük bir dengesizlik yaratılmıştı. Küçük uluslar, yarışmaya ve Almanya’nın hızlı gelişimini yakalama mücadelesine başladılar ve güçler arası seviyedeki bu açık kapatılamaz düzeye gelmişti. Güçler arası seviye uçurumu o denli fazla idi ki, ilerleyen zamanlarda çok ciddi sonuçlar doğuracaktı.
19 cu yüzyılın sonlarından başlayarak, daha sonraki zamanlarda Ulusalcılık da baş göstermeye başladı. Bu durum tabii ki egemen güçlerin işine geliyordu. Vatandaşlar üzerinde egemenlik kurmak, oyları garantilemek ve çalışan sınıfları vatandaşlık hissiyatına yöneltmek işlerini kolaylaştırıyordu. Bu hissiyat ayrıca Avrupa’da gittikçe göze çarpmaya başlayan sınıflar arası keskin ayırımı da yumuşatıyordu . Devletlerinin güvenliği söz konusu olunca, gerisi teferruat oluyordu ve herkesi bu duygu etrafında birleştiriyordu. Emperyalizm, Nasyonalizm ve vatanseverlik, en yoksul insanların bile ulusun genel olarak paylaştığı hassasiyetler etrafında toplanmaları için en etkili araçlardı.
19 cu yüzyılın büyük bölümünde, Avrupa’nın egemen güçleri sınıflar arasında denge sağlamak için mücadele etmekteydi. Bu mücadele, pek çok karmaşık askeri ittifaklar ve ticaret ilişkilerini doğurdu. Lider güç olan Almanya’nın başındaki yaşlı Şansölye Otto Von Bismarck, bu dengeyi gözeterek bir barış tahsis etmek istedi. Yarış halindeki lider güçleri control altında tutmak için, Rusya ile Avurturya-Macaristan arasında bir anlaşma imzalattı ve Fransayı diplomatik izolasyona tabii tutarak onu ittifaka almadı. He Avrupa’nın ve hem de Almanya’nın çıkarlarına uygun pek çok ittifak ve anlaşma yaptı. Bunlardan birisi, Rusya ile Almanya arasında yapılan ve 1897-1890 yılları arasında yürürlükte kalan diplomatic bir anlaşma olan , “İkili Güvenlik Anlaşması” idi ve büyük güçlerden birisi ile hangisi savaşa girerse diğeri tarafsız kalacaktı. Bu anlaşma Avrupa’da ne yazık ki barışın son sigortasıydı: Bismarck 1890 da istifa eder etmez, tüm politikaları ve emekleri yok sayıldı.
İkili Güvenlik Anlaşması çok geçmeden lav edildi ve geçersiz sayıldı ve yerine Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında savunma anlaşması olan, “İkili İttifak” anlaşması yapıldı. Bir müddet sonra da ittifak genişletildi ve İtalya da dahil edildi. Bunlar hep Bismarck’dan sonra göreve gelen ve Bismarck’ın diplomatic kabiliyetlerinden yoksun, yeteneksiz Şansölye Leo Von Caprivi’nin marifetleriydi.
Gerçek şu idi ki, Avrupa’nın gücü ittifakların gücü üzerine kuruluydu ve bu ittifaklar ilerleyen zamanlarda savaşa karşı kesin güvenlik işlevi görecekti. Almanya Üçlü İttifak işine girince, bu durum Rusya’ya yeni ittifak arayışı inisiyatifini sağladı. Bu da, 1891-1914 yılları arasında yürürlükte kalacak olan Franco-Rus anlaşması sonucunu doğurdu. Daha sonra bu anlaşmaya Büyük Britanya da katılacaktı ve Üçlü Antante ile sonuçlanacaktı. Böylece, savaş sırasında birbirine yardım etme temeline dayalı iki karşı ittifak bloku oluştu. Bu oluşum, ayak sesleri gelmekte olan savaşın en büyük katılımlarını yarattı.
19 cu yüzyılın sonlarında başlayıp, 20 ci yüzyıla taşınan Alman-Büyük Britanya düşmanlığı iyice derinleşmeye başlamıştı. Avrupa’nın liderliğini alma yarışı ve buna eklenen ikili ilişkiler bu iki güç arasında silahlanma savaşına sebep oldu. Bu silahlanma yarışı sonrasında deniz kuvvetlerine odaklandı: 1897 de Alman Amiral Alfred Von Tirpitz, Anglo-Alman yarışını başlattı. Amacı Britanya’ya meydan okuyacak güçlü bir deniz kuvvetleri oluşturmak ve onu diplomatic tavize zorlamaktı. Fakat gerçekte, Almanya Bahriyesi, “donanma varlığı” olarak kalabildi yani sadece limanda işlev görebilecekti ve ancak limandan çıkmadan kontrolü elinde tutabilecekti. Gerçek şu idi ki, bir çatışmada donanmanın bu şekilde zafer kazanması imkansızdı.
Kayzer 2 ci Wilhelm’in donanma sekreteri Tirpitz, Büyük Briranya’ya karşı politik üstünlük sağlamanın tek yolunun donanma üstünlüğü olduğu konusunda ikna olmuştu ve Almanya’nın deniz aşırı yayılması ve donanma gücü konusunda son derece ateşliydi . Kayzer, Triptz’in planını onayladı ve yürürlüğe koydu.
Alman Reich Donanma Ofisi bu nedenle, hedefi en az 60 adet savaş gemisini donanmaya katarak Alman filosunu genişletmek olan uzun vadeli çalışmalarını başlattı. Bu yeni nesil donanma malzemeleri, bahriye anlayışına farklı bir boyut kattı: artık tonaj, büyüklük ve silah kalibresi önem kazanmaya başladı. Hız ve baskınlar artık odak noktasında değildi, onun yerini döküm yük ve büyüklük ve düşman ateşine mümkün olduğunca uzun süre dayanma yeteneği aldı. Tabii ki, beklenen olmuştu ve yeni donanma genişlemesi Alman ekonomik altyapısını fena halde vurmuştu. 1908 de Alman Reichstag, üretimi her yıl dört savaş gemisine yükseltmeyi öngören dördüncü bahriye bütçesini onayladı. Fakat aynı yıl Bosna krizi patlayınca, Alman bütçesinin çoğu askeri harcamalara yöneldi. Alman Şansölyesi, Bernhard Von Bülow ülkenin aynı anda hem Avrupa’nın en büyük askeri gücü ve hem de en büyük donanma gücü olması ihtimalinin pek gerçekçi olamayacağı sonucuna vardı. Bu durum da, Tirpitz’in planlarının sorgulanmasına sebep oldu.
Bu arada İngiliz Hükümeti, en büyük potansiyel tehlikeyi Almanya’nın donanma güçlendirme çalışmalarında değil, iç politik çevrelerde görüyordu. Tansiyon gittikçe yükseliyordu ve Almanya’nın donanmasını genişlettiği haberi 1908 de İngiliz Deniz Kuvvetlerince yayınlanan ve Berlin kaynaklı, Alman savaş gücünün yeni savaş gemileri inşasıyla yeniden yapılandırıldığı haberini içeren bir rapor kamuoyunun durumdan haberdar olmasına sebep oldu. Nitekim, bu durum hem kamuoyunda hem de bazı hükümet çevrelerince İngiliz deniz kuvvetlerine yeni dretnotların ilave edilmesi talebini dile getiren seslerin yükselmesine sebep oldu. Bu nedenle, 1909 da İngiltere Baş Bakanı Herbert Henry Asquith, ertesi yıldan başlayarak her yıl dört dretnotun donanmaya eklenmesi teklifini sundu. Bu teklif , 1910 da Kamu Bütçesi olarak bütçeden geçti ve onaylandı.
Uzun vadede, Almanya’nın silahlanma yarışı beklendiği kadar başarılı değildi. 1914 de halen yüksek tonajlı gemi eksikleri vardı. İngiltere’nin her biri 2,205,000 tonluk 29 gemisine karşın, Almanya’nın her biri 1,019,000 ton 17 adet dretnotu vardı.
1.2- Bosna Krizi ve Savaşa Açılan Patika
Avrupa’da mevcut krizi daha da derinleştiren bir sonraki ana türbülans 1908 de patlak veren Bosna Krizidir. Artan etnik tansiyon ve yurttaşçılık ve milliyetçilik eğilimlerinin yükselişi tüm kıtaya salgın şeklinde yayılmaya başlamıştı ve özellikle de eski zamanlardan beri çoklu etnik yapı, çoklu dinler halinde yaşayan Balkanlarda bu durum daha da gözle görülecek hale gelmeye başladı. Dolayısıyla, Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında olan Bosna Hersek’i ilhak kararının tansiyonu iyice zirveye ulaştırması sürpriz olmayacaktı.
Rusya-Osmanlı ihtilafının ardından Balkanlar’da yönetimlere karşı isyanların patlak vermesi sonrası Bölge, 1878 de güçlü Avustro-Macar hakimiyetine girdi. Avusturya-Macaristan, Bosna üzerindeki iddialarına, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki toprak ve hükümranlık bölüşümünü amaçlayan ve Rusya ile aralarında gizli bir şekilde imzalanan 1877 Budapeşte Konvansiyonlarını dayanak yaptı.
1908 de gerçekleşen ilhak mükemmel zamanlanmıştı ve 1908 de Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılma deklarasyonuyla aynı zamana denk gelmişti. Bu durum Büyük Güç’ler arasında çok büyük protestolara sebep oldu, özellikle de Avusturya-Macaristan’ın yakın komşuları Sırbistan ve Karadağ tarafından. İlhak çok geçmeden Avusturya’nın müttefikleriyle ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu ve Sırbistan ve öteki Slav etnisitelerle soğukluğa sebep oldu, özellikle de İlhak altındaki Bosna’da. Ortodoks ve slav Sırbistan’ın kardeşi Rusya da öfke duymaktaydı. Balkanlar kısa bir süre sonra Avrupa’nın barut fıçısı olma sıfatını kazanacaktı.
Bundan önce, Osmanlı hükümranlığı altında yaklaşık beş yüz sene akıllı uslu yaşamış Balkanlar, yükselen milliyetçilik dalgası ile ardı arkasına isyanlara sahne olmaya başladı. Bunların en önemlisi, Sırp Bağımsızlık Savaşı olarak da bilinen, 1876-1878 Sırp-Osmanlı savaşlarıdır. Savaşlar 1875 de Hersek’teki Sırp ayaklanmasının ardından, Balkanlar’daki Hıristiyan ayaklanmalarının alevlenmesinin ardından gerçekleşti. Bunu, 28 Temmuz 1876 da Sırbistan’ın Osmanlı İmparatorluğuna savaş açması takip etti. Esas çatışmalar şimdiki Güneydoğu Sırbistan çevresinde yoğunlaştı ve sonunda Sırp tarafının art arda mağlubiyetleri ve geri çekilmesiyle sonuçlandı. Bu mağlubiyetlerin ardından, Sırp Hükümeti büyük Avrupa güçlerine bir mektupla başvurarak aracı olmalarını ve anlaşmazlıkta diplomatik çözüme yardımcı olmalarını talep etti. Bu durum sadece bir aylık bir ateşkes sağladı ve savaş bunun ardından kaldığı yerden devam etti. Ne var ki, Sırplar bir kez daha Osmanlılara karşı hiç bir ilerleme sağlayamadı. O sırada Rusya müdahil oldu ve Osmanlıları ateşkese zorlamak için savaş açmakla tehdit etti. Bu durum, Sırp-Osmanlı savaşının bitmesini sağladı.
Çok geçmeden, Rusya Sırbistan’a ilk askeri yardımı yaptı ve daha sonra da anlaşmazlığı 1877 de yenileyerek ikinci savaş olarak bilinen safhaya taşıdı. İki ay kadar süren ikinci safha Sırbistan’ın kesin zaferiyle sonuçlandı ve bu bölgenin büyük bir bölümünden Osmanlıları ve diğer Müslüman ahaliyi kırıma uğratarak güneydoğu topraklarının büyük kısmını tekrar kazandı. Savaşın ardından kazanımlarını 1878 de Alman Şansölyesi Otto Con Bismarck liderliğinde Berlin Kongresi ile dikte ettiler. Buna göre, Sırbistan kazandığı toprakları genişletti ve bağımsız bir ülke olarak resmen uluslararası arenada tanınmış oldu. Ancak, Kongre hiç bir çözüm getirmedi. Rusya ile Avusturya-Macaristan arasındaki tansiyon gittikçe yükseliyordu ve Balkanlar rahat değildi. Birinci ve İkinci Balkan harpleri bunun hemen bir kaç yıl ardından başladı ve Büyük Savaşa giden yolda bütün Avrupa’da huzursuzlukları iyice körükledi.
Bölüm II
Sarayevo Suikastı: Ateşi yakan kıvılcım
2.1 – Balkan Savaşları
Balkanlarda Slav milliyetçiliğinin yükselişi, Avusturya-Macaristan’ın baş ağrılarından biri haline gelmişti. Özellikle de Sırbistan topraklarının dışındaki Sırp azınlıklar arasında huzursuzluk had safhadaydı. Sırplar, yüzyıllardır bu bölgelerde yani Karadağ, Dalmaçya, Hırvatistan askeri sınırları, Zumberak dağları ve Bosna’da yerleşmişlerdi. Onlarınki, Güney Slav etnisitesinin de zamanla eşlik ettiği, memnuniyetsizliğin en yüksek sesle dillendirilmesi idi. Balkan bölgesi 1908 den sonra da, zayıflamış ve parçalanmış Osmanlı İmparatorluğu ile Balkan birliği adı altında birleşen Balkan halkları arasında yapılan 1912-1913 Balkan savaşlarından sonra da istikrarsızlık yaşamaya devam etti. Balkan savaşları, zayıflamış ve “Avrupa’nın hasta adamı” ismiyle anılmaya başlamış Osmanlılar için devasa bir felaketti ve bölgede istikrar ve gücü yeniden ele geçirmeyi hayal bile edemeyecek durumdaydılar. Balkan Birliğinde Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ vardı ve Rusya ile İtalyan gönüllüler tarafından destekleniyordu. Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan tarafından destekleniyordu.
Kırılgan Balkan Birliği, tüm katılımcı ülkelere toprak genişlemesi ve benzeri vaatlerde bulunan sözleşmeyle bir araya gelmişlerdi. Avrupa’nın ana güçleri bu çatışmayı önlemek için nafile bir gayret içindeydiler ve Eylül ayında, her iki taraf da harekete geçti. Ekim 1912-1913 arasında devam eden Birinci savaş son derece hızlıydı ve Balkan Birliğine çok büyük bir başarı getirdi. Her ne kadar Birlik ilk başlarda kalitesiz gibi görünse de Osmanlılara karşı inanılmaz stratejik avantajlar kazandılar. Her parti için çok büyük kayıplar söz konusu olmuş olmasına ragmen, savaş Balkan Birliğinin kesin zaferiyle ve Osmanlıların tamamen kaybetmesi ile sonuçlanmıştı. Osmanlılar, Avrupa’daki topraklarının %83 ünü ve Avrupa popülasyonunun yarısından fazlasını kaybetti.
Hemen ardından 1913 de İkinci Balkan Savaşı başladı ve sadece 33 gün sürdü. Bulgaristan kazandığı topraklardan memnun kalmadığından, önceki müttefikleri Sırbistan ve Yunanistan’a karşı cephe aldı ve savaş ilan etti. Memnuniyetsizliğin ana kaynağı, yarısı Bulgaristan topraklarında, diğer yarısı da Eski Sırbistan topraklarında olan Makedonya idi. Daha da ötesi, birinci savaşın ardından Arnavutluk’un bağımsızlık ilanı Sırbistan için ciddi bir tehdit idi. Bulgarlar 29 Haziran 1913 de Yunanistan ve Sırbistan üzerine büyük bir hücumla savaşı başlattılar. Daha sonra, çok toprak kaybeden Romanya da , Bulgaristan’la sayısız toprak kavgasının ardından Bulgaristan’a karşı savaşa katıldı. Kısa çatışmalar ve bir dizi yenilgiden sonra, Bulgaristan savaşı ve daha önce kazandığı toprakları da kaybetti. İkinci savaş, bölgeyi iyiden iyiye istikrarsızlaştırdı ve bu durum ilerleyen zamanlarda tüm Avrupa’yı kapsayan daha büyük bir savaşa dönecekti.
Бесплатный фрагмент закончился.