Читать книгу: «Kırgız Konar Göçerleri», страница 3
Yönetimleri
Kırgız uruularının yönetimlerinde bek, biy ve manap gibi idarecilerin önemli bir yeri vardı. Bu bağlamda XIX. yüzyılın başlarına kadar olan devrede, uruuların sosyal düzeninin sağlanması ve hukukî meselelerinin halledilmesinde, biy unvanıyla bilinen idareciler önemli bir fonksiyona sahiptiler. Diğer bir ifadeyle biyler, uruunun hem iç işlerinde hem de dış ilişkilerinde yegane temsilci durumundaydılar111. Bu durum Sayaklar için de geçerli idi. Ancak özellikle XIX. yüzyılda manap unvanıyla bilinen idarecilerin yaygınlaşmaya başlamasıyla biylerin idaredeki yetkilerinin azalmaya başladığı görülmektedir. Bu idarî yetkilerin azalması çerçevesinde biyler, manaplara bağlı olarak daha çok “ayıl” (ağıl, köy, mahalle) şeklinde yaşayan küçük urukların yöneticisi durumuna gelmişlerdir. Bunun yanında her hangi bir ayılda uruk yöneticisi olmayan bazı biyler de vardı. Bu biyler, daha çok çoñ manap ve orto manap olarak bilinen manapların yanında, onların yardımcısı gibi halkın bazı hukukî ve toplumsal meselelerine bakmakta idiler112. Bu bağlamda manapların idaresi altında bulunan biylerin daha ziyade “er öltürüü” (insan öldürme), “ata murası” (veraset), “üy-bülö maseleleri” (ailevî sorunlar) ve “uuruluk” (hırsızlık) gibi toplumda sık sık görülen hukukî ve sosyal meselelerin halledilmesi ile uğraştıkları belirtilmelidir.
Kırgız uruuları arasında eskiden er öltürüü olayı en sık görülen ve yaygın olan hukukî sorunlardan biri idi. Türkçede genelde “adam” veya “kişi” manasında kullanılan “er” kelimesi, Kırgız uruularında baatır veya saygın olan kimseler için kullanılan bir tabirdi. Er öltürüü ise uruu içindeki büyüklerin öldürülmesi anlamına geliyordu. Sıradan kimselerin öldürülmesine pek er öltürüü denmezdi. Er öltürüü adıyla bilinen meseleler, daha çok “cılkı tiyüü”113 denen at hırsızlığı esnasında vuku bulurdu. Bu gibi olaylar ortaya çıktığında, biyler hemen bu işin hallolması için bir girişimde bulunmazlardı. Önce ölen kimsenin tarafı durumu değerlendirirdi. Biylerden başka manapların veya uruu içindeki itibarlı kimselerin de katıldığı bu değerlendirmeler sonucunda, ya “kanga kan” (kana kan) diye intikam alma yoluna gidilir ya da “kara-payım el kırılbasın” (fakir fukara kırılmasın) anlayışıyla, er kişiyi öldüren taraf affedilebilirdi. Ancak bu af karşılığında öldüren kimsenin tarafı, ceza olarak maddî bir bedel ödemek mecburiyetinde kalırdı. Bu bedelin ödenmesi esnasında sanki hukukçu gibi iki tarafın biyleri devreye girer ve ölen kimsenin kan bedelini tespit ederlerdi. Ölen kimsenin değeri anlamındaki bu bedele “kun” denirdi. Bedeli ödeyen taraf için ise buna “ayıp” adı verilirdi. İki taraf arasındaki kun bedelinin ne kadar olacağı, ölen kimsenin nüfuzuna ve itibarına göre değişirdi. Bu bedel, genel olarak 100-500 at arasında olabilirdi.
Burada bir hususa daha işaret etmek lazımdır. O da bu gibi olaylarda normal ve sıradan kimselerin de ölmesi idi. Bu kimseler öldüğünde, baatır veya itibarlı kimselerin öldürülmesi gibi bir bedel istenmesi yönüne gidilmezdi. Hatta bedel ödeme bakımından bunlara “Kedeydin ölgönü ittin ölgönü” (Fakirin ölümü köpeğin ölümü gibi) denerek bir değer dahi biçilmeyebilirdi.
Biyler, genelde manaplara bağlı oldukları için, her hangi bir olay karşısında verecekleri kararda ister istemez manapların tesiri altında kalırlardı. Bu durum zamanla bazı biylerin halka karşı adaletsiz olmalarına tesir etmiştir. Nitekim halk arasında “Tuura biyde tuugan cok / Tuugançıl biyde ıyman cok” (Doğru biyde akraba olmaz, doğru olmayanda da iman olmaz) sözü, biylerin bu davranışlar karşısında halk arasına yerleşmiş bir ifade olmalıdır.
Manap olan kimseler, biylerden farklı olarak genelde bir bölgede yaşayan bir büyük uruunun veya geniş bir bölgedeki birkaç uruunun en büyük idarecisi durumunda idiler. Sayak Uruu’nun manapları, yönetimleri altında bulunan halkın nüfus kesafetine ve şahsî varlıklarına göre “çoñ manap”, “orto manap”, “çala manap” ve “bala manap” olarak bilinmekteydiler.
Çoñ Manap’ın kendi bölgesindeki idarî yetkisi çok genişti. Bu cümleden olarak bulunduğu bölgede başta toprak olmak üzere av hayvanları vesaire onun özel malı gibiydi. Ayrıca halktan toplanan bazı vergiler de kendisi adına alınırdı. Bu vergiler arasında hayvanlara sahip oldukları için “çöp ooz” (ot ağız); hane anlamındaki “tütün”; “curtçuluk”; manaplara ait yerleri hayvanları için kullandıklarından “tuyak başı”(hayvan vergisi); manap ile bayların yemeği için “soyuş” (kesilecek hayvan) ve şölenlerin yapılması için “koşumça” adıyla bilinenleri özellikle belirtmek lazımdır.
Manaplar, aslında kendi halkı üzerinde oldukça otoriter bir yönetim kurmuşlardı. Bunlar, yeri geldiğinde halkın her bir üyesinin işine müdahil olabilirlerdi. Meselâ uruu veya uruk mensuplarından biri evinde bir koyun veya keçi kesmişse, etin bir parçasını oradaki çoñ manap’a veya orto manap’a “ooz tiygizüü” (ağız tadımlığı) için veya avcılar avdan döndükten sonra vurdukları hayvanın bir kısmını manaplarına hediye etmek mecburiyetinde idiler. Onların bu ikram ve hediyeleri hem bir saygıdan hem de onlara itaatten ileri geliyordu. Aksi takdirde manaplar arasında onların mallarına el koyabilenler ve “ençi”sine (kendi üzerine) geçirebilenler çıkabilirdi. Bunun yanında gelen misafirler halk ve aileler tarafından ağırlanmadığı takdirde, âdeti bozdukları düşüncesiyle manaplar tarafından hoş görülmeyebilirdi114.
Sayaklarda manaplardan sonra yönetimde etkili olanlar arasında “aksakal”ların mevcudiyeti dikkati çekmektedir. Aksakallar, uruular arasındaki ve uruu içindeki büyük anlaşmazlıklara bakan ve aynı zamanda zor durumlarda idarecinin ilk başvurduğu kimseler veya danışmanlar olarak karşımıza çıkmaktadır115. Uruular arasında meydana gelen büyük anlaşmazlıklar ancak aksakalların araya girmesiyle çözülebilirdi. Bu gibi büyük olaylar meydana geldiğinde, biyin kararına pek uyulmayacağından, halk “Aksakaldar çeçsin” veya “Kalıstar söz kessin” (Âdil olanlar söz kessin) derlerdi. Zira, aksakal tabiri, yaşlı anlamından ziyade, doğruyu söyleyen, âdil ve saygılı olan kimse anlamına geliyordu. Bu bakımdan aksakalların resmî bir idarî yetkisi olmamasına rağmen, toplumdaki manevî değerleri, manaplardan daha büyüktü. Hatta uruularla ilgili en önemli konularda manapın ve biyin değil, aksakalların sözü daha tesirli olabilirdi.
Uruuların yönetiminde “baatır olarak bilinen kişilerin önemli bir yeri vardı. Baatırlar, doğuştan pehlivan olan, kahraman ve cesareti ile tanınan kişilerdi. Hatta bazı baatırlar, uruuların bizzat yönetimine de bakarlardı. Nitekim XIX. yüzyılda Dörbölcün’deki Sayak grupları arasında Kasımbek ve Musakoco gibi uruu idarecileri olmasına rağmen, Taylak ve Atantay adlı iki büyük baatır kardeş, içinden çıktıkları urukların idarelerini kendi ellerine almışlardı116. Ayrıca Hokand Hanlığı ve Çin ile olan çetin mücadeleler esnasında bu iki baatır, idarî açıdan halkın en çok güvendiği şahsiyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Baatırların kahramanlığı, daha çok düşman baskınına uğranıldığı zamanlarda ve “cut” olarak bilinen kıtlık yıllarında ortaya çıkardı. Kıtlık yıllarında onlar, nerede ise âdet haline gelen “cılkı tiyüü” yani at hırsızlığına çıkarlar ve böylece zor durumda olan halkının geçimini sağlarlardı117. Bu âdete göre, bir uruunun baatırları, diğer uruuların veya kavimlerin “örüş” (otlak) dedikleri yerlerinde otlattıkları at sürülerini çalarlar ve getirip halka dağıtırlardı. Bazan çalınan atların sayısı 100-600 arasında olabilirdi. Bu âdet daha çok kıtlık zamanlarında yapılır ve halk nazarında bir hırsızlıktan ziyade, eskiden beri devam eden bir gelenek olarak görülürdü.
İKİNCİ BÖLÜM
SOSYAL YAPI VE EKONOMİK FAALİYETLERİ
A) SOSYAL YAPILARI
Aile Yapısı
Aile, toplum olma anlayışının başında gelen en küçük ve temel bir birimdir. Kırgızlarda anne, baba ve onların çocukları bir aileyi oluşturmaktadır (bk. Resim. 2). Akrabalığın belirlenmesinde baba tarafı ve babanın erkek nesilleri önemli bir rol oynamaktadır. Baba tarafından oluşan akrabalığa “uruk” adı verilirdi. Baba tarafındaki kız çocuklar ise evlenip gittikleri ailenin uruk mensupları olarak kabul edilirlerdi. Türkçede “sülale” diyebileceğimiz birimin karşılığı olan urukların meydana getirdiği birime ise “uruu” adı verilmektedir.

Resim 2: Bir Sayak ailesi ve komşuları (F. Fiyelstrup, XX. yüzyıl başı)
Kırgızlarda aileye “üy bülöö” denirdi. Buradaki “üy”ün “ev”, “bülöö”nün “aile üyesi” anlamına geldiği belirtilmelidir. Üy bülöö kurmak, aileyi oluşturmak sorumluluk gerektiren bir işti. Hatta halk nazarında ailenin ne kadar önemli olduğu “Üy bülöö kiçine bir mamleket” (Aile küçük bir devlettir) ifadesinden de anlaşılmaktadır.
Kırgız ailesinde evin sahibi veya reisi baba idi. Ailede otorite babanın elinde bulunmakta idi. Ayrıca ailenin geçiminin sağlanması, korunması, yetişmiş evlatların evlendirilmesi gibi ailevî büyük sorumluluklar baba üzerinde toplanmıştı. Baba, ailenin birlik ve dayanışma içinde yaşamasını sağlardı. “Atañ barda el taanı / atıñ barda cer taanı” (Baban varken halkı tanı / atın varken dünyayı tanı) veya “Atanın sözü ok” (Babanın bir dediği iki edilmez) gibi halk arasındaki sözler, babanın aile ve toplumda önemli bir yere sahip olduğunu gösteren ifadelerdir. Bunun yanında, babanın erkek çocukları üzerinde üç özel görevinin olduğu bilinmektedir. Bu görevleri şu şekilde sıralamak mümkündür: “Uulga at cana cakşı tarbiya berüü” (Oğula ad verme ve iyi terbiye etme), “Uuldu sünnötkö oturguzuu” (Oğulu sünnet ettirmek) ve “Uulga ayal alıp berüü” (Oğulu evlendirmek). Halk nazarında bu üç şart veya görev, her babanın oğulları üzerinde yapmak zorunda olduğu asıl görevlerdi. Bu üç görev arasında yer alan uulga ayal alıp berüüden sonra, baba oğluna “men atalık mildetimden kutuldum” (ben babalık vazifemi yaptım) derdi. Bu da evlenmiş oğulun bir hane sahibi olduğunu, artık babasından ziyade kendisinin bir aile geçiminden sorumlu bulunduğunu belirten bir ifadeydi.
Bazı ailelerde “çoñ ata” (dede) ile “çoñ ene” (nine) de bulunurdu. Çoñ ata ile çoñ enenin bulunduğu ailenin teşkilinde şöyle bir yol izlendiği görülmektedir. Bir baba ile annenin erkek çocukları “tun” olarak bilinen ilk çocuktan veya büyükten başlayarak evlendiklerinde ayrı bir evde otururlardı. “Kence”118 adı verilen en küçük çocuk ise evlendiğinde anne ve babasının evinde oturur ve böylece çoñ ata ile çoñ enenin oturduğu aile vücut bulurdu. “Karısı bardın ırısı bar” (Yaşlısı olan evin kısmeti yüksektir) veya “Karının kebin kapka sal” (Yaşlı sözüne değer ver) gibi atasözleri, yaşlısı olan evin toplum gözündeki değerini belirtmektedir. Bu gibi ailelerde gelinler, evde devamlı yaşlı kimseler bulunduğu için, daha sakin, hoşgörülü ve aile kurallarına bağlı olurlardı. Tabiî olarak bu arada çocuklar, evde çoñ ata ile çoñ ene sayesinde temel aile değerlerini alırlardı.
Ailede babanın yanında anneye büyük bir değer verilmekteydi. Nitekim toplum içinde söylenen “Ayal cakşı er cakşı, vazir cakşı kan cakşı”119 (İyi kadın kocasını iyi eder, iyi vezir ise hükümdarını iyi eder) ve “Ayal üydün kutu” (Kadın evin “kut”u, bereket getiricisi) gibi sözler, annenin aile içindeki değerini yansıtmaktadır.
Kırgız uruularında ve buna bağlı olarak Sayak uruusunda tek evlilik daha hakimdi. Ancak toplumda sayıca küçümsenmeyecek oranda çok evlilik de vardı. Genelde çok evlilik zengin ve itibarlı kimselerde görülürdü. Manap veya biy olan kimselerin çoğu defa birden fazla hanımı olurdu. Bu bağlamda XIX. yüzyılın başlarında Cumgal’daki Sayakların manapı olan Kaçıke’nin dört hanımı, XIX. yüzyılın ortalarına doğru Toguz Toro’daki Sayakların manapı Osmon’un beş hanımı ve aynı yüzyılda yaşamış olan Dörbölcün’deki Sayak grubu arasındaki Kalpa adlı zengin kimsenin beş hanımı vardı120. Ancak bu çok evlilik, bazen çocuğu olmayan sıradan kimseler arasında da görülebilirdi. Nitekim Kurtka’daki Sayaklar arasında pek de zengin olmayan Isak adlı kimsenin, çocuğu olmadığı için “tuyak kalsın”121 diyerek dört hanımla evlendiği bilinmektedir122.
Çok evliliğin hakim olduğu ailelerde, ilk hanıma, saygıyı ve büyüklüğü ifade etmek için baybiçe123 denirken, diğer hanımlara tokol adı verilmekteydi. Ekonomik durumu iyi olan ailelerde, her hanımın kendi ak örgööleri124 (süslü boz üy) bulunurdu. Baybiçe’nin bulunduğu ak örgöö, “çoñ üy” diye adlandırılır ve tokol olarak bilinen hanımların evlerinin ortasında yer alırdı. Bazan tokol hanımlar arasında evin erkeğinin en çok sevdiği hanımı olurdu. Evlenen kişi için, her yeni evlenilen hanım, onun gözdesi gibi görünürdü. Ancak her yeni evlenmede, ilk gözdelerin itibarı biraz düşerdi. Bununla birlikte hanımlar arasında erkeğin yine de en ön sırada yer alan bir gözdesi olurdu. Bu durumda olan hanıma “Baydın körör közü” (Kocanın sevgilisi) denirdi.
Zengin ailelerin dışında veya tek evlilik olan ailelerde eşlerin aile içindeki görevleri, hakları ve yetkileri daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. Meselâ eşler arasında iş bölümünde kadına doğal görevi olan ev işleri düşmekteydi. Daha doğrusu eşler, evde yemek yapma, çamaşır yıkama, çocuk bakımı ve evin temizliği gibi işlerden sorumluydu.
Ailede erkek evlatların yetişmesine verilen değer büyüktü. Onların “atanın er uulu” (babanın erlik eden oğlu) denen güzel sıfat ile anılması, babanın önemli bir arzusu idi. Bundan dolayı evlatlara ad verilirken, iyi ve güzel ad verilmesine çok dikkat edilirdi. Bu bağlamda çocuğun insanî değerlere sahip olacağı inancıyla sağlık, kuvvet, baht ve talih gibi sosyal ve manevî değerlerle ilgili isimler verilirdi. Ayrıca Kırgız ailesinde kızlara “Uulbolsun” (oğul olsun), “Uulkelsin” (oğul gelsin), “Burul”, “Burulay”, “Burulsun” ve “Cañıl” gibi isimler verilmesi, artık kızdan sonra erkek evlad olsun düşüncesini ve dileğini yansıtmaktaydı.
Kırgız uruularında ve Sayaklarda çocukların özellikleri genel olarak “Atadan üç uul tuulat” (Babadan üç oğul doğar) ibaresi ile ifade edilirdi. Bu ifade ile oğullar “Ataga teñ uul”(babaya denk oğul), “Atadan kem uul” (babaya denksiz oğul) ve “Atadan artık uul” (babadan iyi oğul) sıfatını taşırlardı. Bu bağlamda Cumgal’daki Sayaklar arasında Bayzak adlı saygın kimsenin, manap olan babası Tooke’den daha fazla sevilmesi, sayılması, âdil davranışları ile itibar kazanması ve böylece babası Tooke’den daha ünlü bir hale gelmesi, atadan artık uul sıfatını taşıdığının bir işaretidir.
Erkek çocuklar kadar olmasa da, halk arasında kız çocuklara büyük değer verilirdi. Kızlar genelde ev işlerinde “Ene”(ana)lerine yardımcı olurlardı. “Kızduu üydö kıl catpayt” (Kzı çok olan evde kıl yatmaz) ata sözünden anlaşılacağı gibi, kızların öncelikli işi, ailede temizlikten sorumlu olmalarıydı. “Kızdın kırk çaçı uluu” (Kız büyüktür) ata sözü ise kızın ailede ve toplumda saygın kimselerden biri olduğunu gösterir. Bir başka atasözünde “Kız bala başkanın bülösü” (Kız başka ailenin üyesidir) denilmesi ise kızın evlenip gitmesine kadar, evin bir misafiri durumunda olduğunu belirtir.
Aile ile İlgili Terimler
Sayaklarda, aile ve akrabalık ile ilgili geniş bir kelime ve terim hazinesi bulunmaktadır. Bu kelime veya terimler, genellikle diğer Kırgız uruularındakiler ile bir benzerlik göstermektedir. Ancak kültürlerarası iletişim veya lehçe farklılıkları dolayısıyla değişik terimlerin olduğunu da belirtmek lazımdır. Sayaklarda babaya “ata” ve anneye “ene” veya “apa” denirdi. Aynı baba ve aynı anne çocukları birbirlerine “bir tuugan”; baba aynı ve anne ayrı çocuklara “atalaş bir tuugan”; anne aynı ve baba ayrı çocuklara “eneleş bir tuugan” veya “catındaş (karındaş) bir tuugan” tabirleri kullanılırdı. Ağabeye “bayke”, “ake” veya “ava”; ablaya “ece”; küçük erkek kardeşe “ini”; küçük kız kardeşe “karındaş”; ablalar tarafından küçük kız kardeşlere “siñdi” diye hitap edilirdi. Çocukların dedesine “çoñ ata”; çocukların büyük annesine “çoñ ene” denirdi.
Kırgızlarda her oğulun yedinci ecdadına kadar neslini sayması gibi bir gelenek vardır. Sayamayanlara “Ceti atasın bilbegen kul” (Yedi babasının kim olduğunu bilmeyen köledir) diye acı bir ifade söylenirdi125. Zira, eskiden dışarıdan gelenler veya satılarak getirilen kimseler, genelde kendi menşeini bilmezlerdi. Bu bakımdan Kırgızlarda yedi ceddini, yani menşeini bilmek çok önemliydi.
Evlenme yolu ile yapılan akrabalığa “kuda” (dünür) veya “kuda söök” adı verilirdi. Anne tarafından akraba olanlara, diğer Kırgız uruularında olduğu gibi “tay” kelimesi eklenir ve anneanneye “tayene”, annebabaya “tayata”, dayının karşılığı olarak “tayake” veya nadiren de olsa “tayeke”, teyzeye ise “tayece” diye hitap edilirdi. Erkek kardeşlerin eşleri birbirine “abısın”, bacanağa “baca”, damadın eşinin kız kardeşine damat tarafından “baldız”, hanım tarafı akrabaları nazarında “damat” anlamında “küyöö bala” ve hanımın küçük kardeşlerinin nazarında enişteye “cezde” denilirdi. Kız kardeşlerin çocukları birbirlerine “bölö” derler ve bölölerin çocukları birbirlerine “karın bölö” olurlardı.
Eve yeni gelin geldikten sonra aile ile ilgili terimlerin sayısı daha da artmış olurdu. Bu bağlamda gelinin (gelin için) atalaş akrabaları “törkün”, koca tarafı akrabaları “kayın” sayılırdı. Bir başka ifade ile evlenip kocasının evine gelen gelin için artık kendi anne babaları tarafı “törkün”, kocasının bütün akrabaları ise “kayın” olurdu. Aynı şekilde damat kendi akrabaları için ayrı bir tabir kullanmazdı. Ancak hanımının akrabaları genel olarak ona “kayın” olurdu. Bu tabirlerin dışında gelin, kocasının evine geldikten sonra belli âdetlere uymak mecburiyetindeydi. Meselâ Sayaklarda yeni gelen gelin kocasının ebeveynine kocası gibi “ata” (baba), “ene” (anne) diye hitap eder, ancak onların ortalıkta bulunmadığı sıralarda kayın kelimesi ile birlikte “kayın ene”, “kayın ata” diye söylerdi. Ayrıca yeni gelen gelin kocasının erkek akrabalarını ve kendinden büyük olan kayın ablalarını adıyla çağırmazdı. Buna “At tergöö adatı” (isim âdeti) denirdi. Gelin kocasının büyük kardeşlerine “ake” veya “ava” derken, küçük kayınlara “uul” veya “kiçine bala”; kızlara ise şımarık anlamında “erke”, “kız” ve “biykeç” diye hitap ederdi. Ayrıca aile içine mensup olmayan diğer akraba kayınlarına gelin bir lakap verirdi ve bu lakaplar sadece kadınlar arasında söylenirdi. Nitekim Kurtka’daki Sayak grupları arasında gelinler, kayın ağabeylerinin özelliklerine göre, kalın bıyığı olduğu için “çoñ murut ake”; at sürülerine baktığı için “cılkıçı ake” ve çok güldüğü için “külküçü ake” diyerek lakaplar takarlardı. Ayrıca gelin ilk zamanlarda kocasını adı ile çağırmadan “bizdin kişi” (bizim kişi), “bizdin car”, “küyööm” ve “coldoşum” derken, daha sonra veya evlilik hayatına iyice alıştıktan sonra “bayım” (sahibim) veya “baldarımdın atası” (çocuklarımın babası) gibi saygı bildiren sözlerle hitap edilirdi.
Uruu İçindeki Zümreler
Kırgız uruularına kuş bakışı bakıldığında, muhtelif “katmar”(zümre)lardan oluştuğu görülmektedir. Bu durum Sayak uruusu için de geçerli idi. Bu cümleden olarak Sayak uruusunda iki önemli zümrenin varlığı dikkati çekmektedir. Bunlardan biri, idareciler sınıfını teşkil eden ve “ak söök” olarak bilinen kimseler; diğeri ise idare edilenler kısmını oluşturan ve “karalaman kalk” veya “bukara” adını taşıyan kimselerdi126. Soylu ve idareci zümreyi teşkil eden ak söök zümresini, toplumun elit sınıfı olarak sayılan “biy”, “manap” ve “baatır” gibi idareciler teşkil ederlerdi.

Resim 3: Alay bölgesinde bir bay, baybiçesi ve tokolu (S. Dudin, 1950)
Yönetici sınıfın dışında toplumun önemli bir kısmını teşkil eden iki zümre vardı. Bunlardan biri, zengin anlamına gelen “bay”lardı (bk: Resim 3)127. Bay olan kimseler, genel olarak idare edilenler içinde yer alırlardı. Halk nazarında bay denince, genelde çok zengin olan ve eli o kadar açık olmayan kimseler hatıra gelirdi. Onun için halk arasında baylara bu özelliklerinden dolayı “zıkım”, “zaki” ve “saraň” gibi takma adlar kullanılırdı. Bay katmarına girenlerin zenginliğindeki asıl kıstas, sahip oldukları hayvanların sayısı idi. Bu bağlamda Kurtka’daki Sayak bayları arasında sayıca 2-5 arasında büyük baş hayvanı olanlar “malduu”; 5-10 büyük baş hayvanı olanlar ‘’orto çarba”, daha fazla olanlar ise hayvan sayısına göre “orto bay” ve “bay” olarak bilinirlerdi. Bununla birlikte Kırgız uruuları arasında bay olan kimseler genellikle toplumdaki ekonomik ve sosyal durumlarına göre “çoñ bay” (büyük bay) veya “mart bay” (cömert bay); “saraň bay” (cimri bay) veya “koltukçu bay”(aç gözlü bay); “sasık bay” (pis bay) veya “kokuy bay” (deli bay); “ceke merez bay” (tek başına yaşayan bay); “uyutkuluu bay” (aristokrat bay) veya “kordoluu bay” (itibarlı bay) ve “ordoluu bay” (soylu bay) adlarını taşırlardı128.
Çoñ bay veya mart bay olarak bilinen kimseler, bayların en büyüğü, zengini ve cömerti idi. Saraň bay veya koltukçu baylar, daha çok eli açık olmayan kimselerdi. Saraň bay veya koltukçu bayların en önemli özelliği, evlerine misafirlerin gelmesini pek fazla sevmemeleri, gelenleri kolay kolay içeriye almamaları ve alsa da onlara insan gibi davranmamaları idi. Manap veya uruunun idarecileri, bu gibi kimselere pek ceza verme ve baskı uygulama yoluna gidemezlerdi. Bunun en önemli sebebi, onların yeri geldiğinde, idareci zümreyi misafir etmesi ve oğullarına “ençi” adıyla bilinen ve âdet haline gelmiş bulunan hediyeler vermeleri idi. Bu hediye genellikle hayvan olarak verilirdi. Sasık bay veya kokuy bay olarak bilinenler ise üstüne başına pek bakmayan, birkaç sürü hayvanı olmasına rağmen hiç hayvan kesmeyen, halkın içine pek karışmayan, bir giydiği elbiseyi yıllarca giyen veya halk arasındaki ifadeyle “özün da, özgönü da carıtpagan” (ne kendisine, ne de diğerlerine faydası olmayan) kimselerdi. Tespit edilebildiği kadarıyla XIX. yüzyılın başlarında Dörbölcün’deki Sayaklardan olan ve 5000 atı olduğu bilinen Kulubek adlı şahıs, böyle bir özellik göstermekte ve Dörbölcün’ün Mayıstan adlı bir yerinde, halktan ayrı olarak ailesiyle birlikte yaşamaktaydı129.
Ceke merez baylar, toplumla pek kaynaşmayan ve kendi ailesiyle tek başına göç ederek yaşayan kimselerdi. Onların bu şekilde yaşamasında, hayvanlarının başka kimselerin hayvanlarıyla birleşirse kaybolacağı düşüncesi vardı. Uyutkuluu bay veya kordoluu bay olarak bilinenler, soylu ve itibarlı olan kimselerdi. Onlar, diğerleri gibi aşırı derecede cimri ve eli açık olmayan kimseler değillerdi. Ordoluu baylar, uyutkuluu ve kordoluu bay gibi, halk gözünde itibarlı ve biraz da yönetime yakın olan aristokratik kimselerdi. Nitekim Cumgal’daki Sayaklar arasında Tügöl adlı şahsın, böyle bir özellik gösterdiği görülmektedir. Bu kişinin atlarının çaydaki suyu bir içişte bitirmesi, sayıca çok fazla atının olduğunu gösterse gerektir. Hatta bu şahsın, at sürüsünde ne kadar atının olduğunu bilmemesi ve hayvanlarının çalınmasına hiç tepki göstermemesi, onun çoñ bay veya mart bay olduğunun bir işaret olmalıdır.
“Baylar”dan başka idare edilenler zümresi içindeki bir diğeri grubu “kedey-kembagal” (fakir-fukara) adıyla bilinenler meydana getirirlerdi130. Bu kişiler halkın, karalaman kalk veya bukara olan kısmını teşkil etmekteydiler. Bu sebepten kedey-kembagal olarak bilinenler fakir olan kimselerdi. Ayrıca halk arasında onlara ekonomik gücü çok zayıf olan kimse anlamında “çor taman”131 veya “tomayak” adı da verilmekteydi.
İdare edilenler arasında bir başka katmarı, yöneticiler ile zenginlerin hayvanlarına bakan ve onların ev işlerini yapan kimseler teşkil ederdi. Bunlardan bir zenginin veya uruu yöneticisinin at sürülerini güdene “cılkıçı”; koyun sürülerini güdene “koyçu” veya “çaban”; inek sürülerini güdene “uyçu” ve deve sürülerini güdene de “tööçü” adı verilirdi. Bunların yanında cazdoo (baharlık yer) ve cayloo (yayla) zamanında, idareci sınıfın ve zengin olanların mevsimlik işlerini yapan kimseler de bulunurdu. Bunlara, “yatanlar” veya “yaylaya gitmeyenler” anlamında “catakçılar” adı verilirdi. Catakçılar, kıştooya yakın bir yerde yaz buyunca kış için hazırlıklar (ekim-biçim işleri, hayvanların kışlık otlarının hazırlanması v.s. gibi) yaparlardı. Bunlardan başka, hayvan “tölü”(döl) nün dökümü, koyun yünlerinin kırkılması ve ekim-biçim gibi çeşitli ev işleriyle uğraşan bir başka zümre daha vardı. Bu kimselere ücretli hizmetçi anlamında “calçı” veya “malay” denirdi132. Ev işlerini görenler yanında karşılıklı iş yapan bütün hizmetçiler (cılkıçı, koyçu v.b) katmarına calçı ve malay denirdi. Bahis konusu kimseler, eskiden halk arasında verilen bu hizmetlerin karşılığında, baydan yiyecekler ve koyun keçi gibi canlı hayvanlar alırlardı. Bunun en önemli sebebi, paranın yaygın olarak kullanılmaması ve pek çok kimsede sermaye olarak hayvanın olması idi.
Sayak uruusu mensupları arasında yer alan ve daha çok dışarıdan gelen din adamlarına “moldo”133 (molla), “kalpa” (kalfa) ve “eşen” (şeyh) denirdi. Bu din adamlarının en önemlisi moldo idi. Kurtka’daki Sayaklar arasındaki moldoların çoğunluğu, önemli bir kültür merkezi olan Buhara ve Kaşgar şehirlerinden eğitim görmüş kimselerdi. Hatta bunların arasında köyüne ibadet yeri yapan kimseler de mevcuttu. Nitekim Kaşgar şehrinde eğitim görerek köyüne dönen Kalmat adlı moldo, 1904 yılında köyüne bir mescit yaptırmış ve çocukları burada eğitmiştir134. Kalmat Moldo’nun yanında Kalpa adlı bir başka moldo daha vardı. Kalmat gibi dinî bir eğitim görmeyen Kalpa, hac için Mekke’ye gittiği ve halk arasında hacca gidenlere “aacı” adı verildiği için, kendisi bilahere “Kalpa aacı” lakabı ile anılmaya başlamıştır135.
“Kalpa” ve “eşen” gibi din adamları, genelde dışarıdan geldikleri için uruu içinde devamlı olarak kalmazlardı. Anlaşıldığı kadarıyla kalpa ile eşenler, güz aylarında, yani “mal ettengen maal” denilen hayvanların tavlandıkları (hayvanların semiz olduğu dönem) zamanda gelirler ve halk nazarında bazı dinî vecîbeleri yerine getirdikten sonra, halkın gönüllü olarak verdiği hayvanları toplayarak geri giderlerdi.
Uruu arasındaki bir diğer zümreyi, “sınçı” ve “cayçı” olarak bilinen kimseler teşkil etmekteydi. Sınçılar, insan ile atların liyakat ve kabiliyet gibi özelliklerini önceden bilen ve onlardan anlayan kimselerdi. Bu bağlamda Sayaklar arasında sınçı olan kimseler vardı. Sayak baatırlarının biri olan Tülkü’nün Sançı adlı bir Sınçı’nın tavsiyesiyle evlendiği hanımından Kaçıke ve Kedey adları ile bilinen iki kahraman oğlu olmuştu136. Bunun yanında cayçı olarak bilinen kimseler ise “cay taş” (yada taşı) adını alan özel taşların yardımıyla dualar okuyan ve halk nazarında doğa üstü yetenekleri olan kimselerdi. Halk arasında yerleşen kanaate göre, cayçı olan kimseler, yazın gününü kışa dönüştürürler, kar ve yağmur yağdırırlardı. Onların kullandıkları cay taş, halk inancına göre, güya koyun işkembesinde bulunan ve yağmur yağdırma gücüne malik olan bir küçük taş idi. Bunlardan başka “dalıçı”, “tamırçı”, “bakşı” ve “balçı” (falcı) gibi kimseler de vardı. Bunlar, biraz önce bahsedilen sınçılar ile cyçılardan farklı özellikte olan kimselerdi. Dalıçılar, koyunun kürek kemiğine bakarak hava durumunu veya insanın kaderini tespit ederken; tamırçılar, insan damarını tutarak hastaları tedavî ederlerdi. Sadece bunlar değil, bakşı ile balçılar da halkın inancına göre doğa üstü güçlere sahip olan ve efsûnlu sözler söyleyerek hastaları tedavî eden kimseler rolünde idiler. Bu doğa üstü yeteneği olanların hepsine genel bir ad olarak “közü açık” adı verilirdi. Sayak uruusu arasında bulunan közü açıklar, genellikle dışarıdan veya Kaşgar ve Fergana’dan gelirlerdi. Dışarıdan gelenlerin arasında dilencilik ile geçimini sağlayan veya sadece dervişlik yapanlar da bulunurdu. Bunlara “tilençi” (dilenci) ve “dubana” (divane) denirdi.
Bunların dışında halk arasında köle statüsünde olan kimseler de vardı. Erkek kölelere “kul”, kadın kölelere ise “küñ” denirdi. Diğer Kırgız uruularında olduğu gibi Sayaklar arasındaki kullar ile küñler, satın alma, akınlar ve seferler yoluyla elde edilirdi. Nitekim XVIII. yüzyılın ortalarında Cortuulçu Canbolot olarak bilinen bir Sayak baatırının, Ceti Suu (Yedi Su), Kaşgar ve Fergana bölgelerine seferler düzenleyerek, getirilen tutsakları kul ve küñ olarak kullandığı bilinmektedir. Bu getirilen kul ile küñler, Kırgızlara mensup olabildiği gibi, Kazak, Indı, Hint, Uygur ve Kalmuklardan da olabilirdi. Ayrıca aşırı derecede fakir ve aynı uruuya mensup olan kimseler arasında da kul ve küñler görülebilirdi.
Kul ile küñler, genelde idareciler ile zenginlerin evlerinde çalışırlardı. Kırgızlarda kullar, bir başkasına satılabilir; toylarda “bayge” olarak mükafaat yerine sunulabilir; evlenme âdetlerinde oğlan tarafından verilen “kalıñ”ın ve kız tarafından verilen “sep”in içinde verilebilirdi. Onlar, satın alınmış veya seferden elde edilmişse babadan oğula da intikal edebilirdi.
Бесплатный фрагмент закончился.
Начислим
+2
Покупайте книги и получайте бонусы в Литрес, Читай-городе и Буквоеде.
Участвовать в бонусной программе