Casper'ın Oyunu

Текст
Автор:
0
Отзывы
Читать фрагмент
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
Casper'ın Oyunu
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

Casper’ın Oyunu

Yazar:

Charley Brindley

charleybrindley@yahoo.com

www.charleybrindley.com

Düzenleyen:

Karen Boston

Web sitesi: https://bit.ly/2rJDq3f

Kapak tasarımı:

Charley Brindley

© 2020

Tüm hakları saklıdır

Çeviri:

Elyesa Özçelik

© 2020 Charley Brindley, tüm hakları saklıdır.

Amerika Birleşik Devletleri'nde basılmıştır.

İlk basım: Temmuz 2020

Bu kitap James Brindley'nin (1716 -1772) anısına ithaf edilmiştir.

Charley Brindley’in bazı kitapları

şu dillere de çevrilmiştir:

İtalyanca

İspanyolca

Fransızca

Portekizce

ve

Rusça

Charley Brindley'in diğer kitapları:

1. Oxana’s Pit

2. The Last Mission of the Seventh Cavalry

3. Raji Book One: Octavia Pompeii

4. Raji Book Two: The Academy

5. Raji Book Three: Dire Kawa

6. Raji Book Four: The House of the West Wind

7. Hannibal’s Elephant Girl

8. Cian

9. Ariion XXIII

10. The Last Seat on the Hindenburg

11. Dragonfly vs Monarch: Book One

12. Dragonfly vs Monarch: Book One

13. The Sea of Tranquility 2.0 Book One: Exploration

14. The Sea of Tranquility 2.0 Book Two: Invasion

15. The Sea of Tranquility 2.0 Book Three

16. The Sea of Tranquility 2.0 Book Four

17. Sea of Sorrows, Book Two of The Rod of God

18. Do Not Resuscitate

19. Hannibal’s Elephant Girl, Book Two

20. The Rod of God, Book One

21. Henry IX

22. Qubit’s Incubator

Yakında Çıkacak Kitaplar:

23. Dragonfly vs Monarch: Book Three

24. The Journey to Valdacia

25. Still Waters Run Deep

26. Ms Machiavelli

27. The Last Mission of the Seventh Cavalry Book 2

Diğer kitaplar hakkında etraflı bilgi için son sayfalara bakınız

İçindekiler

Bölüm Bir

Bölüm İki

Bölüm Üç

Bölüm Dört

Bölüm Beş

Bölüm Altı

Bölüm Yedi

Bölüm Sekiz

Bölüm Dokuz

Bölüm On

Bölüm On Bir

Bölüm On İki

Bölüm On Üç

Bölüm On Dört

Bölüm On Beş

Bölüm On Altı

Bölüm On Yedi

Bölüm On Sekiz

Bölüm On Dokuz

Bölüm Yirmi

Bölüm Yirmi Bir

Bölüm Yirmi İki

Bölüm Yirmi Üç

Bölüm Yirmi Dört

Bölüm Yirmi Beş

Bölüm Yirmi Altı

Bölüm Yirmi Yedi

Bölüm Yirmi Sekiz

Bölüm Yirmi Dokuz

Bölüm Otuz

Bölüm Otuz Bir

Bölüm Otuz İki

Bölüm Otuz Üç

Bölüm Otuz Dört

Bölüm Otuz Beş

Bölüm Otuz Altı

Bölüm Otuz Yedi

Bölüm Otuz Sekiz

Bölüm Otuz Dokuz

Bölüm Bir

New York, günümüz

Bell Casper, Manhattan 52. caddede bulunan Blue Parrot gece kulübündeki yarım daire şeklindeki kırmızı renkli kapitone koltukların birinde bir yandan laptopunda çalışıyormuş gibi yaparken, bir yandan da binanın girişini gözlüyordu.


Bell Casper

Saat sekiz buçuktu ve etraf hızla kalabalıklaşıyordu. Bu fiyakalı gece kulübü New York'un zengin elit kesimine ev sahipliği yapmaktaydı. Yirmi beş dolarlık kokteyller ve fahiş fiyatlara satılan seçkin biftekler, alt sınıftan insanları uzak tutmaya yetiyordu.

Kulübün girişinde iki güvenlik personeli dururdu. Mekanın düzenli müşterilerini hoş geldin eder, yeni yetmeleri ise iPad'leriyle kimlik kontrolünden geçirirlerdi. Neredeyse her gece, kulübe sızmaya çalışıp kapı dışarı edilen beleşçiler olurdu, hele yaşı tutmayan gençlerin hiç şansı yoktu. Yaşı tutanların ise tekin olmayan tek bir hareket sergilemeleri derhal uyuşturucu ve silah kontrolü için üstlerinin aranmasıyla sonuçlanırdı. Güvenlik personelinin razı olmadığı insanlardan nazikçe kulübü terk etmeleri istenirdi. Blue Parrot kulübünün, kolluk kuvvetlerinin radarından olabildiğince uzak durmak için uyguladığı sıkı kurallar vardı, ne var ki bu politikaya uymayan bir kesim kolayca içeri girebiliyordu: hayat kadınına benzeyen genç ve güzel bayanlar.

Binanın kızıl ve leylak renkli ışıklarla aydınlatılmış kısmındaki bar, kokteyl hazırlamada ve efkarlı müşterileri dinleyip tatlı sözlerle teselli etmede uzmanlaşmış düzinelerce kadın ve erkek barmenlerle doluydu.


Blinker Whitaker

Barmenlerin başı Blinker'dı. Kendisi bir çikolatalı marşmelov kadar yumuşak, utangaç ve içine kapanıktı, tabi gereksizin biri kasaya ellemediyse ya da içkilere su katmaya kalkışmadıysa. Böyle bir durumda o gereksiz, Blinker'ın sert yanıyla yüzleşmek zorunda kalırdı. Beyzbolda bile üç hata hakkınız varken, Blue Parrot'ta iki hata kovulmanız için yeterliydi. Yapılan ilk hatanız bir yanlış anlaşılma ya da kötü bir talihsizlik olarak görülebilirdi ama bunu iki defa tekrar etmeniz büyük kusur sayılıp o mekanda bir daha alkol servis edememenize sebep olurdu.

“Şov başlasın” dedi Bell kendine ön kapıdan bir kadının kulübe girmesiyle.

Gözlerini Blinker'a çevirdi; o da kadını görmüştü. Barmenci başı, içinde beş tane yüzlük olan cam bir vazo çıkardı.

Bu sırada Bell gelen kadını süzüyor ve bilgisayarındaki tuşlara basıyordu.

Pierre Cardin tişörtünün üstüne giydiği Gucci ceketi ile elmas yüzüğü buram buram servet kokuyordu. Yine de eski mavi tişörtünü ve kotunu özlüyordu. Artık çöpe gitmeleri gerekiyordu ama onlar tıpkı sıkı dostluklar gibi rahat ve samimiydiler. Bu yeni şık kıyafetleri kendisine çok yapmacık geliyordu, evine döner dönmez eski tişörtünü ve kotunu giyiyor olmanın tadını çıkarır, yapmacık kıyafetlerini ait oldukları yere; dolabına terk ederdi.

Masasını hep temiz tutardı, arkadaşları ya da tanıdıkları masasına uğrasa bile, iki kişi istisna, kimsenin işine karışmasına izin vermezdi.

Bell yeni gelen kadının kendisini görmesiyle yüzünün ışıldadığını gördü. Kadın masaya yaklaşınca Bell, saati daha rahat kontrol etmek için olsa gerek, Patek Philippe marka altın saatini bilgisayarının yanına koydu.

 

“Hey, koca adam” dedi kadın Bell'in yanına oturarak.

Bell, sarışın kadına bakarak “Aaa selam” dedi şaşırmışcasına. Bilgisayarına dönüp yazmasına devam etti. “Sizi tanıyor muyum?”

Kadın kendisiyle birlikte adeta baharı haber veren tatlı bir gardinya kokusu getirmişti.

“Hayır” dedi kadın “ama benimle eğlenmek istersen tanışabiliriz”

Göz farı, ışıltılı bir ruju, ve uzun kirpikleri olmasa da, yirmi dört yaşlarında güzel bir kadındı. Giyimi ise leopar desenli bağcıklı elbisesi ve dekolteli korsesiyle çok şık görünüyordu.

“Bu harika olurdu ama birini bekliyorum” dedi Bell.

Kadın cüzdanını masaya koyup “Kimi?” diye sordu ve ardından garsona işaret yaparak narlı portakallı bir tekila söyledi.

Garson kızın ikiliye doğru dönmesiyle Bell de kendisine içki getirilmesi için kafasıyla işaret yaptı. Garsonlar, Bell'in ne sipariş ettiğini sormaksızın buzlu zencefilli gazozdan başka bir şey getirmemek üzere talimat almışlardı.

Kadın masada duran saate uzandı, markasına bakıp arka yüzünü kontrol etti.

Baksana kadın iyi maldan anlıyor, zaten ceketime, tişörtüme ve yüzüğüme çoktan göz atmıştır bile.

“Leticia'yı bekliyorum” dedi Bell.

“Onda bende olmayan ne var?”

Saati yerine koydu ve çarpıcı bir gülümsemeyle şahane göğsü elbisesinden taşacak şekilde ona doğru eğildi.

“Zarflar” diye yanıtladı Bell.

“Zarfları mı var?” dedi kadın arkasına yaslanarak.

Adam bir yandan parmağını ekrandaki yazılarda kaydırırken kadını başıyla onayladı.

“Zarflarda para mı var?”

“Hayır”

“Kaç zarf?”

“Bu gecelik dokuz”

“Peki zarflar kimin için?”

“Fazla soru soruyorsun”

“Sadece nasıl oluyor da Leticia dokuz zarfla sana benden daha ilgi çekici geliyor merak ediyorum”

“Leticia neredeyse senin kadar güzel fakat önemli olan zarflarda ne olduğu”

Bell, kadının parlak karamel dudaklarında beliren minik gülümsemeyi fark etti.

“Zarflar kime?”

“Polis misin sen?”

“Hiç de bile”

“Ne diye beni sorguya çekiyorsun öyleyse?”

“Kokain” dedi kadın.

“Ne?” dedi adam. “Burada ot mu satıyorsun yoksa?”

“Hayır, zarflarda ot vardır herhalde demiştim”

“Yeter be” dedi Bell laptopun kapağını şiddetle kapatarak. “Hayır, kokain ya da yasa dışı bir şey değil. İçinde kağıttan başka bir şey olmayan ve dışında hiç bir şey yazmayan zarflar. Leticia gelmeden buradan gider misin artık?”

“Bakalım anlamış mıyım, Leticia, içinde ne uyuşturucu ne de para olan dokuz zarfla seni bir ya da iki saatliğine eğlendirmeme izin vermekten daha çok ilgini çekiyor?”

“Nihayet kafan aldı, tanrıya şükür”

Kadın sıcacık elini adamın bacağına koydu “gey misin yoksa?”

Bell bacağındaki sıcaklığı hissedince yutkundu. Boğazını temizledi.

“Hmm… kesinlikle değil” dedi kadın. “Zarflarda ne yazıyor yahu? Hepsinde aynı şey mi yazıyor?”

Bell kadının elini bacağından çekip sıktı. “Bak, bu oyun seni aşar, gerek finansal açıdan gerekse... afedersin ama akli açıdan da”

“Bana salak fakir mi diyorsun yani?” Elini adamdan kurtardı “Çirkin de deseydin bari?”

“Kesinlikle çirkinin tam zıttısın fakat bu oyunu oynayanlar burunlarını parayla silecek türden hatta Mensa sertifikası alabilecek cinsten adamlar”

“Ne” dedi kadın. Bell: “Mensa, yalnızca nüfusun yüzde doksan sekizinden daha zeki insanları kabul sınavına alan, zeki insanlara özel bir organizasyon. O bir yana, sen benim bu işten ne kadar para kazandığımı sanıyorsun acaba?” diye sordu.

Kadının mavi gözlerine ve sırıtan dudaklarına bakıp kısacık eteğine kadar süzdü.

“Saat başı dört ya da beş yüz dolar”

“Bu da bir şey mi. Ben beş yüz dolara tek bir düğmemi bile açmıyorum”

İşte başlıyoruz. Şimdi yemi yutmazsa nehrime başka bir balığın gelmesini beklemek zorunda kalacağım.

Bell derin bir nefes alıp sesli bir şekilde bıraktı. “Tamam öyleyse. Bu gece dokuz oyuncumuz olacak. Her biri biner dolar ödedi. Şuradaki barmen arkadaşımız var ya …”

Bar tezgahının arkasında duran Blinker'ı işaret ediyordu. Kadının o yöne bakmasıyla Blinker gülümseyerek nazikçe başını salladı.

“Onun durduğu yerdeki vazoyu gördün mü, en üst rafta?” diye sordu Bell.

“Hı hı. Bahşiş için falan mı?”

Bell kıkırdadı. “Oyuncuların ödediği para için”

“Gerçekten mi?” tekrar Bell'e döndü

“Evet. Leticia’nın getireceği zarfların her birinde bir bilmece veya bir tür akıl oyunu yazılmış kağıtlar var”

“Birbirinden ayrı bilmeceler mı?”

“Hayır hepsi aynı”

“Yani şimdi bu zengin piçler bir bilmeceye bin dolar veriyor, sonra da onu çözüp vazodaki parayı cebe mi indiriyor?”

“Vay, belki sen de Mensa sertifikalısındır”

“Hadi lan oradan. Kulağa çocuk oyuncağı gibi geliyor. Bu adamlar cidden zeki mi?”

“Bundan eminim. Ama oyundaki önemli bir detayı atladın. Parayı bilemceyi ilk çözen alıyor ve sadece bir hakkın var. Yanlış bilirsen kaybedersin ve bir sonraki oyunu beklemek zorunda kalırsın. Eğer bilmeceyi çözdüysen fakat cevabı senden önce bir başkası söylemişse yine kaybedersin”

“Cevaba Google'dan baksalar ya”

“Deneyebilirler. Google kullanamazsın ya da cevabı araştırıp bulamazsın diye bir kural yok, cevabı birine soramazsın diye bir kural da yok ama bunları yapmak bir işe yaramayacaktır”

“Niyeymiş?” diye sordu kadın.

“Bilmeceleri Ringmaster hazırlıyor, oyunun kurucusu. Soruları hiç bir yardım almadan kendi hazırlıyor”

“Bu oyundan onun kazancı ne oluyor?”

“Eğer kimse soruyu çözemezse vazodaki tüm parayı o alıyor”


Kadın ‘vay anasını’ manasında ıslık çaldı. “Genelde Ringmaster mı kazanıyor?”

“Bazen. Geçen otuz oyunda iki kere kazanmıştı”

“Her gece yeni bir oyun mu oynanıyor?”

Bell başıyla onayladı.

“Ne iş yapıyor bu Ringmaster?” diye sordu kadın.

“Büyük olasılıkla New York üniversitesinde matematik profesörlüğü yapıyor”

“Bana onun ismini verme şansın var mı?”

“Yok gibi”

“Peki oyunlarda ne tarz bilmeceler soruluyor?”

“Bekle bir” dedi ve telefonunu çıkarıp bir mesaj yazdı. “Ne çabuk yahu. Üzgünüm, Ringmaster izin vermedi ama istersen sana bir örnek gösterebilirim”

“Pekala”

Bell masadaki bölmeden bir peçete çıkardı. Kalemiyle içinde iki dikey çizgisi olan ve iki yatay çizginin de o çizgilerin üstünden yatay olarak geçtiği bir üçgen çizdi.

“Kaç üçgen görüyorsun?”


Kadın şekli iyice inceledi. “Yirmi”

“Emin misin? Unutma, sadece bir şansın var. Yanlış cevap verirsen bin dolar kaybedeceksin”

Kadın üçgenlerle uğraşırken Bell de yeni gelen başka bir kadına el salladı. Modası en az on sene geçmiş bir V dekolteli bir elbise giyiyordu. Biraz eski olsa da tertipli kullanılmıştı. Kırk beş yaşlarında görünüyordu, mesleği için fazla yaşlıydı ama gel gör ki yüzündeki kırışıklıklara ve saçlarının arasında beliren gri tellere rağmen ekmeğini çıkartabilen biriydi. Kendisi mekanda “Coco Phoenix” olarak tanınıyordu.

Coco da Bell’e el salladı, belli ki onu gördüğüne sevinmişti. Sadece el işaretlerini kullanarak Bell'e bardaki bir adamla konuştuktan sonra yanına geleceğini söyledi.

“On dört” dedi yanındaki kadın.

“Son kararın mı?”

“Evet. Ne kadar sürdü?”

“Beş dakika kadar, yine de cevabın yanlış”

Kadın tekrar saydı. “Dışında kocaman bir tane üçgen var, şurada da üç tane büyük üçgen, en üstte de üç tane daha… ve bunları da sayarsak… on dört. On dörtten daha fazla olamaz”

“On sekiz”

“İmkansız”

Diğer dört üçgeni ona gösterdi.

“Oha! Üst üste gelenleri görmemişim”

“Kaldı ki bu kolay sorulardandı. İşte bu yüzden seni paranı riske atmaman konusunda uyarmıştım”

“Oyunlara sen de katılıyor musun?” dedi kadın.

“Hayır. Ringmaster oyunu ben yönettiğim için katılmamın etik olmayacağı fikrinde. Ayrıca oyunu kazanırsam diğer oyuncular buna çok sinirlenecektir”

“Makul. Bu işte senin çıkarın ne peki?”

“Ben, Blinker ve Leticia bu iş için her gece yüzer dolar alıyoruz”

“Şimdiye dek vazoda en fazla ne kadar birikti?”

“On altı bin”

“Yok ebenin!” Cüzdanını açıp bir tomar para çıkardı. “Varım”

“Unut bu işi. Çok para kaybedeceksin”

“Kaybedersem bir saat fazla çalışırım olur biter”

“Peki öyleyse, bunu sen istedin”

Kadın masaya on tane yüzlük koydu.

Bell parayı masadan çekip kadının dizine koydu. “Bu böyle ortalıkta olmaz, parayı ben almıyorum. Blinker'a götüreceksin, tezgahın oraya. Bir dakika, bekle biraz” telefonunu çıkarıp birine mesaj attı, cevap anında gelmişti. “Çok geç. Zarflar çoktan yola çıkmış bile. Bu gece daha fazla oyuncu alamayız”

“Şansıma tüküreyim” dedi kadın. “Paramı istesem de çarçur edemiyorum”

“Maalesef, fakat dilersen oyunu izleyebilirsin”

“Peki oyun bitince bilmeceyi görme fırsatım olacak mı?”

Bell başını sağa sola salladı. “Sadece ödeme yapanlar görebilir”

“Tamam, o zaman bu binliği yarınki oyun için Blinker'a vereyim” kadın gözlerini kıstı. “Eğer senin için de uygunsa”

Bell omzunu silkti. “Olur. Yarınki oyun için olduğunu mutlaka söyle”

“Adım Gigi bu arada” dedi Gigi, ve Bell'in elini sıktı.

“Bell Casper”

“Memnun oldum Bill. Şimdi işe dönmem lazım. Barda oturmuş beni bekleyen altı tane binlik görüyorum”

“Ya” dedi Bell bardaki adamları süzerek, hemen hemen hepsi Gigi'yi kesiyordu. “Yalnız şey, benim ismim Bell, Bill değil”

“Ay afedersin. Bu isim annenin aklına nereden esmiş ola ki?”

“Annem Aziz Joseph Katolik Kilisesi'nde hamileymiş. Babam tam ‘Yüce İsa!’ diye haykırdığında birden çanlar çalmaya başlamış”

Gigi kahkahayı bastı. “Bell ha. Ne iyi düşünmüş annen. Neyse yarın paramı almak için gelirim görüşürüz o zaman”

Gigi ayrılırken Bell'in ağzı kulaklarındaydı. Blinker'a dönerek baş parmağıyla okey yaptı.

Bölüm İki

Aynı akşam üstü iki ahlaksız kedi daha Casper’ın masasına gelip eli boş dönmüştü.

Coco Phoenix, Bell'in yanına oturmuş vaziyette gelen geçen adamlara bakıyordu.

“Şu yeni kız kim?” dedi Coco bir yandan dikiş yaparken.

“Gigi”

“O kadın üçkağıtçı be”

“Öyle” dedi Bell, Gigi'nin başka bir adamla birlikte gidişini izlerken. “Bilmem mi, ne örüyorsun?”

Coco elindeki renkli elbiseyi gösterdi. “Örtü”


Coco Phoenix

Bluz, şort, bikini gibi kıyafetlerin üzerine giyilmek için özenle desenlenmiş bir örtüydü.

“Renkleri güzelmiş. Belli bir desen üzerinden mi gittin?”

“Yok, gene rastgele örmeye başlamıştım, sonra birden özgün bir tasarı çıktı ortaya”

Şık giyimli bir adam içeri girip gizliden etrafa bakınmaya başladı, derken gözleri Coco'ya ilişince adam masaya yöneldi, yaklaştıkça yüzü daha da şenleniyordu.

“Lester, nerelerdeydin?” dedi Coco Lester'a dönerek, elindeki iğnesine kırmızı ipliği geçiren parmaklarına dikkat etmeye gerek bile duymadan.

“Şu bizim morukların mekanından sıvıştım seni görmek için”

“Birazdan ziyarette bulunacağım yerden desene” dedi ve adamın oturması için kenara kaydı.

“Deme. O zaman söyle de seni Glen Acres'e götürsünler” deyip göz kırptı adam. “Bir daha oradan kaçmam gerekmez böylece”

“Seni bilmem mi, muhtemelen gece çok şamata çıkarıyoruz diye ikimizi de kapı dışarı ederler”

 

“Buna değer” dedi ve Bell'e baktı. “ee senden ne haber genç adam?”

“Gayet iyi, bay Cravens. Wall Street'e alışabildiniz mi bari?”

“Piyasa bu hafta lunapark treni gibiydi be”

“Altın almanın zamanı geldi mi bari?”

“Altından para kaldıramazsın ki. Boynuna takmaya hevesli değilsen hiç bir halta yaramaz. Hadi birkaç gram aldın diyelim, nereye koyacaksın ki? Ya bankada saklaman ya da kendine bir kasa alman gerekecek. Vadeli işlem piyasasından şaşmayacaksın. Bak mesela bu yaz Çinliler bir gemi dolusu soya ve domuz eti alıyor olacak. Adamlarda doyurulacak bir milyar vatandaş var sonuçta”

“Hmm… vaadeli işlem piyasası ha”

“Aynen” dedi Bay Cravens ve Coco'ya gülümseyerek: “Bu gece eğlenecek miyiz bari?” diye sordu.

“Bilemiyorum Lester, meşgulüm” dedi Coco diktiği elbiseyi göstererek.

“Vay. Bunu giysen var ya çok tatliş olursun”

“Yalan söylediğin için gittiğin yer ile çaldığın için gittiğin yer aynı sonuçta, biliyorsun” dedi kadın kroşesini katlayıp çantasına koyarak.

“Cezaevine mi?” Adam kalktı ve elini Coco'ya uzattı “Cehenneme?”

“Glen Acres'e” dedi kadın

Lester güldü.

* ** * *

Saat bire yaklaşıyordu, Gigi gelip üç müşteriyle birlikte ayrıldı.

Başka bir randevudan dönerken, Bell onun gri blazer ceketli genç bir adamın yanında otururken gördü.

Bell'in masasına başka bir kız gelip Tinder kullanıyor mu diye sordu ki cevabı ‘hayır’ idi.

“Benimle çıkar mısın?”

Kızıl saçlı, yirmili yaşlarda, gülüşü şen, vücudu güzel bir kızdı.

Bell, bir yığın açılmış zarf ve kağıdı işaret ederek “Şu anda çalışıyorum” dedi.

“Çalışmak için ne garip bir yer”

“Doğrudur, garip bir oyun bu”

“Oyun mu?”

İşte sana fırsat, Bell, yemi at, ve oltayı çek.

“Biraz karmaşık”

Kız, zarflardan birini alıp içine baktı, sonra da bir başkasına. O da boştu. “Bahsettiğin karmaşık oyunun şu içleri boş dokuz zarfla bir ilgisi var mı?”

Bell ile konuşurken bir yandan da bardaki adamlara göz atıyordu. Bell'in oyunu ilgisini çekmiş gibiydi, ama adamın zekasını alt etmek kadar değil.

“Evet” deyip kağıtları ters çevirdi. “Zarflar bana bu akşam geldi. Onları yedi oyuncumuza verdim, ve saat on gibi oyunculardan biri buradan dokuz bin dolar ile ayrıldı”

Kız bakakaldı. “Yani bu zarflar sana kapalı gelmişti. Sonra bu dokuz adam gelip zarflara bin dolar verdi?”

“Hemen hemen. Bu sefer yedisi erkek ikisi kadındı. Paralarını önceden vermeleri gerekiyor. Oyuncular hazır olunca Leticia'yı arıyorum o da bana istediğim kadar zarf getiriyor”

“Her gece aynı kişilerle mi oynanıyor?”

“Yok. Sürekli gelen oyuncularımız var, yalnızca bir kere gelmiş oyuncular da”

“Oyuncu sınırı?”

“Yok. On altı kişiyle oynadığım bile oldu”

“Zarflarda ne var biliyor musun?”

“Hayır”

Nadia masaya geldi. Bell'e bakıp gülümsedi, sonra da kıza baktı. Bakışlarında adeta bir tiksinti vardı.

Bell kafasını çevirip Nadia’nın gözlerine baktı: ‘kibar ol’.

Bunun üzerine Nadia abartılı bir gülümsemeyle “Sizin için ne yapabilirim hanımefendi?” dedi.

“Gereksiz yere sırıtmayı bırakıp bana bir Ölü Kokteyl getirebilirsin. Ayrıca biraz saygı. Hepimiz doğduğumuz yeteneklerle ekmeğimizi kazanmaya çalışıyoruz. Sen garsonluk yaparken ben de üniversitede okuyabilmek için gönül eğlendirme sektöründe çalışıyorum. Şu kaypak herif de…” durup Bell'e imalı imalı baktı, “bir çeşit yasa dışı katakulli ile meşgul, ama iyi para kazanıyor olmalı. Ona bir içki ısmarlayıp bu katakulliyi çözeceğim” diye bitirdi ve bir kaşını kaldırarak Nadia'ya baktı.

Nadia'a Bell'e baktı.

Kendisine göz kırpıyodu.

“Ölü Kokteyl nedir?” diye sordu.

“Karışım, yedi gram pelin otu, aperol, portakal likörü, ve çavdar viskisi ile yapılıyor. Biraz da aibika eklenecek”

“Aibika?”

“Yenen bir çiçek. Sanırım çin gülü ya da lavanta işi görecektir”

“Bu ne abi, kokteyl neden ölmüş anladım şimdi” Nadia içkileri getirmeye gitti.

“Bu oyun yasadışı değil” dedi Bell. “Ben de kaypak değilim. Kimseyi oynamaya zorlamıyorum. Hatta insanları sık sık bu konuda uyarırım, özellikle de bin dolar kaybetmeyi göze alamayacaklarından şüphe duyarsam, ya da zekalarından”

“Kapalı zarflar geliyor…” Kız ona eğildi. “Çözüyorum bu işi, yeter ki bir dakikalığına çeneni kapalı tut. Şimdi sen zarfları dağıtıyorsun ve oyun başlıyor. Sonra beyler, ve varsa hanımlar, zarfları açıyor ve içindekileri alıp işe koyuyorlar. Beraber çalışmıyorlardır diye farz ediyorum sonuçta ödülü paylaşmak istemeyeceklerdir”

İçkileri geldi, kadın Nadia'ya bir ellilik verdi, sonra da ‘üstü kalsın’ manasında bir işaret yaptı.

Bahşişe sevinen garson masalarına bir kase karışık kuru yemiş, bir kase cips ve çikolata kaplı çilek getirdi. Ardından başka bir masaya servise koştu.

“Her zarfta çözülmesi gereken bulmacalar ya da bilmeceler var” dedi kadın, çileklerden birini ısırdı. “Eski dostumuz Churchill'in dediği gibi; bilmece içinde sırla kaplı bir bulmaca. Sanırım süre sınırı var. Her oyuncuya aynı bulmaca mı veriliyor, sanmıyorum…” İşaret parmağını kaldırdı. “Dur söyleme. Çözeceğim” Çileğini bitirip parmaklarını yaladı. İçkisinden de bir yudum aldı.

Bell de cipslerden birini kapmıştı, derken Gigi'nin gelişini gördü.

Gigi Bell'e gülümsedi, kızıl kafalıya baktı, ‘ne var’ manasında ellerini kaldırdı.

Bell omuzlarını silkti.

Gigi bar boyunca yürüdü.

“Bulmacaların hepsi aynı olmalı, öbür türlü adil olmazdı zaten” dedi kızıl kafa. “Cevabı Google'da aratabilirler belki ama işe yaramayacaktır herhalde. Sen ya da bu oyunu her kim kurduysa, oyuncuların bulmacaları nasıl çözeceğine karışmıyor olmalı, yani internetten bakılabilecek bir cevap yok. Ve oyun kurucu da... sen değilsin değil mi?”

Bell başını salladı.

“Oyun kurucu her gün bu tarz bulmacalar yazıyor olmalı. Oyun her gece oynanıyor demiştin, doğru mu?”

“Hayır, her gece oynanıyor diye sen dedin ama evet oyunu her gece ben yönetiyorum. Akşam dokuzda bitiyor ve oyuncular kazanan belli olduktan sonra isterlerse bir sonraki oyun için paralarını yatırıyorlar”

“Peki hani şu adam, erkektir diye farz ediyorum, kadın da olabilir, her gün yeni bulmacalar yazıyor, adam kafasız değil yani. Çabuk düşünebilen, akıllı biri olmalı. Bilim adamı veya öğretmen olabilir. Tam bir inek. Profesör. Cahil öğrencilerine ders vermekten o kadar çok bezmiş ki bu profesör, boş zamanlarını akıl oyunları yazmaya adamış, New York Times'ın çengel bulmacasını hazırlayan adam gibi. Ülkedeki en zor çengel bulmaca, belki de dünyadaki. Fakat bizim adamımızın zihni çok daha derin, her gün bambaşka bilmeceler yazıyor” Kokteylini çevirerek “Kim acaba bu adam” dedi kadın, tek kaşını kaldırıp Bell'e baktı.

“Kim bilir? O adamla hiç tanışmadım”

“Demek ki erkek. Onunla konuşmuş muydun?”

“Hayır, yani sadece yazıştık. Sanırım kadın da olabilir”

“Acaba... acaba...” Nadia'nın görmesi için kokteylini kaldırdı “Parayı nasıl idare ediyorsunuz?”

“İşte şimdi beni korkutmaya başladın. Çok fazla soru soruyorsun”

“Oyunu tamamen çözmeden oynamayacağım”

“Oynayabileceğini kim söyledi? Sadece davetliler oynayabilir. Polisleri davet etmiyoruz”

“Yasa dışı değil demiştin hani”

“Değil ama tutuklanıp masumiyetimi ispatlamak zorunda kalmak istemiyorum”

“Öyle olsun”

Nadia kızıl kafanın içkisini tazeledi.

Nadia'ya yüz dolar verip “Elliliğimi geri ver” dedi.

Nadia elliliği verip bekledi.

“Aynen” dedi kızıl kafa. “Üstü kalsın”

“Çok sağ ol. Bir nuamralı müşterimsin”

“Eminim her bahşişçiye aynını söylüyordur”

“Muhtemelen” dedi Bell.

“Sıkıntı yok” dedi kadın “Adam gibi hizmet göreceğiz artık”

Kızıl kafa garsona göz kırptı.

Nadia’nın yüzü aymıştı. “Nerede okuyorsun sen?”

“New York Üniversitesi”

“Oha”

“Harbi mi?” dedi Nadia.

“Ne?” dedi kızıl kafa.

“Hiç”

Bu sırada Nadia yan masada gürültü çıkaran adamları uyarmaya gitti.

“Adam bildiğin New York Üniversitesinde profesör” dedi kadın. “Değil mi?”

Bell bilgisayarına bakmaktaydı. “Bu oyuna katılmak için sağlam taşa...”

Kadın adamın elini alıp bacaklarının arasına soktu. “Burada bir çıkıntı hissediyor musun? Bacaklarımızın arasında buruşuk sallanan bir organ olmadığı için biz kadınların cesur olamayacağı ya da mantıklı düşünemeyeceği fikrinden tiksiniyorum” derken adamın elini alıp kendi bacaklarının arasına vurdu.

“AHH!”

“Tahmin ettiğim gibi, faydasız olmakla birlikte vücudunun en zayıf noktası aynı zamanda. Bir erkeği incitmek isteseydim gözüne vurmadan önce cevizlerine vururdum. Belki bir çift çelik memen olsaydı kendini biraz olsun güçlü hissedebilirdin”

“Çok komikmiş ama amacım seni küçümsemek değil; Sana oyunu açıklamaya çalışıyorum”

“Ve bunu yaparken bedavaya bir kinaye seansı kazandın”

“Evet ama beklediğim kadar etkileyici değildi” Bell bilgisayarının ekranına bakarken adeta yüzü yanıyordu.

Kadın güldü. “Erkekleri hazırlıksız yakalamaya bayılıyorum. Siz erkekler çok üstün olduğunuzu zannediyorsunuz, sonra zeki bir kız gelip feleğinizi şaşırtıyor” deyip Bell'e dik dik baktı. “Parayı nasıl idare ediyorsunuz demiştim?”

“Bunu öğrenmek sana bin dolara patlayacak, zeki kız”

* * * * *

Gigi, Bell'in yanına geldiğinde saat neredeyse gece ikiydi.

“Wendy'yi dahil ettin mi?”

“Wendy mi?”

“Hani kızıl kafalı”

“Onu bana sen mi yolladın?”

“Aynen öyle, komisyon alacak mıyım peki?”

“Hayır ama oyundan atılıcaksın”

“Neden? Ne kadar çok oyuncu gelirse ödülüm o kadar büyük olmaz mı”

“Hayır. Daha fazla oyuncu istemiyorum, hele oyuncular birbirlerini tanıyorlarsa hiç istemiyorum. Bu oyun cumartesi geceleri oynanan tipik bir poker oyunu değil. Bu açlık oyunları gibi tek bir kazananı olan ve kaybedeni hiç eksik olmayan bir müsabaka”

“Olabilir ama onunla arkadaş olmamıza rağmen her gece birbirimize karşı zengin piçlerle kapışıyoruz”

“Hiç hoşuma gitmiyor”

“Ay özür dilerim Bell'cim. Acaba tüm gece böyle durmadan somurtmak yerine beni bir kahvaltıya götürsen olmaz mı?”


Gigi Draper

Bell bir süre kadının yüzünü inceledikten sonra “Sana bir tek sorum var” dedi.

Kadın gülümsedi “Hı hı?”

“Pankek mi yersin yoksa çılbır mı?”

Kadın eteğini düzeltip masadan kalktı “İkisini de yerim, yorucu bir geceydi”

Bell de laptopunu kapatıp masadan kalktı “Gitmeden Blinker ile bir konuşmam lazım”

“Tamam. Benim de lavaboya gitmem lazım”

Bell bilgisayarını tezgahta duran Blinker'a vererek “Gigi'yle kahvaltıya gidiyoruz, bir şey olursa bana yazarsın” dedi.

“Vay, Gigi ile?”

“Yüzündeki gülümseme kesinlikle istenmeyen cinsten”

“Haklısın patron” Yüz ifadesini düzeltip Bell'in bilgisayarını tezgahın altına koydu.

Bölüm Üç

Sonraki gün öğleden sonra dokuzda bir bayan gece kulübüne geldi. Bell’in masasına yönelip ona beyaz zarflar getirdi.

“Tanrım, buradan o kadar nefret ediyorum ki” Şampanya sarısı saçları omzundan sarkıyordu.

“Dün gece de böyle demiştin, Leticia, ve ondan önceki gece de”


Leticia

“Neden bir berber dükkanında ya da bovling salonunda çalışmıyorsun ki?” dedi Leticia, üzerinde beyaz bir kısa kollu ve kot pantolon vardı.

“Olmaz...”

“Biliyorum. O tarz işlerde para yok” diye böldü kız.

“Doğru bildin. Kessler projesi ne alemde?”

“Programın on gün gerisindeyiz”

“Mesele nedir?”

“Mesele yaptığın planlamanın rezalet oluşu”

“Zaman çizelgesini planlayan sendin”

“Evet ama bütçe planlamasını kim yaptı?”

“Yönetici mi?”

“Doğru bildin. İşte senin katırlardan biri geliyor”

Bell Gigi'nin durması için eliyle işaret yaptı.

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»