Бесплатно

Dönüşüm

Текст
Из серии: Vampır Mektupları #1
0
Отзывы
iOSAndroidWindows Phone
Куда отправить ссылку на приложение?
Не закрывайте это окно, пока не введёте код в мобильном устройстве
ПовторитьСсылка отправлена
Отметить прочитанной
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

Caitlin doğrudan kurbanın yanına gittiğinde onun ger- çekten de Jonah olduğunu gördü. Yüzü yara bere içindeydi ve bilinci yerinde değildi.

Çocukların oluşturduğu güruha doğru kaldırdı kafası- nı. Kızgınlığı korkusunu bastırırken onlarla Jonah arasında durdu.

“Onu rahat bırakın!” diye bağırdı.

En az 190 santim olan, ortadaki kaslı çocuk bir kahkaha attı.

“Yoksa ne yaparsın?” diye sordu derinden gelen bir sesle. Caitlin etrafındaki dünyanın döndüğünü hissettiğinde,

arkadan sert bir şekilde iteklendiğini fark etti. Beton zemine

çarparken dirseklerini koymaya çalıştıysa da bu düşüş, hızı- nı sadece birazcık yavaşlattı. Gözünün ucundan defterinin uçup gittiğini ve sayfalarının her yana dağıldığını görebili- yordu.

Önce kahkahalar, arkasından da ona doğru yaklaşan ayak sesleri duydu.

Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atarken adrenalin dev- reye girdi. Daha onlar erişemeden yuvarlanıp ayaklarının üstüne kalkmayı başardı. Sokak arasına dalıp ölümüne koş- maya başladı.

Çocuklar arkasında yakın bir mesafeden takip ediyor- lardı.

Uzun süre kalacağını düşündüğü bir yerdeki eski okulla- rından birinde yarış kursu almış ve bunda iyi olduğunu fark etmişti. Takımın en iyisiydi aslına bakılırsa, uzun mesafede değil ama yüz metre koşusunda. Birçok erkeği bile geride bırakabiliyordu. İşte şimdi de aynı kuvvet tekrar kaslarına hücum ediyordu.

Caitlin ölümüne koştu ve peşindeki erkekler onu yakala- yamadı.

Arkasına bakıp ne kadar uzakta kaldıklarını gördüğünde onlardan kurtulmak konusunda iyimser düşüncelere kapıl- dı. Tek yapması gereken doğru yerlere dönmekti.

Sokak arası bir T şeklinde sona eriyordu. Yani ya sağa ya sola dönebilirdi. Eğer yakalanmamak istiyorsa kararını de- ğiştirecek zamanı olmayacaktı ve çabucak bir seçim yapma- lıydı. Gelgelelim köşelerin sonunda ne olduğunu göremi- yordu. Körü körüne sola döndü.

Bunun doğru seçim olmasını diledi. Haydi ama. Lütfen!

Keskin bir sol dönüş yapıp yolun çıkmaz sokak olduğunu gördüğünde kalbi durdu.

Yanlış hamle.

Çıkmaz sokak. Doğrudan yolun sonundaki duvara tır- manıp bir çıkış, herhangi bir çıkış için etrafı taradı. Hiç çıkış olmadığını fark ettiğinde yüzünü ona doğru yaklaşan saldır- ganlara doğru döndü.

Nefesi tükenmiş bir hâlde onların köşeyi dönüp yaklaşma- larını izledi. Onların omuzları üstünden baktığında, eğer sağa dönmüş olsaydı şu an evde olacağını görebiliyordu. Şans tabii.

“Pekâlâ kaltak” dedi içlerinden biri, “Şimdi azap çekecek- sin.”

Hiçbir çıkış olmadığının bilincinde olan çocuklar

Caitlin’in üstüne yürümeye başladılar. Hızlı hızlı nefes alı-yor, sırıtıyor ve az sonra uygulayacakları şiddetin şimdiden tadını çıkarıyorlardı.

Caitlin gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Jonah’ın uyanmasını, tamamıyla güçlü ve onu kurtarmaya hazır bir hâlde köşede belirmesini diledi. Ancak gözlerini açtığında şu an yaklaşmakta olan saldırganlar dışında köşede kimse yoktu.

Annesini, ondan ne kadar nefret ettiğini, yaşamak zorun- da bırakıldığı tüm mekânları düşündü. Kardeşi Sam’i dü- şündü. Bugünden sonra hayatının ne menem bir şey olabi- leceğini düşündü.

Tüm hayatını, her daim kendisine reva görülen mua- meleyi, nasıl kimsenin onu anlamadığını, nasıl hiçbir şeyin onun istediği gibi gitmediğini geçirdi aklından ve bir şey dank etti. Her nasılsa, artık canına yetmişti.

Bunu hak etmiyorum. Bunu hak etmiyorum BEN!

Sonra birden onu hissetti.

Şimdiye kadar tecrübe ettiği hiçbir şeye benzemeyen bir dalga gibiydi. Bir hiddet dalgasıydı bu. İçinden geçip kanı- na işliyordu. Karnını merkez almış, oradan etrafa dağılmıştı. Sanki altındaki beton ve kendisi birmiş gibi ayaklarının yer- de kök saldığını hissediyordu. Ardından ilkel bir kuvvetin onu teslim alıp bileklerine hücum ettiğini, kollarından yu- karı, omuzlarına yükseldiğini duyabiliyordu.

Caitlin ilk başta öyle bir kükredi ki kendisi bile korktu. İlk çocuk ona yaklaşıp eliyle bileğini kavradığı anda bileği- nin kendi kendine tepki verişini izledi. Saldırganın bileğini kavramış ve sonra dik bir açıyla ters tarafa bükmüştü. Önce bileği, ardından kolu çat diye kırılan çocuğun yüzü yaşadığı sarsıntıyla buruştu.

Dizlerinin üstüne düşüp çığlık atmaya başladı.

Diğer üç çocuğun hayretler içerisinde gözleri kocaman oldu.

Üçlünün arasından en cüsseli olanı ona doğru çemkirdi. “Seni oro...”

Lafını bitirmesine kalmadan, Caitlin havaya uçup iki aya- ğını göğüs kafesinin tam ortasına indirdi ve çocuk, havaya uçtuktan sonra üç metre gerisindeki metal çöp kutularına çarparak durabildi.

Orada kaldı, kımıldamadan.

Diğer iki çocuk sarsılmış bir hâlde birbirlerine baktılar. Gerçekten korkmuşlardı.

İçinde insani olmayan bir kuvvet hisseden Caitlin, ileri doğru bir adım atıp iki çocuğun her birini tek eliyle tuttuğu gibi yerden onlarca santim yukarı kaldırırken kendi hırıltı- sını işitti.

Onlar havada asılı dururken Caitlin onları önce geri son- ra ileri sallayıp inanılmaz bir kuvvetle birbirine vurdu. Ço- cukların ikisi de yere çöktü.

Caitlin hiddetten köpürür bir hâlde öylece dikildi. Dört çocuğun hiçbiri hareket etmiyordu.

Kendini rahatlamış hissetmiyordu. Tam tersine daha faz- lasını istiyordu; daha fazla kavga edilecek oğlan, daha fazla fırlatıp atılacak beden.

Ve başka bir şey daha...

Aniden gözlerinin önündeki görüntü berraklaştı ve ço- cukların açıkta kalmış boyunlarına zum yapabilir hâle geldi. Her milimi gözleriyle seçebiliyordu ve durduğu yerden her birinin atmakta olan damarlarını görebiliyordu. Onları ısır- mak, beslenmek istiyordu.

Kendisine neler olduğunu anlayamayan Caitlin, kafasını geri doğru atıp binaların arasından, bloklar boyunca yankı- lanan tüyler ürpertici bir çığlık attı. Bu en başta kazandığı zaferin çığlığıydı ve bir de tatmin olmamış hiddetinin.

Bu daha fazlasını isteyen bir hayvanın çığlığıydı.

İkinci Bölüm

Caitlin yeni dairesinin kapısının önünde öylece bakakal- mış bir hâlde duruyordu ki birden nerede olduğunun ayırdına vardı. Buraya nasıl geldiği konusunda hiçbir fikri yoktu. Son hatırladığı şey çıkmaz sokakta oluşuydu. Nasıl

olduysa kendini eve getirebilmişti.

Bununla beraber, o çıkmaz sokakta olanların her bir sani- yesini hatırlıyordu. Bunu hafızasından silmeye çalışmış ama yapamamıştı. Olduklarından farklı görünmelerini umduğu kolları ve ellerine baktı ama her zamanki gibiydiler. Hiddet içini doldurmuş, onu dönüştürmüş ve sonra geldiği gibi bir çırpıda gitmişti.

Fakat bunu takip eden etkiler yerli yerindeydi. Bir kere içi boşalmış gibiydi. Hissizdi. Başka bir şey daha duydu içinde. Tam ne olduğunu çıkaramıyordu. Aklından, o kabadayıla- rın açıkta kalmış boyunlarının görüntüleri, atardamarlarının atışları geçip duruyordu. Sonra ise açlık, doymak bilmez bir iştah hissetti.

Caitlin gerçekten eve dönmek istememişti. Annesiyle uğraşmak istemiyordu, hele bugün hiç. Yeni bir yerle, eşyalarını yerleştirmekle uğraşmak istemiyordu. Eğer içeride Sam olmamış olsaydı, arkasını döndüğü gibi çekip gidebilir- di. Nereye giderdi bir fikri yoktu; fakat en azından yürüyor olurdu.

Derin bir nefes alıp kapının topuzuna uzandı. Ya kapının topuzu çok sıcaktı ya da onun elleri buz gibi soğuktu.

Caitlin epey aydınlık daireye adım attı. Ocakta pişen ye- meğin kokusunu alabiliyordu. Belki de koku mikrodalga- dan geliyordu. Sam! Her zaman eve erken gelir ve kendine yemek yapardı. Zira annesi saatlerce eve gelmezdi.

“İlk günün pek iyi geçmiş gibi durmuyor.”

Caitlin annesinin sesini duymaktan ötürü sarsılmış bir hâlde kafasını çevirdi. Orada, kanepede oturmuş sigarasını içiyor ve daha şimdiden Caitlin’i yukarıdan aşağı, küçümser bakışlarla süzüyordu.

“Ne yaptın gene! Süveterini mi mahvettin hemencecik?” Caitlin üstüne baktığında, muhtemelen yere düşmekten

ötürü oluşan kir lekelerini fark etti.

“Neden bu kadar erken saatte evdesin?” diye sordu Caitlin. “Benim de ilk günüm biliyorsun” diye çıkıştı. “Bir tek sen

değilsin yani. İşler azdı. Patron eve erken yolladı.”

Caitlin annesinin çirkin tonuna katlanamıyordu, bu gece çıkarı yoktu. Ona karşı her zaman üstünlük taslamıştı ve bu gece, Caitlin’in canına tak etmişti. Ona kendi ilacından bir nebze tattırmaya karar verdi.

“Harika” diye karşılık verdi Caitlin. “Bu tekrar taşınaca- ğımız anlamına mı geliyor?”

Annesi birden ayağa fırlayıverdi. “Ağzından çıkanı kula- ğın duysun!” diye bağırdı.

Caitlin annesinin ona bağırmak için bir bahane bekledi- ğinin farkındaydı. Ona bir yem atıp bu işi halletmenin en iyi yol olduğuna karar vermişti.

“Etrafta sigara içmemelisin” diye cevap verdi Caitlin so- ğukkanlı bir şekilde. Ardından ufak odasına girip kapıyı çarptı ve kilitledi.

Anında annesi kapıyı yumruklamaya başladı.

“Çık dışarı, seni ufak serseri! Annenle nasıl konuşuyorsun sen öyle! Masanıza ekmeği kim koyuyor...”

Caitlin, bu gece kafası çok meşgul olduğu için annesi- nin sesini bastırabiliyordu. Sesi dinlemektense aklından gün içinde olanları, o çocukların kahkahalarını, kalbinin dışarı fırlayacak gibi çarpmasını, kendi kükremesini düşündü.

Tam olarak ne olmuştu? Nasıl bu kadar kuvvetli hâle gel- mişti? Sadece bir adrenalin pompalanmasından mı ibaretti? İçinden öyle olmasını umuyordu. Ne var ki içten içe öyle olmadığını biliyordu. O neydi?

Kapının yumruklanması devam ettiyse de Caitlin sesi zar zor işitiyordu. Masasının üstünde duran cep telefonu deli gibi titriyor, mesajlar, e-postalar ile yanıp yanıp sönüyor olsa da bunları da pek duyduğu söylenemezdi.

Ufacık penceresine doğru gidip camdan aşağı, Ams- terdam Bulvarı’na doğru bakmaya başladığında kafasının içinde yeni bir ses işitti. Bu Jonah’ın sesiydi. Gülümseme- sine eşlik eden kısık, derin ve huzur veren sesi. Ardından onu kanlar içinde, pek kıymetli enstrümanı paramparça edilmiş hâlde yerde yatarken gördü. Yeni bir öfke dalgası yükseldi.

 

Öfkesi endişeye dönüştü. Acaba iyi mi, oradan kalkabildi mi, eve gidebildi mi diye endişeleniyordu. Onu, kendisine seslenirken hayal etti. Caitlin, Caitlin.

“Caitlin?”

Kapının dışından gelen ses yeniydi, bir oğlandan geli- yordu.

Kafası karışık bir hâlde kendini topladı. “Benim Sam, açsana.”

Kapıya gidip kafasını dayadı.

“Annem gitti” dedi diğer taraftan gelen ses. “Sigara alma- ya indi. Hadi, aç kapıyı.”

Caitlin kapıyı açtı.

Sam gözlerini dikmiş ona bakıyor ve yüzünden endişe okunuyordu. Daha on beş yaşında olmasına rağmen yaşın- dan büyük gösteriyordu. Boyu erken vakitte 180 santime kadar uzamış olsa da henüz kilo almamıştı; çelimsiz ve sırık gibiydi. Siyah saçı ve kahverengi gözleriyle renk açısından ona benziyordu. Kesinlikle akraba gibi duruyorlardı. Caitlin yüzündeki endişeyi görebiliyordu. Sam onu her şeyden çok seviyordu.

Caitlin onu çabucak içeri alıp ardından kapıyı kapadı. “Özür dilerim” dedi. “Onunla bu gece uğraşamayacağım.” “Ne oldu ikinize?”

“Her zamankinden. Kapıdan girdiğim gibi üstüme çul- landı.”

“Sanırım zor bir gün geçirdi” dedi Sam. Her zaman yap- tığı gibi ikisinin arasını bulmaya çalışıyordu. “Umarım onu tekrar kovmazlar.”

“Kimin umurunda ki? New York, Arizona, Teksas... Bir sonraki ne olacak kimin umurunda ki? Taşınıp durmamız hiç bitmeyecek.”

Sam, onun masasındaki sandalyede otururken kaşları- nı çatınca birden kendini kötü hissetti. Bazen dilinin ayarı kaçıyor, düşünmeden konuşuyor ve sonra da söylediklerini geri alabilmeyi diliyordu.

Konuyu değiştirmeye çalışarak, “Senin ilk günün nasıl geçti?” diye sordu.

Sam omuz silkti. “Fena değil sanırım.” Ayak başparmağı- nı sandalyeye sürttü.

Kafasını yukarı kaldırdı. “Ya seninki?”

Caitlin omuz silkti. Yüz ifadesinde bir şey olmalıydı zira Sam kafasını öte yana çevirmemişti. Ona bakmaya devam etti.

“Ne oldu?”

“Hiçbir şey” dedi savunmacı bir şekilde, sonra da sırtını dönüp cama doğru yürüdü.

Onun tarafından izlendiğini hissedebiliyordu. “Biraz... Farklı görünüyorsun.”

Caitlin duraksadı. Onun hadiseyi bilip bilmediğini, dış görüntüsünde bir değişiklik olup olmadığını merak etti. Yutkundu.

“Nasıl?”

Sessizlik.

“Bilmiyorum” diye cevap verdi sonunda.

Caitlin camdan dışarı bakmaya devam etti. Köşe başın- daki bodega, müşterilerinden birine uyuşturucu verirken o amaçsızca etrafı izliyordu.

“Bu yeni yerden nefret ediyorum” dedi Sam. Caitlin ona dönüp yüz yüze geldi.

“Al benden de o kadar.”

“Hatta şeyi bile düşündüm...” Kafasını eğdi, “Bırakıp git-meyi...”

“Ne demek istiyorsun?” Sam omuz silkti.

Caitlin ona baktı. Gerçekten sıkıntılı görünüyordu. “Nereye?” diye sordu.

“Belki... Babamın peşinden.”

“Nasıl? Nerede olduğunu bilmiyoruz ki.” “Deneyebilirdim. Onu bulabilirdim.” “Nasıl?”

“Bilmiyorum... Ama deneyebilirdim.”

“Sam. Tek bildiğimiz şey ölmüş olabileceği.”

“Öyle deme!” diye bağırdı ve yüzü açık kırmızı rengini aldı.

“Özür dilerim” dedi. Sam tekrar sakinleşti.

“Fakat onu bulsak bile bizi görmek istemeyebileceğini hiç düşündün mü? Bizi terk eden oydu. Sonra bir daha temas kurmaya çalışmadı.”

“Belki annem ona izin vermeyeceği içindir.” “Ya da belki sadece bizi sevmediği için.”

Sam, başparmağını yere sürtmeye devam ederken kaşları iyice çatıldı. “Ona Facebook’tan baktım.”

Caitlin’in gözleri hayretle açıldı. “Onu buldun mu?”

“Emin değilim. Onun adını taşıyan dört kişi vardı. Ara- larından ikisi özel profildi ve resim yoktu. İkisine de mesaj yolladım.”

“Ve?”

Sam başını iki yana salladı. “Bir cevap almış değilim.” “Babam Facebook’ta olmazdı.”

“Bunu bilemezsin” diye cevap verdi tekrardan savunmaya geçerek.

Caitlin içini çekip yatağına gitti ve uzandı. Sarı ve pul- lu tavana bakarken nasıl olup da bu noktaya geldiklerini düşündü. Kaldıkları şehirlerden bazılarında mutlu olduk- ları doğruydu. Hatta annesinin bile neredeyse mutlu oldu- ğu zamanlar vardı; hani şu adamla görüştüğü vakitler gibi. Yeterince mutluydu; en azından Caitlin’i rahat bırakacak kadar.

Öyle yerler vardı ki, mesela son kaldıkları yer gibi, o ve Sam birkaç iyi arkadaş edinmiş; en azından oradan mezun oluncaya kadar orada kalabileceklerini gerçekten düşün-müşlerdi. Ardından her şey çok çabuk değişmişti. Tekrardan toplanma, vedalaşmalar... Normal bir çocukluk istemek çok mu fazlaydı?

Sam, “Tekrardan Oakville’e taşınabilirim” dedi düşünce akışını keserek. Burası son kaldıkları yerdi. Nasıl olup da Sam’in her zaman kafasından geçenleri bildiği konusu pek gizemliydi. “Arkadaşlarımla kalabilirim.”

Gün üstüne gelmeye devam ediyordu. Bu kadarı da faz- laydı. Berrak bir şekilde düşünemiyordu. Uğradığı bu hüsran içerisinde kulağına gelenler Sam’in de onu bırakmaya hazır- landığını, yani artık onu umursamadığını bildiriyordu.

“O zaman git!” diye çıkıştı aniden istemsizce. Sanki bunu başka biri söylemiş gibiydi. Kendi sesindeki acımasızlığı işit- ti ve işitir işitmez pişman oldu.

Neden her şeyi böyle pat diye dışarı vurmak zorundaydı ki? Neden kendisini tutamıyordu?

Daha iyi bir gününde olsa, daha sakin olsa ve her şey bir anda bu kadar üstüne gelmemiş olsa bunu söylemeyebilirdi ya da daha hoşa gidecek şekilde davranabilirdi. Şöyle bir şey diyebilirdi mesela: Ne demeye çalıştığının farkındayım. Ne kadar kötü olursa olsun asla burayı terk etmeyeceğini; çün- kü tüm bunlarla uğraşmam için beni bir başıma bırakmaya- cağını söylemeye çalışıyorsun. Seni bunun için seviyorum. Ben de seni asla bırakamam. İkimizin de çocukluğunun çi- visi çıkmışken en azından birbirimize sahibiz.

Ancak bunun yerine ruh hâli, içindeki en kötüyü ortaya çıkarmıştı. Bunları demektense bencil ve düşüncesizce dav- ranmıştı.

Oturma pozisyonuna geçtiğinde söylediklerinin, Sam’in yüzüne yansıttığı incinmeyi görebiliyordu. Söylediklerini geri almayı, özür dilemeyi istedi ama durumun ağırlığı al- tında fazlasıyla kalmıştı. Her nasıl olduysa ağzını bir türlü açmayı başaramadı.

Sessizlik sürerken Sam, yavaşça sandalyeden kalktı ve odadan çıkarken kapıyı arkadan yavaşça kapadı.

Aptal, diye düşündü. Öyle aptalsın ki neden ona annenin sana davrandığı gibi davranıyorsun?

Sonra tekrardan uzanıp gözlerini tavana dikti. Ona çıkış- masının bir nedeni daha olduğunu fark etti. Onun düşünce akışını kesmişti. Hem de bunu tam düşünceleri gittikçe kö- tüleşirken yapmıştı. Kafasının içinden karanlık bir düşünce geçmişti ve o bunu halledemeden Sam araya girmişti.

Annesinin eski erkek arkadaşı... Bundan üç şehir önce... Bu, annesinin gerçekten mutlu göründüğü tek zamandı. Adamın adı Frank idi. Elli yaşında, kısa, toplu ve keldi. Bir kütük gibi kalındı. Ucuz kolonya gibi kokuyordu. O sıralar- da Caitlin on altı yaşındaydı.

Ufak çamaşır odasında giysilerini toplarken Frank kapı- da belirmişti. Sürekli ona bakıp duran kılın tekiydi zaten. Adam uzanıp onun iç çamaşırlarından bir tanesini almıştı. Yanaklarının utanç ve öfkeyle nasıl kızardığını hatırlıyordu. Onları eliyle kaldırıp sırıtmıştı.

“Bunları düşürmüşsün” demişti sırıtarak. Caitlin çamaşı- rını elinden çekip almıştı.

“Ne istiyorsun?” diye çıkışmıştı.

“Yeni üvey babanla nasıl konuşuyorsun bakayım öyle?”

Yarım adım daha yaklaşmıştı.

“Sen benim üvey babam falan değilsin.” “Fakat olacağım, pek yakında.”

Kıyafetlerini katlamaya devam etmeye çalışsa da o bir adım daha yakınlaştı. Fazla yaklaşmıştı. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu.

“Sanırım birbirimizi daha yakından tanıma zamanımız geldi” dedi kemerini çıkararak. “Değil mi?”

Dehşete kapılmış bir hâlde onun yanından sıvışarak kü- çük odadan çıkmaya çalıştı fakat bunu yapmaya kalktığında Frank yolunu kesip onu sıkıca tuttu ve sırtını duvara yapış- tırdı.

İşte o zaman olmuştu.

İçinde bir hiddetin yükseldiğini hissetmişti. Daha önce başından geçen hiçbir şeye benzemeyen bir hiddet. Vücudu- nun tepeden tırnağa kadar ateşler içinde yandığını hissede- biliyordu. O, kendisine yaklaşmaya başladığı sırada havaya sıçrayıp ona bir tekme atmış, iki ayağını da göğüs kafesine yapıştırmıştı.

Cüssesi onun üç katı olmasına rağmen Frank kapıdan dışarı fırlarken menteşeleri sökmüş ve öbür odanın içinde üç metre boyunca uçmaya devam etmişti. Sanki evin içinde onu bir top mermisi sürüklüyordu.

Caitlin titreyerek öylece kalakalmıştı. Hiçbir zaman şid- det kullanan bir insan olmamış, o kadar ki kimseye yum- ruk bile atmamıştı. Daha da ötesi ne o kadar büyük ne de güçlüydü. Onu böyle tekmelemesi gerektiğini nereden bil- mişti? Bunu yapacak gücü nereden bulmuştu? Daha once hiç kimseyi -hele yetişkin bir adamı- havada uçarken ya da kapıyı kırıp geçerken görmemişti. Ondaki bu güç nereden gelmişti?

Frank’in olduğu yere gidip tepesinde dikildi.

Kımıltısız bir şekilde sırtüstü uzanmıştı. Onu öldürüp öldürmediğini merak etti. Fakat o anki hiddet dolu hâliyle bunu gerçekten umursamadı. Daha çok kendisinden, kim

-ya da ne- olduğundan endişe duyuyordu.

Bir daha Frank’i hiç görmedi. Ertesi gün annesinden ayrıldı ve bir daha ortalıkta gözükmedi. Annesi ikisi ara- sında bir şeyler olduğundan şüphelendiyse de hiç sesini çıkarmadı. Buna rağmen annesi, ayrılmalarından ve ha- yatındaki tek mutlu zamanın berbat olmasından Caitlin’i sorumlu tuttu. O dakikadan sonra da onu suçlamayı hiç bırakmadı.

Caitlin kalbi yine hızlı bir şekilde çarparken pullu tava- na bakmayı sürdürdü. Bugün yaşadığı hiddeti ve iki sahne- nin bağlantılı olup olmadığını düşündü. Frank hadisesinin manyakça, istisnai bir vaka, garip bir güç patlaması olduğu- nu düşünmüştü. Ancak şu an daha fazlası olmasından kuşku duyuyordu. İçinde bir çeşit güç mü gizliydi? Yoksa bir ucube miydi kendisi?

O kimdi?

Üçüncü Bölüm

Caitlin koşuyordu. Belalıları geri dönmüştü ve onu ara so- kakta kovalıyorlardı. Önünde, kocaman bir duvardan oluşan bir çıkmaz vardı. Yine de dosdoğru koşmaya devam etti. Koştukça hızlandı, imkânsız bir hıza ulaştı ve binalar yanın- dan bulanık bir şekilde akıp geçti. Saçlarının arasından geçen rüzgârı hissedebiliyordu.

Yakınlaştığında sıçradı. Tek sıçrayışta duvarın tepesine yani dokuz metre yukarıya çıkabilmişti. Bir sıçrayışla tekrar havaya yükseldi. Sonra hiç sendelemeden zemine inip koşmaya devam etti. Kendini güçlü ve yenilmez hissediyordu. Hızı daha da art- tı ve istese uçabileceğini düşündü.

Kafasını aşağı çevirdiğinde gözlerinin önünde beton zemin, uzun, rüzgârda sallanan, yeşil çimene dönüştü. Güneş ışıldar- ken büyük çayırda koşturdu ve burayı çocukluğunun ilk za- manlarında kaldığı yer olarak düşündü.

Uzakta, babasının ufuk çizgisinde durduğunu hissedebili- yordu. Koştukça ona yaklaştığını duyuyordu. Onun göz hizası- na girmeye başladığını gördü. Yüzünde büyük bir gülümseme ve kolları iki yana açık şekilde ayakta duruyordu.

Onu yeniden görmek için kıvranıyordu. Gücünün yettiğince koştu ama o yakınlaştıkça babası daha da uzaklaştı.

Birden düşmeye başladı.

Kocaman, Orta Çağ’dan kalma bir kapı açıldı ve bir kiliseye girdi. Loş ışıklı bir koridordan aşağı yürürken her iki yanında meşaleler yanıyordu. Kürsünün orada bir adam arkası dönük şekilde diz çökmüştü. O yaklaşırken ayağa kalktı ve arkasını döndü.

Bir papazdı. Yüzünde korku dolu bir ifadeyle ona baktı. Damarlarında kanın hızlandığını hissetti ve durmaktan aciz bir hâlde ona yakınlaşırken kendini izledi. Papaz korku içinde ona hacını doğrulttu.

Caitlin adamın üstüne atıldı. Dişlerinin büyüdüğünü his- setti ve sonra papazın boynuna saplanmalarını izledi.

Adam feryat etti fakat o umursamadı. Kanının dişlerinin arasından damarlarına karıştığını hissetti ve bu hayatında his- settiği en harika şeydi.

Caitlin hızlı hızlı soluyarak yatağından kalktı. Nerede olduğunu bilemez hâlde etrafına baktı. Merhametsiz sabah güneşi odaya sızmıştı.

Nihayet rüya görmekte olduğunu anladı. Şakaklarındaki soğuk terleri silip yatağının ucuna oturdu.

Sessizlik. Işığa bakılırsa Sam ve annesi zaten gitmiş olma- lıydı. Saate baktığında vaktin gerçekten geç olduğunu gör- dü: 08:15. Okulun ikinci gününde geç kalacaktı.

 

Muhteşem.

Sam’in onu kaldırmış olmamasına şaşırmıştı. Birlikte geçirdikleri tüm yıllar boyunca hiçbir zaman uyuyakalma- sına izin vermez, eğer ilk o çıkıyorsa her zaman onu uyan- dırırdı.

Hâlâ dün geceki olaya kızgın olmalı.

Telefonuna baktı, şarjı bitmişti. Şarj etmeyi unutmuştu. Pek güzeldi böylesi. Kimseyle konuşası yoktu.

Zeminde duran kıyafetlerinden birkaçını giydi ve eliyle saçlarını düzeltti. Normalde evden yemek yemeden çıkardı fakat bu sabah susuzluk hissediyordu, sıradışı bir susuzluk. Buzdolabına gitti ve bir litrelik kırmızı üzüm suyunu çıkar- dı. Ani bir sevinç içinde kapağı açtı ve doğrudan ağzını ku- tuya dayadı. Bir litrenin tamamını bitirinceye kadar ağzını kutudan ayırmadı.

Boş kutuya baktı. Hepsini o mu içmişti? Hayatı boyun- ca hiçbir zaman yarım bardaktan daha fazla bir şey içtiği olmamıştı. Kartondan kutuyu tek eliyle ufak bir top hâline getirişini izledi. Damarlarından akan bu gücün ne olduğunu anlayamıyordu. Heyecan verici ve korkutucuydu.

Hâlâ susuz ve açtı ama yemek için değil. Damarları bun- dan daha fazlası için kendini yırtıyor fakat o ne olduğunu anlayamıyordu.

Önceki günün tam aksine, okulun koridorlarını bom- boş görmek tuhaftı. Sınıflar derse başlamışken etrafta tek bir Allah’ın kulu yoktu. Saatine baktı: 08:40. İkinci dersin başlamasına 15 dakika kalmıştı. Şimdi derse girmenin değip değmeyeceğini düşündü fakat başka nereye gidebileceğini bilmiyordu. O da sınıfa gitmek için koridordaki numaralara bakarak ilerledi.

Sınıf kapısının önünde durduğunda öğretmenin sesini duyabiliyordu. Duraksadı. Dersi bölmekten, göze batmak- tan nefret ederdi. Ancak elinde başka bir seçenek görmü- yordu.

Derin bir nefes alıp metal kapı kolunu çevirdi.

İçeri girdiğinde öğretmen dâhil tüm sınıf durup ona baktı. Sessizlik.

“Bayan...” dedi öğretmen. İsmini unuttuğu için masasına yürüdü ve eline bir kâğıt alıp taramaya başladı. “...Paine. Yeni gelen kız. 25 dakika geciktin.”

Acımasız, yaşlıca bir kadın olan öğretmeni Caitlin’e ba- kıyordu.

“Söyleyecek bir şeyin var mı?” Caitlin duraksadı.

“Özür dilesem?”

“Yeterli değil. Senin geldiğin yer her nereyse, orada derse geç kalmak makul bir şey olabilir ama burada kesinlikle ma- kul değildir.”

“Kabul edilemez” dedi Caitlin ve der demez pişman oldu.

Odanın içini tuhaf bir sessizlik kapladı. “Affedersin?” dedi öğretmen yavaşça.

“Makul değildir dediniz, kabul edilemez diyecektiniz.”

“AH! SİKTİR!” dedi sesli bir şekilde, arka sıradan bir ço- cuk. Tüm sınıf kahkahaya boğuldu.

Öğretmenin yüzü kıpkırmızı oldu.

“Seni küçük serseri! Doğruca müdürün odasına git, derhâl!”

Öğretmen yürüyüp Caitlin’in arkasındaki kapıyı açtı. Birkaç santim ötede durduğunda Caitlin, kadının ucuz par- fümünün kokusunu alabiliyordu. “Sınıfımdan çık!”

Normalde olsa Caitlin sessizce sınıfı terk ederdi. Aslına bakılırsa en başında öğretmenin dediklerini falan düzeltme- ye kalkmazdı. Ne var ki içinde bir yerlerde, ne olduğunu tam manasıyla kavrayamadığı bir şey değişmişti ve şimdi bir isyan dalgasının yükseldiğini hissediyordu. Herkese saygı göstermek zorundaymış gibi hissetmiyordu kendini ve artık korkmuyordu.

Sınıftan çıkmak yerine Caitlin, durduğu yerde kalıp öğ- retmeni görmezden gelerek Jonah’ı bulmak için sınıfı taradı. Sınıf hıncahınç doluydu. Bir bir tüm sıralara baktı. Ondan bir iz yoktu.

“Bayan Paine! Söylediklerimi duymadınız mı?”

Caitlin asi bir şekilde ona baktı. Ardından arkasını dönüp yavaşça sınıftan çıktı.

Kapının arkasından çarpılmasını ve ardından sınıfta çı- kan yaygarayı, bunu takiben öğretmenin uyarısını duydu: “Sınıf, sessiz olun!”

Caitlin avare bir şekilde, nereye gittiğinden emin olmaya- rak boş koridorda yürüdü.

Ayak sesleri duydu. Az ileride bir güvenlik görevlisi belir- di. Adam ona doğru geliyordu.

Aralarında hâlâ altı metre civarı uzaklık varken adam

“Kart!” diye bağırdı ona doğru. “Ne?”

Adam yakınlaştı.

“Koridor kartın nerede? Her zaman onu görünebilecek bir yere asmak zorundasın.”

“Ne kartı?”

Adam durdu ve onu inceledi. Alnında kocaman bir beni olan, çirkin ve pespaye görünümlü biriydi.

“İmzalı bir kart olmadan koridorda yürüyemezsin, bili- yorsun. Kartın nerede?”

“Bilmiyordum ki...”

Adam eline telsizini alıp, “14. kanatta koridor kartı ihlali. Onu şimdi gözaltı bölümüne getiriyorum” dedi.

Caitlin kafası karışmış hâlde, “Gözaltı mı?” diye sordu. “Nesin sen...”

Adam onu sert bir şekilde kolundan kavrayıp koridorda sürüklemeye başladı.

“Ağzından tek bir kelime daha çıkmasın!” diye bağırdı. Caitlin adamın koluna batan parmaklarından ve onu bir çocuk gibi sürüklemesinden hoşlanmadı. Vücudunun içinde yükselen ateşi hissedebiliyordu. Hiddetin geldiğini duyum- suyordu. Nasıl ya da neden olduğunu pek bilmese de bili- yordu işte. Ve biliyordu ki saniyeler içerisinde, ne öfkesini ne de güç kullanımını kontrol edebilecek durumda olacaktı.

Çok geç olmadan bunu durdurmalıydı. İradesini son kı- rıntısına kadar buna son vermek için kullandı. Fakat adamın parmakları onun üstünde oldukça bu şey gitmeyecekti.

Tüm güç onu esir almadan kolunu çabucak çekti. Kendi- sini tutan elin üzerinden çekilip adamın birkaç metre öteye sendelemesini izledi.

Adam dönüp ona baktı. Onun ebatlarında bir kızın sa- dece kolunu çekmek suretiyle onu koridorda birkaç metre boyunca sendeletmesinden dolayı afallamıştı. Öfkeden kö- pürmekle korkmak arasında bocaladı. Caitlin adamın kafa- sında ona saldırmak mı yoksa geri çekilmek mi gerektiğini tarttığını görebiliyordu. Adam elini üstünde büyük bir kutu biber gazının olduğu kemerine doğru götürdü.

Soğuk bir hiddetle, “Ellerini bir kez daha bana değdir de genç hanım, seni baharata boğayım” dedi.

“O zaman ellerini üstümden çek” diye yanıt verdi asi bir şekilde. Kendinden çıkan ses kulağına geldiğinde sarsıldı. Sesi değişmişti, daha derin ve ilkeldi.

Adam elini yavaşça spreyden çekti. Pes etmişti. “Önümden yürü” dedi. “Koridoru geçip şu merdivenler-

den yukarı doğru.”

Güvenlik görevlisi onu müdürün odasının önündeki ka- labalığın içine bıraktı ve tam bu sırada telsizinin kapanma- sı nedeniyle başka bir yere doğru uzaklaştı. Uzaklaşmadan önce ona dönüp, “Seni bir daha bu koridorlarda görmeye- yim” diye çıkıştı.

Caitlin kafasını çevirdiğinde her yaştan, bazısı oturan bazısı ayakta, hepsi de görünüşe göre müdürü görmek için bekleyen on beş çocuk gördü. Hepsi de uyumsuz tiplere benziyordu. Her seferinde birer birer içeri alınıyorlardı. Bir görevli ayakta onları izliyor ve ruhsuz bir şekilde kafasını iki yana sallıyordu.

Caitlin yarım gün bekleyesi ve müdürü göresi varmış gibi hissetmiyordu pek. Okula geç kalmamalıydı, burası doğru fakat bunu hak etmiyordu. Artık canına tak etmişti.

Koridorun kapısı açıldığında güvenlik görevlisi kavga edip birbirini itekleyen üç çocuğu daha içeri getirdi. Ardın- dan ağzına kadar dolu olan küçük bekleme odasında bir kar- gaşa oldu. Sonra zil çaldı ve Caitlin cam kapıların ardında koridorların dolmaya başladığını görebildi. Şimdi hem içe- risi hem de dışarısı kargaşa içindeydi.

Caitlin sahip olduğu şansı anladı. Kapı tekrar açıldığında başka bir çocuğun yanından sıvışıp koridora attı kendini.

Çabucak omzunun arkasından geri baktı ama kimsenin bunu fark etmediğini gördü. Hızlıca çocukların oluşturduğu kalabalığın içinden diğer tarafa geçip köşeyi döndü. Tekrar kontrol etti. Hâlâ gelen birileri yoktu.

Artık güvendeydi. Güvenlik görevlileri onun yokluğu- nu fark etseler bile -ki bu şüpheliydi çünkü daha bir iş- lem yapılmamıştı- hâlihâzırda yakalayamayacakları kadar uzaktaydı. Koridordan aşağı daha da hızlıca yürüdü, onlar- la arasına daha fazla mesafe koyup kafeteryaya doğru iler- ledi. Jonah’ı bulmalıydı. Onun iyi olup olmadığını bilmek zorundaydı.

Kafeterya ağzına kadar doluydu ve Caitlin Jonah’ı bulma- yı umarak koridorda bir aşağı bir yukarı yürüdü. Sonuç sıfır.

İkinci kez yürüyüp her masaya yavaşça göz gezdirdiğinde onu yine bulamadı.

Onun yanına dönüp yaralarını kontrol etmediğine, am- bulans çağırmadığına pişman oldu. Onun gerçekten zarar görmüş olup olmadığını merak etti. Belki de hastanedeydi. Belki okula bile geri dönemezdi.

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»