Aldatilmiş

Текст
Из серии: Vampır Mektupları #3
0
Отзывы
Читать фрагмент
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

“ALDATİLMİŞ bu serinin mükemmel bir kısmıdır.  Morgan Rice bu seride gerçek bir kazanan ileri sürer. Kitap aksiyon, aşk, kararsızlık ve entrika doludur ve olaylar hızlı gelişir. Yazarın ilk iki romanını okumamışsanız, onları bitirin ve ALDATİLMİŞ ’i okumaya başlayın. Sırasıyla bu kitapların hepsini okudum ancak her biri birbirinden bağımsız yazılmıştır, bu yüzden ilk ikisini okumamışsanız bile ALDATİLMİŞ ’i alın. Eminim ki bunu okuduktan sonra ilk ikisini de okuma isteğiyle dolacaksınız- kesinlikle bir kez okumaya değer kitaplar..ya da iki kez!”

VampireBookSite

“ALDATİLMİŞ kitabının sonundaki büyük çekişme okuyucuyu adeta soluksuz bırakmaktadır ve ALDATİLMİŞ  kurgusu ve içeriği ile tüm otoritelerden A+ alacak özelliktedir.”

--The Dallas Examiner

“ALDATİLMİŞ kitabının harika bir cazibesi, güçlü bir kurgusu, içersinde barındırdığı pek çok hareket ve okuyucuyu soluksuz bırakacak özellikleri ile tam anlamıyla bir başyapıttır. Bir önceki kitaptan daha karanlıktır ancak geriye dönüşlerle karakterleri daha iyi anlamamızı sağlar. İkincil karakter daha güçlüdür ve Morgan Rice’ın bir üst seviyeye çıkardığı hikâyede olay örgüsünü güçlendirmede ona yardım eder. Sonuna kadar okumak isteyeceğiniz, okurken hiç sıkılmayacağınız ve içersinde size hiç beklemediğiniz yerden vuracak şaşırtıcı olayların olduğu kitabı kaçırmayın.”

--The Romance Review

"TURNED (Dönüşüm), TWILIGHT (Alacakaranlık) ve VAMPIRE DIARIES (Vampir Günlükleri)’e kesinlikle rakip olacak ve son sayfaya kadar elinizden bırakamayacağınız bir kitap! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız bu kitap tam size göre!"

--Vampirebooksite.com
Morgan Rice

Morgan Rice Hakkında Morgan efsanevi fantezi serisi, çok satanlar listesinde birinci olan ve on kitaptan oluşan THE SORCERER'S RING serisinin yazarıdır. Serinin ilk kitabı A QUEST OF HEROES ise ücretsiz indirilebilir!

Morgan Rice altı dile çevrilen ve on kitaptan oluşan yetişkin gençlere daha fazla hitap eden en çok satanlar listesinde birinci sırada olan VAMPIR MEKTUPLARI serisinin yazarıdır.

Morgan ayrıca gene çok satanlar listesinde olan kıyamet sonrasını anlatan etkileyici THE SURVIVAL TRIOLOGY üçlemesinin ilk iki kitabı olan ARENA ONE ve ARENA TWO’nun da yazarıdır. Morgan yorumlarınızı dört gözle bekliyor, istediğiniz zaman iletişim kurabilirsiniz.

www.morganricebooks.com

YAZARIN KITAPLARI

THE SORCERER’S RING

Kahramanların Görevi

A QUEST OF HEROES (Book #1)

A MARCH OF KINGS (Book #2)

A FATE OF DRAGONS (Book #3)

A CRY OF HONOR (Book #4)

A VOW OF GLORY (Book #5)

A CHARGE OF VALOR (Book #6)

A RITE OF SWORDS (Book #7)

A GRANT OF ARMS (Book #8)

A SKY OF SPELLS (Book #9)

A SEA OF SHIELDS (Book #10)

A REIGN OF STEEL (Book #11)

A LAND OF FIRE (Book #12)

A RULE OF QUEENS (Book #13)

AN OATH OF BROTHERS (Book #14)

THE SURVIVAL TRILOGY

ARENA ONE (Book #1) Arena Bir Köletüccarları Üçlemesi

ARENA TWO (Book #2)

THE VAMPIRE JOURNALS

TURNED (Book #1): Dönüşüm

LOVED (Book #2) Sevilmiş

BETRAYED (Book #3): Aldatılmış

DESTINED (Book #4) Yazgı

DESIRED (Book #5)

BETROTHED (Book #6)

VOWED (Book #7)

FOUND (Book #8)

RESURRECTED (Book #9)

CRAVED (Book #10)

FATED (Book #11)

Lista!
Amazon
Audible
iTunes

Copyright © 2014 by Morgan Rice

Tüm hakları saklıdır. U.S. Copyright Act of 1976 (Birleşik Devletler Telif Anlaşması) izni haricinde, yazarın izni olmaksızın bu yayının bir bölümünün ya da tamamının hiç bir şekilde ya da hiç bir amaçla yeniden yayınlanması, kopyalanması, dağıtılması ve aktarılması yasaktır. Bu e-kitap sadece sizin kişisel zevkiniz için ruhsatlandırılmıştır. Bu e-kitap diğer kişilere tekrar satılamaz veya girilemez. Eğer bu kitabı başkaları ile de paylaşmak istiyorsanız lütfen her biri için ek kopyayı satın almalısınız. Eğer kitabı okuyorsanız ve satın almadıysanız ya da sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen kitabı iade edip başka bir kopya satın alınız. Yazarın yoğun çalışmasına saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Kitap tamamen kurgudan oluşmaktadır. İsimler, karakterler, meslekler, organizasyonlar, mekanlar ve olaylar tamamen yazarın hayal gücünün ürünüdür ya da kurgu amacıyla kullanılmıştır. Ölü ya da diri gerçek herhangi biri ile olan benzeşme tamamen tesadüfîdir.

Sonsuz Kitap: 79 1. Baskı: Ağustos 2012 ISBN: 978-605-384-530-0 Yayıncı Sertifika No: 16238 Yazar: Morgan Rice Çeviri: Emrah Saraçoğlu Yayın Yönetmeni: Ender Haluk Derince Görsel Yönetmen: Faruk Derince  Yayın Koordinatörü: Ceylan Şenol Düzelti: Hilâl Kandaz İç Tasarım: Tuğçe Gülen Baskı: Melisa Matbaacılık  Matbaa Sertifika No: 12088 Çifte Havuzlar Yolu Acar Sitesi No: 4 Davutpaşa/İSTANBUL YAKAMOZ KİTAP © MORGAN RICE Orijinal Adı: Betrayel-The Vampire Journals Copyright © Morgan Rice. tarafından yayımlanmıştır. Türkçe yayım hakları Nurcihan Kesim Ajans aracılığıyla alınmıştır. Yayınevinden izin alınmaksızın tümüyle veya kısmen çoğaltılamaz, kopya edilemez ve yayımlanamaz. Sonsuz Kitap, Yakamoz Yayınları’nın tescilli markasıdır.

GERÇEK HADİSE:

Manhattan’ın  altmış mil kuzeyinde,  Hudson Nehri’nde üstünde yıkık  dökük  bir  İskoç kalesinin bulunduğu küçük, kuytu bir  ada vardır. Ada Pollepel olarak bilinir ve yüzlerce yıl önce Hudson’ın  buzları üzerinde sıkışıp kıyıya vuran Polly adında genç bir kızdan yola çıkarak isimlendirilmiştir.  Efsaneye  göre  daha sonra onunla adada evlenen âşığı tarafından romantik bir şekilde kurtarılmıştır.

 
“Yetmiş yıl oldu iyi anımsarım,
Onca zamandır görüp geçirdiğim
Korkunç  saatler ve tuhaf  şeyleri; ancak bu kederli gecede
Boşa çıkıverdi evvelden bildiklerim.”
 
William Shakespeare, Macbeth


Birinci Bölüm

Pollepel Adası, Hudson Nehri, New York

(Günümüz)


“Caitlin?” dedi yumuşak bir ses. “Caitlin?”

Caitlin Pane sesi duydu ve gözlerini açmaya uğraştı. Gelgelelim göz kapakları o kadar ağırdı ki, ne kadar uğraşır- sa uğraşsın, ancak azıcık aralayabildi. Nihayet,  sırf sesin ne- reden geldiğini görmek için kısa bir anlığına onları açmayı başarabildi.

Ses Caleb’den geliyordu.

Yüzü endişeli, elini ellerinin arasına almış şekilde yanında çömelmekteydi.

“Caitlin?” dedi tekrardan.

Kafasının içindeki devasa darmadağınıklığı defetmek için kendine gelmeye çalıştı. Neredeydi  ki? Bulundukları oda- nın boş ve taştan yapılma olduğunu fark edebilecek kadar etrafı seçebiliyordu. Vakit geceydi ve genişçe bir pencereden dolunay ışığı sızıyordu. Taş zemin, taş duvarlar, kemerli taş tavan. Taş, düz ve antik görünüyordu. Orta Çağ dan kalma bir manastırda falan mıydı yoksa?

Ay ışığı haricinde oda, sadece uzak köşedeki duvara sa- bitlenmiş,  fazla ışık yaymayan bir fenerle aydınlanıyordu. Daha fazlasını görmek için etraf çok karanlıktı.

Bir adım ötesinde ona umutla bakan Caleb’in  yüzüne odaklanmayı denedi. Elini daha da sıkı kavrarken  gözleri parlıyormuş gibiydi. Onun elleri sıcaktı. Kendininkiler  ise soğuk. Artık içlerinde yaşam olduğunu hissedemiyordu.

Çabalamasına rağmen gözlerini bir saniye daha açık tu- tamadı. Çok ağırdılar. Kendini…  doğru kelime hasta değil- di. Kendini…  ağırlaşmış hissediyordu. Sanki araftaymış, iki dünya arasında serbestçe salınıyormuş gibiydi. Artık kendi bedeniyle arasındaki bağ kopmuştu  ve sanki bu dünyanın bir parçası olma hissini yaşamıyordu. Fakat ölü gibi hissedi- yor da değildi. Sanki çok ama çok derin bir uykudan uyanı- yormuş gibiydi.

Hatırlamaya çalıştı. Boston… Kral’ın Mabedi… Kılıç. Ve sonra… hançerlenişi. Ölmek  üzereyken öylece uzanıp kalı- şı… Yanında duran Caleb. Ve sonra… dişlerinin yaklaşması.

Caitlin boynunun yanında tatsız, zonklayan bir ağrı his- setti. Isırıldığı yer burası olmalıydı. Bunu  kendisi istemişti, bunun için yalvarmıştı.

Fakat şimdiki hissettiklerine bakılırsa bunun doğru bir karar olup olmadığından emin olamıyordu. İyi hissetmiyor- du. Damarlarında dolaşan buz gibi soğuk kanı duyumsuyor- du. Sanki ölmüş de bir sonraki adıma geçememiş gibiydi, tam orada sıkışmış gibi.

Her şeyden çok, acı hissediyordu. Sağ alt karnında ve mi- desinde tatsız, zonklayan bir acı vardı. Bıçaklandığı yer orası olmalıydı.

“Şu an yaşadıkların normal”  dedi Caleb yumuşak bir şekilde. “Korkma.  Hepimiz ilk dönüştürülüşümüzde bunu yaşarız.  Daha iyi olacak.  Sana söz veriyorum.  Acı geçe- cek.”

 

Caitlin gülümsemek  ve uzanıp  onun yüzünü  okşamak istedi. Sesi dünyadaki  her şeyi kusursuz hale getiriyordu. Tüm bunlara değdiğini hissettiriyordu. Artık sonsuza kadar onunla olabilirdi ve bu ona umut veriyordu.

Fakat çok yorgundu. Vücudu beyninin istediği şeye yanıt vermiyordu. Dudaklarının  kıvrılmasını sağlayamıyor ve eli- ni kaldıracak gücü toplayamıyordu. Tekrar uykuya daldığını hissetti.

Birden  düşünceleri tekrar değişti ve tak diye onu uyan- dırdı. Kılıç… bir ara orada duruyordu ve sonra… çalınmıştı. Şimdi kimdeydi ki?

Sonra kardeşini, Sam’i hatırladı. Bayılmıştı. Sonra o vam- pir tarafından götürülmüştü.  Ona ne olmuştu? Şimdi  gü- vende miydi?

Ve Caleb. Niye buradaydı? Oysa onları durdurmak için kılıcın peşinden gitmiş olmalıydı. Sırf onun yüzünden mi buradaydı? Her şeyi sırf onun yanında kalmak için feda mı ediyordu?

Kafasında sorular soruları kovaladı.

Var olan gücünü son kırıntısına kadar toplayıp dudakla- rını ufacık da olsa araladı.

“Kılıç” diyebildi, boğazı o kadar kuruydu ki canı acıyor- du. “Gitmelisin…”  diye ekledi. “Gidip onu…”

“Hişş” dedi Caleb. “Dinlen sadece.”

Daha fazlasını söylemek istedi. Çok daha fazlasını. Ona onu ne kadar sevdiğini söylemek istedi, ne kadar minnettar olduğunu da. Nasıl asla yanından ayrılmayacağını umduğu- nu anlatmak istedi.

Ancak bunlar beklemek zorunda kalacaktı. Yeni bir baş dönmesi dalgası üstünden geçtiğinde dudaklarının açılacak hali kalmamıştı. Karşı koymasına rağmen karanlığa, o ölüm- süzlük uykusuna doğru battı, battı ve battı.

İkinci Bölüm

Kyle Manhattan’ın üzerinden uçarken koltukları hiç ol- madığı kadar kabarıktı. Arkasında emrine amade askeri Sergei uçuyor ve onun arkasından da yol üzerinde ona ka- tılmış olan yüzlerce vampir geliyordu.  Artık efsanevi kılıç Kyle’ın  elinde olduğuna göre başka lafa hacet yoktu. Doğu Kıyısı’nın tüm kötücül vampirleri havadisi almıştı ve Kyle uçtuğu sırada birçok meclis ona katılma heveslisiydi. Sava- şın yaklaşmakta olduğunu biliyorlardı ve Kyle’ın namı almış yürümüştü. Bu açıkgöz vampirler biliyordu ki o nereye gi- derse gitsin iyilik peşinde olmayacaktı hiç. Hepsi bunun bir parçası olmak istiyordu.

Kyle arkasında büyüyen  ordudan  dolayı  heyecanlandı ve şehrin üzerinden uçarken bir özgüven dalgasıyla doldu. Sergei kılıcı kapıp o Caitlin denen kızı bıçaklamakla iyi etmişti. İşin doğrusu Kyle şaşırmıştı. Daha önce Sergei’de bu cevherin olduğunu hiç düşünmemişti. Onu fazla hafife almıştı ve ödül olarak, iyi bir ortak olacağının farkına vara- rak, onu hayatta tutmaya karar vermişti. Bilhassa Sergei’nin Kralın Mabedi’nden ayrılmalarının hemen ardından kılıcı görevine sadık bir şekilde ona teslim edişinden etkilenmiş-ti. Evet, Sergei yerini biliyordu. Eğer bu tavrını sürdürürse Kyle onu terfi ettirebilir, hatta kendine ait olacak küçük bir bölge bile verebilirdi. Kyle birçok kişinin birçok yönünden nefret ederdi, ne var ki sadakat takdir ettiği şeylerdendi.

Özellikle de kendi insanlarının, Kara Metcezir Meclisi’nin ona yaptıklarından sonra… Binlerce yıllık sadakatinin ardın- dan yüce liderleri Rexius,  sanki binlerce yıllık hizmetinin hiçbir anlamı yokmuşçasına Kyle’ı kapı dışarı etmişti. Hem de hepi topu küçük bir hata için! İnsanın aklı almıyordu.

Kyle’ın  planı mükemmel işlemişti. Artık kılıç elinde ol- duğuna göre hiçbir şey -tam anlamıyla hiçbir şey- önünde duramazdı. İnsan ırkıyla ve diğer vampir ırklarıyla savaş, ya- kında onun işi olacaktı.

Kyle uçmaya devam ederken Harlem üzerine geldiğinde aşağıya doğru  yaklaşıp  ayrıntıları  görebilmek  için vampir görüşünü kullandı. Gülümsemesi genişledi.

Hıyarcıklı  vebayı yayması gerçekten işe yaramıştı. Etrafa gürültü ve kargaşa hâkimdi. Şu zavallı küçük insancıklar her yöne koşuşturuyor, tek yönlü yollarda arabalarıyla ters yöne gidiyor, birbirleriyle tartışıyor ve mağazaları yağmalıyorlar- dı. Birçok  insanın vebaya yakalandıklarını  belli eden kor- kunç yaralarla kaplı olduğunu görebiliyordu. Neredeyse her sokak köşesinde cesetlerin üst üste yığıldığını da görebiliyor- du. Aşağıda kıyamet kopuyordu.  Onu daha mutlu  edecek başka bir şey yoktu.

Şehirdeki tüm insanların ölmesi ancak birkaç gün alırdı. O noktada Kyle ve adamları kolaylıkla geri kalanlarını silip süpürebilirdi. Daha önce hiç beslenmedikleri gibi beslenir ve sonra da insan ırkının geri kalanını köle yaparlardı.

Yolunun üzerinde kalan tek küçük engel, sadece hayvan- lar üzerinden beslenip geri kalan herkesten daha iyi olduk- larını düşünen şu zavallı Ak Meclis’ti. Evet, yoluna çıkmayı denerlerdi. Fakat kılıcın karşısında duramazlardı. İnsanlarla işi bittikten sonra sıra onları temizlemeye gelecekti.

İlk başta ve  hepsinden  önemlisi,  kendi meclisindeki yerini geri alacaktı.  Bunu acımasızca  gerçekleştirecekti. Caitlin’in kaçmasına  mani olamadığı  için aldığı cezayla korkunç kaderine dönüşen ve sertleşmeye başlayan yüzün- deki yaralara uzanıp dokunduğunda  Rexius’un  onu ceza- landırmakla ölümcül bir hata yaptığını düşündü. Rexius, Kyle’ın yara izlerinin  her birinin  ceremesini  ödeyecekti. Rexius güçlü olmasına güçlüydü, ne var ki artık kılıç elin- deyken Kyle’ın gücü çok daha fazlaydı. Kyle, Rexius kolla- rında can verip bizzat kendisi yeni yüce lider ilan edilme- den rahat etmeyecekti.

Kyle bu düşünce karşısında kocaman  gülümsedi.  Yüce lider ha! Tüm bu binlerce yılın sonunda. Onun hak ettiği buydu. Bu onun kaderiydi.

Kyle ve adamları Central Park, Midtown, Union Square ve Greenwich Village üzerinden uça uça sonunda Belediye Konağı na vardılar.

Kyle zarif bir şekilde alçalıp toprağa bastı ve şimdi sayıları yüzlerce olan vampir sürüsü onu takip etti. Kyle’ın  ordusu inanılamayacak kadar büyümüştü. Ne dönüş ama, diye dü- şündü.

Kyle tam Belediye Konağı’nın girişine doğru yürüyüp ka- pıyı kırarak savaşı başlatacaktı ki göz ucuyla bir şey fark etti, onu huzursuz eden bir şey.

Kyle Brooklyn  Köprüsü’nün  önündeki curcunaya bak- mak için birkaç blok ötesine zum yaptı. Yüzlerce araba tra- fikte sıkışmış, birbirine girmiş ve köprünün  önünde birik- mişti. Hepsi bulundukları yerden çıkmak istiyordu.

Gelgelelim köprü kordonla kapatılmıştı. Makineli tüfek- leri kitlenin üstüne çevrilmiş bir dolu askerin, üzerinde otur- duğu orduya ait tank ve kamyonlar yolu kapamıştı. Hiçbir insanın Manhattan  Adası’ndan çıkışına izin verilmiyordu. Ordu salgının yayılmasını istemiyor olmalıydı. Muhtemelen tüm köprüleri ve tünelleri tıkamışlardı.

Bir taraftan bu tam da Kyle’ın istediği şeydi: Tüm insan- lar Manhattan’a  kısılıp kaldığında onları daha da kolay öl- dürebileceklerdi. Fakat diğer taraftan bunu kendi gözleriyle görüyor olmak midesini kaldırıyordu.

Otoriteden  nefret ederdi, istisnasız her türünden. Bu orduyu da kapsıyordu.  Neredeyse bölgeden çıkmak isteyen insan yı- ğınlarına sempati duymaya başlamıştı. Otorite figürleri yoluyla durdurulmaktaydılar. Bu düşünce Kyle’ın tepesini attırdı.

O sırada aklına yeni bir fikir geldi. Neden bazı insanların adadan çıkmasına izin vermesindi ki? Bu sadece onun ama- cına hizmet ederdi. Salgını daha uzağa yayarlardı. Başlangıç için doğru Brooklyn’e o halde. Evet, bu pek yerinde olurdu gerçekten de.

Kyle aniden tekrar havaya yükseldi, Brooklyn Köprüsü’nün başına  doğru uçmaya  başladı.  Hemen peşinden  yüzlerce vampir onu takip etti.

Güzel, diye düşündü. Sadık ve itaatkârdılar, soru da sor- muyorlardı. Pek münasip bir ordu olacaktı hakikaten de.

Kyle, Brooklyn Köprüsü’nün ayağına indi; bir arabanın kaputuna bastı ayağını ve yüzlerce vampir de onun arkasın- daki arabaların üzerlerine indi, yere değdiklerinde ayakkabı- ları çın çın ses çıkardı.

Birden araba kornaları alevlendi. Görünüşe göre insanlar arabalarının üstüne çıkılmasından hoşlanmıyorlardı.

Kyle’ı yeni bir hiddet dalgası sardı, onlara yardım etmek için gelmişken kornalarına yüklenen  şu acınası insanların nankörlüğünü düşünüyordu.

Kornasını  ısrarla çalan bir arabanın üstündeyken birden durakladı. Tam aşağı inip orduyla uğraşacaktı ki onun ye- rine yavaşça geri dönüp ona doğru gözlerini dikmiş duran aileye baktı.

Tipik tıfıl ailenin tekiydi bu. Ön koltuklarda kırklı yaşların- da karı ve koca, arkalarında ise iki çocukları oturuyordu. Koca- sı penceresini açıp eğildi ve yumruğunu Kyle’a doğru sıktı.

“Siktir ol git arabamın üstünden!” diye bağırdı.

Kaputun üzerinde duran Kyle, tek dizinin üstüne çöktü ve gerilip ön cama bir yumruk attı. Adamı polo yakasından kavradı ve tek harekette camın içinden kendine doğru çekti. Adamın karısının ve çocuklarının çığlıkları geceyi şenlendi- rirken cam kırıkları oradan oraya uçuşuyordu.

Kyle kaputun üstünde sırıtarak adamı kafa hizasının yu- karısına kaldırmıştı.

Dağılan  camdan dolayı kafası kanlar içinde olan adam inliyor ve haykırıyordu.

Kyle arkaya doğru gerildi ve sırıtarak adamı kâğıttan bir uçak gibi havaya fırlattı. Adam onlarca metre uçtu ve trafi-ğin arkasında bir yerlerdeki başka bir arabanın kaputunun üstüne düştü. Ölmüştür, diye umdu Kyle.

Kyle işine geri döndü. Arabanın üstünden atlayıp köprü- yü kapamakta olan devasa tanklara doğru ilerledi. Yüzlerce askerin uygun adım arkasından geldiğini hissedebiliyordu.

Kyle yaklaşırken  askerlerin  tamamı  gerildi.  İçlerinden birçoğu makineli tüfeklerini kaldırıp ona çevirdiler.

Tankların otuz metre ötesine kadar hiçbir arabanın ve in- sanın olmadığı, kimsenin de geçmek istiyor gibi görünme- diği bir sınır vardı.

Ne var ki Kyle mutlulukla sınırı geçti, açıklık alanda doğ- ruca tankların üstüne yürümeye başladı.

“Dur!” diye bağırdı asker megafondan. “Daha fazla GEL- ME! Gelirsen VURACAĞIZ!”

Kyle’ın gülümsemesi büyüdü, doğruca tanka doğru yürü- meye devam etti.

“DUR dedim!”  diye bağırdı asker tekrardan. “Bu SON uyarın! Yürürlükte olan bir yasak var. Gece dışarıda olan herkesi vurmak için verilmiş emrimiz var!”

Kyle artık sırıtıyordu. “Geceler bana ait” diye yanıtladı. Kyle üstlerine yürümeye devam ederken birden ateş açtı-lar. Bir dolu asker makineli tüfeklerini Kyle’a ve adamlarına doğru ateşlediler.

Kyle, üstünden seken kurşunların acısını hissetti. Birbiri ar- dına göğsünden, kafasından ve ayaklarından sekiyorlardı. Yağ- mur damlalarına benziyorlardı fakat biraz daha güçlüsü gibiy- diler. İnsanların bu acınası silahlarını düşününce gülümsedi.

Onun etkilenmediğini fark etmeye başladıklarında asker- lerin yüzlerinde oluşan dehşet dolu ifadeleri gördü. Açıkça onun ya da takipçilerinin nasıl hâlâ yürümekte olduklarını anlayamıyorlardı.

Fakat tepki verecek zamanları yoktu. Kyle en yakın tan- ka doğru  yürüdü  ve ellerini aşağıdaki paletlerin altına so- kup insanüstü gücüyle tankı başının üstüne kadar kaldırdı. Dengesini kaybeden bazı askerler, o yürümekteyken tanktan düştü. Fakat diğerleri metale tutunup ne pahasına olursa ol- sun üstünde kalmak için çırpındılar.

Büyük hataydı.

Kyle koşar adım ilerledi, tankı arkaya doğru gerip tüm gücüyle fırlattı.

Tank, Brooklyn Köprüsü’nün üstünden uçup nehrin üze- rinde onlarca metre gitti. Tank havada döner dururken üs- tünden düşen askerler çığlıklar atıyorlardı. Sonunda büyük bir şapırtıyla suya düştü.

Birdenbire  sıkışmış  trafik hayata  döndü. Kaygılı New Yorklular hiç tereddüt etmeden gazları kökleyip  artık açık olan köprüye  doğru yüklendiler.  Birkaç saniye  içerisinde yüzlerce araç Manhattan’dan kaçmak için yarışıyordu. Kyle gidenlerin yüzlerine baktığında pek çoğunun hâlihazırda ve- baya yakalanmış olduğunu görebiliyordu.

Kyle kocaman sırıttı. Bu seferki güzel bir gece olacaktı.

Üçüncü Bölüm

Hareket ettikçe gıcırdayan  çifte kapıların,  önünde  açıl- masını izlerken Samantha’nın karnına bir sancı saplan-dı. Kendisine  eşlik eden bir sürü muhafız vampirle beraber liderinin odasına doğru yürüdü. Muhafızlar onu çekiştiriyor değildi  -buna  asla cesaret edemezlerdi- fakat hiç kuşkusuz yakından takip ediyorlardı ve verilen mesaj açıktı. Hâlâ on- lardan biri olsa da gözaltındaydı, en azından Rexius ile bu buluşmayı gerçekleştirinceye kadar. Onun tarafından bir as- ker olarak huzura çağrılmıştı, fakat aynı zamanda bir tutuk- lu olarak da.

Kapılar arkasından çarpılarak kapandı ve Samantha de- vasa odanın dolu olduğunu gördü. Yıllardır böylesi bir ka- tılımla karşılaşmamıştı. Odanın  içinde yüzlerce meclisdaşı vampir vardı. Açık ki hepsi onu izlemek, haberleri almak, kılıca ne olduğunu, yani onu nasıl elinden kaçırdığını öğ- renmek istiyorlardı.

İçlerinden çoğu muhtemelen onun cezalandırılışını gör- mek istiyordu. Rexius’un affı olmayan bir lider olduğunu ve en küçük bir hatanın bile cezayı gerektirdiğini biliyorlardı. Yenilen halt bu derece büyük olunca verilecek ceza da sınır- ların ötesinde olacaktı.

 

Samantha bunu biliyordu. Kaderinden kaçmaya çalışıyor değildi. Bir görevi kabul etmiş ve başarısız olmuştu.  Evet, kılıcı bulmuştu;  fakat aynı zamanda onu kaybetmişti de. Kyle ve Sergei’nin onu ellerinin arasından çalmalarına izin vermişti.

Aslında her şey ne kadar da şahane olacaktı! Kılıcın ora- cıkta, Kralın Mabedi’nde, koridorda ellerinden birkaç adım uzakta olduğunu  gayet net hatırlıyordu.  Onu ele geçirme- nin, görevini tamamlamanın, meclisinin kahramanı olma- nın sadece birkaç saniye uzağındaydı.

Sonrasında ise Kyle ve o rezil ortağı Sergei, içeri girip onu alt ederek kılıcı ellerinden çalacaklardı. Adil değildi bu. Böy- le bir şeyi nasıl öngörebilirdi ki?

Ya şimdi neydi? Kötü adam. Kılıcın kayıp gitmesine mani olmayan kişi. Görevinde başarısız olmuş olan. Ah evet, öde- necek fatura büyüktü. Bundan şüphesi yoktu.

Artık tek istediği Sam’in güvende olmasıydı. Yere düşüp bayılmıştı ve Samantha da onu tüm yol boyunca taşıyıp bu- raya getirmişti. Sam’i yakınında istemişti. Henüz gitmesine izin vermeye hazır değildi ve onu başka nereye götürebilece- ğini bilmiyordu.  İçeri sızıp epey yerin altındaki meclislerin boş bir odasına onu saklamıştı. Kimse onu görmemişti, en azından onun bildiği kadarıyla hiç kimse. Orada, bu vam- pirlerin dikizleyici bakışlarından uzakta, güvende olacaktı. Rexius’a  raporunu verip cezasına katlanmasının  ardından gün ışıyıncaya kadar bekleyecek ve herkes uyurken Sam ile birlikte kaçacaktı.

Elbette, öyle tak diye  kaçamazdı.  Önce raporunu  ver- meli, cezasına katlanmalıydı;  yoksa meclis peşine düşer ve o da hayatını kaçarak geçirmek zorunda kalırdı. Bir kez ceza aldıktan sonra kimse onları takip etmezdi. Ardından Sam’i yanına  alabilir ve ikisi buradan uzaklara kaçıp birlikte bir yerlere yerleşebilirlerdi, sadece ikisi.

Şu çocuğun,  yani Sam’in hislerini  böyle damardan yakalayabileceğini  hiç ummamıştı.  Şimdi önceliklerini düşünürken ilk başta onu düşünüyordu. Onunla olmak istiyordu. Onunla olmaya ihtiyaç duyuyordu.  İşin doğru- su, her ne kadar -kendininkiler dâhil- kulağa delice gelse de onsuz bir hayatı gözünde canlandıramıyordu. Kendine kızıyordu. İşlerin bu noktaya gelmesine izin vermiş oldu- ğunu fark etmemişti. Ergen bir çocukla bir ilişki, daha da kötüsü, bir insanla! Bu yüzden kendinden  nefret edi- yordu. Ama olan olmuştu işte. Hislerini değiştirmesinin mümkünü yoktu.

Yavaşça Rexius’un  tahtına doğru yaklaşıp cezası için ha- zırlanırken bu düşünce ona güç verdi. Akıl almaz bir acıya katlanacaktı, bunu biliyordu;  fakat Sam’i düşünmek bun- lar olurken onu ayakta tutardı. Elinde geri döneceği bir şeyi olacaktı. Sam de tüm bunlardan uzakta, güvende olacaktı. Bunu katlanılır kılan şey de buydu.

İyi de acaba cezasını çektikten sonra Sam onu hâlâ sever miydi? Eğer Rexius’u birazcık olsun tanıyorsa, iorik asit mu- amelesini ona saklamış olacak ve yüzünü mümkün olan en fena şekilde yaralayacaktı. Görüntüsünün  en güzel kısmını yitirebilirdi ne de olsa. Sam onu hâlâ sever miydi o zaman? Öyle olacağını umuyordu.

Yüzlerce vampir ne olacağını görmek için hevesli bir şe- kilde yerlerini alırken odaya bir sessizlik çöktü. Samantha, Rexius’a doğru birkaç adım atıp bir dizinin üstünde çöme- lerek başını eğdi.

Birkaç adım uzaktaki Rexius, buz mavisi gözleriyle onun içini delip geçercesine tahtından baktı. Her ne kadar Samant- ha bunun muhtemelen birkaç saniye olduğunu biliyorduysa da dakikalarca ona bakmaya devam etmiş gibi geldi. Başını önde eğik tuttu. Onun bakışlarına karşılık verilmemesi ge- rektiğini gayet iyi biliyordu.

“Bak sen” diye söze girdi Rexius havayı yaran çatal sesiyle, “piliç kızarmak için eve dönmüş.”

Samantha’yı süzdüğü birkaç sessizlikle dolu dakika bunu takip etti. Samantha ona derdini açıklayacak kadar salak de- ğildi. Sadece kafasını aşağıda tuttu.

“Seni basit bir göreve yolladım” diye devam etti. “Kyle’ın başarısızlıklarından sonra güvenebileceğim birine ihtiyacım vardı. En değerli askerimdin. Hiç yüzümü kara çıkarmadın, binlerce yıldır” dedi gözlerini ayırmadan. “Fakat bu sefer, bu basit görevde nasıl olduysa mağlup olmayı başardın. Hem de ne mağlubiyet!”

Samantha tekrardan kafasını eğdi.

“Pekâlâ. Kılıca tam olarak ne olduğunu söyle bana. Ne- rede o?”

“Efendim” diye başladı söze yavaşça, “Caitlin  denen kızı takip ettim. Ve Caleb’i de. İkisini de buldum. Kılıcı da bul- dum. Hatta Caitlin’in onu elinden bırakmasını sağladım. Yerdeydi, elimden birkaç adım uzakta. Birkaç saniye daha olsa size  geri getirmem  için kesinlikle avucumun  içinde olacaktı.”

Samantha yutkundu. “Bir sonra olacak olanı öngöreme- dim. Hayrete düştüm, birden Kyle saldırınca…”

Vampirlerle dolu odayı bir uğultu sardı.

“Kılıcı yerden almama kalmadan” diye devam etti, “Kyle ortaya çıktı ve onu aldı. Kiliseden uçup gitti ve yapabilece- ğim hiçbir şey yoktu. Onu bulmayı denedim ama ortalıkta yoktu. Kılıç şimdi onun ellerinde.”

Odayı daha büyük bir uğultu kapladı. Odanın içindeki kaygı belli oluyordu.

“SESSİZLİK!” diye bağırdı bir ses.

Yavaşça uğultu dindi.

“Yani” dedi Rexius, “O kadar şeyden sonra Kyle’ın  kılı- cı almasına izin verdin. Yani bilfiil kendi ellerinle kılıcı ona teslim ettin.”

Samantha  bunu yapmaması gerektiğini biliyordu  fakat kendini tutamadı. Kendi savunmak için bir şey söylemesi lazımdı.  “Efendim,  yapabileceğim bir şey yoktu…”

Rex yalnız kafasını sallayarak sözünü kesti. Samantha bu hareketten dehşete kapıldı. Bu, kötü şeylerin gelmekte oldu- ğunun habercisiydi.

“Senin  sayende artık iki savaşa hazırlanmak zorundayım: Şu zavallı insanlarla yürütülecek  savaş ve şimdi bir de Kyle ile yapılacak bir savaş.”

Odayı ağır bir sessizlik doldurdu  ve Samantha  cezasının eli kulağında olduğunu hissetti. Onunla yüzleşmeye hazırdı. Kafasının  içinde Sam’in  resmine ve onu tamamen öldüre- meyecekleri gerçeğine sıkı sıkı tutundu. Bunu asla yapama- yacaklardı. Bundan sonra bir hayat olacaktı, şöyle ya da böy- le bir hayat; Sam de onun bir parçası olacaktı.

“Sana ayırdığım çok özel bir ceza var” dedi Rexius yavaş- ça, hafif hafif sırıtarak.

Samantha arkasındaki çifte kapıların açıldığını duydu ve bakmak için arkasını döndü.

Kalbi paramparça oldu.

İşte oradaki,  iki vampir  tarafından sürüklenen elleri ve ayakları zincirli kişi Sam’di. Onu bulmuşlardı.

Ağzını kapatmışlardı;  ses çıkarmak için ne kadar uğra- şırsa uğraşsın beceremiyordu. Gözleri korku ve dehşetle fal taşı gibi açılmıştı. Onu zincirlerini  şıngırdatarak  odanın öte kıyısına çektiler ve sıkıca tutup bakmaya zorladılar.

“Görünen o ki sadece kılıcı kaybetmekle kalmamışsın, onun yanında bir insana karşı bir şeyler de hissetmişsin, hem de ırkımızın tüm kurallarına rağmen” dedi Rexius. “Senin cezan Samantha,  senin için en biricik olanın azap çekişini izlemek olacak. Senin için en biricik olanın kendin olmadı- ğını anlayabiliyorum. O kişi bu oğlan; şu zavallı, ufak insan evladı. Bu çocuğa fena azap çektireceğiz.”

Samantha’nın kalbi göğüs kafesinden fırlayacak gibiydi. Bu onun öngöremediği ve gerçekleşmesine izin veremeyece- ği bir şeydi, ne pahasına olursa olsun.

Sam’e eşlik edenlerin tarafına doğru zıplayarak birden ha- rekete geçti. Bir tanesine ulaşıp göğsüne bir tekme savurma- yı başardı. Vampir arkaya doğru uçtu.

Fakat diğerine saldırmasına fırsat kalmadan bir sürü vam- pir üstüne çullanmış, onu kavrayıp olduğu yere mıhlamış- lardı. Tüm gücüyle savaşsa da sayıları çok fazlaydı ve tüm o vampirlerin gücüyle tek başına mücadele edemezdi.

Çaresiz bir şekilde Sam’i tutup odanın ortasına doğru sü- rükleyişlerini izledi. Onu noktanın üstüne yerleştirdiler, tam olarak iorik asit muamelesine maruz kalacaklar için ayrılmış noktaya. Bir vampir üstünde bu ceza tarif edilmez şekilde acı vericiydi. Yaşam boyu geçmeyen izler bırakıyordu.

Ne var ki bir insanın üstünde hem acı ölçülemeyecek ka- dar büyük oluyor hem de ceza kesin ve korkunç bir ölümle son buluyordu. Sam’i infaza doğru sürüklemekteydiler. Onu da izlemesi için zorluyorlardı.

Sam noktanın üstüne zincirlenirken Rexius’un  sırıtması tüm yüzüne yayıldı. Rexius’un kafa sallamasıyla refakatçiler- den biri ağzındaki bandı çıkardı.

Sam  gözleri korku dolu  bir  halde dönüp hemen Samantha’ya baktı.

“Samantha!” diye bağırdı. “Lütfen! Beni kurtar!”

Samantha kendini tutamadı ve gözyaşlarına boğuldu. Ya-pabileceği hiç ama hiçbir şey yoktu.

Altı tane vampir,  merdivenin  üstünde  kaynayan  ve fo- kurdayan demir kazanı ileri sürdüler. Doğru pozisyona, tam Sam’in kafasının üstüne getirdiler.

Sam yukarı baktı. Gördüğü  son şey, fokurdayan sıvının kazanı terk edip tam yüzüne doğru yol alışıydı.

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»