Бесплатно

Dönüşüm

Текст
Из серии: Vampır Mektupları #1
0
Отзывы
iOSAndroidWindows Phone
Куда отправить ссылку на приложение?
Не закрывайте это окно, пока не введёте код в мобильном устройстве
ПовторитьСсылка отправлена
Отметить прочитанной
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

Onuncu Bölüm

Su, nefes almasını ya da gözlerini açmasını zorlaştırarak üstünden aktı. Ancak on saniye sonra, tüm saçının ve kıyafetlerinin ıslanmasının ardından Caitlin gözlerini kırptı.

Kendini acıya hazırladı.

Fakat gelmedi.

Gözlerini kırptı ve tamamının boşalıp boşalmadığını görmek için yukarıdaki kazana baktı. Boşalmıştı. Tekrardan kendine doğru baktı ve tamamen ıslandığını gördü. Fakat hiçbir şeyi yoktu, tek bir gram acısı bile.

Lider durumu aniden fark edince koltuktan kalktı ve ağzı sonuna kadar açıldı. Açıkça sarsılmıştı. Kyle da ağzı açık bir şekilde dönüp baktı. Tüm kongre, yüzlerce vampir ayağa kalktı ve herkesin nefesi kesildi.

Caitlin bunun bekledikleri bir durum olmadığını görebi- liyordu. Hepsi serseme dönmüştü.

Nasıl olduysa artık, suları onu etkilememişti. Velhasıl, bir vampir değildi belki de!

Caitlin elindeki şansın farkına vardı.

Onlar orada tepki veremeyecek kadar afallamış hâlde di- kilirken tüm gücünü toplayıp tek bir hareketle zincirlerini kırdı. Ardından kongrenin öte yanına, yan kapının oraya doğru depar atmaya başladı. Bir yere çıkması için dua etti.

Herhangi biri tepki vermek için üstündeki şaşkınlığı atın- caya kadar odanın yarısını geçmişti.

Nihayet liderin, “Yakalayın onu!” diye bağırdığını ve onu takip eden, yüzlerce bedenin kendine doğru hücum edişinin sesini duydu. Her yerden gelen sesler duvarlarda yankılanır- ken Caitlin sadece kendine doğru koşmakta olmadıklarını, aynı zamanda tavandan, balkonlardan kanatlarını açarak at- layıp ona doğru geldiklerini fark etti. Akbabaların avlarına yaklaşmaları gibi üstüne doğru pike yaptıklarını görünce hı- zını iki katına çıkarıp tüm gücüyle koştu.

Sadece fenerlerle aydınlanan karanlıkta el yordamıyla yo- lunu bulmaya çalıştı ve tam bir kıvrımdan döndüğü sırada, biraz uzakta kapıyı gördü. Açıktı. Arkasından ışık geliyordu. Gerçekten de çıkış kapısıydı ve tam gediğine oturmuş ola- caktı; şu son vampir olmasaydı.

Kapının önünde yolunu kapayan, cüsseli, iyi tıraşlanmış bir heykel misali, tamamen siyah giymiş bir vampir duru- yordu. Diğerlerinden daha genç, yirmi yaşında falan göste- riyordu; hatları da daha keskindi. Tüm telaşı sırasında, hatta hayatı bu denli tehlikedeyken bile Caitlin, bu vampirin nasıl da çarpıcı bir cazibesi olduğunu fark etmeden edemedi. Yine de yolunu kapatıyordu.

Diğerlerini geride bırakabilirdi fakat bu adamı ezip geç- meden onu atlatamazdı. Adam kapıyı daha da açtı. Sanki onun geçmesi için yolu gösteriyordu. Onu kandırıyor muydu yoksa? Aşağı doğru baktığında elinde uzun bir mızrak tuttuğunu gördü.

Caitlin yaklaştıkça adam mızrağı kaldırıp ona doğrulttu. Kapıdan sadece birkaç metre uzaktaydı ve duramazdı. Tam arkasındaydılar ve yavaşlarsa bu onun sonu olurdu. Doğruca ona doğru koştu. Gözlerini kapatıp kendini mızrağın ka- çınılmaz şekilde vücudunun içinden geçişine hazırladı. En azından ölümü hızlı olurdu.

Gözlerini açtığında adamın mızrağı fırlattığını gördü ve refleks olarak eğildi.

Ancak mızrağı çok yükseğe fırlatmıştı, epey yükseğe. Boynunu arkaya doğru çevirdiğinde adamın kendisini nişan almadığını, ona doğru süzülmekte olan vampirlerden birini hedeflediğini gördü. Gümüş uçlu mızrak vampirin boğazını delip geçerken odayı gudubet bir çığlık kapladı ve yaratık yere düştü.

Caitlin hayranlık içerisinde bu yeni vampire baktı. Bariz hayatını kurtarmıştı. Neden ki?

“Fırla!” diye bağırdı.

Caitlin hızını artırıp kapıdan dışarı fırladı.

Tam kapıdan geçerken adam da onunla beraber döndü ve tüm kuvvetiyle arkalarından kapıyı sertçe kapadı. Adam çabucak uzanıp metal bir aksı kaptı ve kapıya yerleştirip sür- güledi. Birkaç adım geri atıp onun yanına geldi ve kapıya baktı.

Caitlin kendini ona bakmaktan, çene kıvrımını, kahve- rengi saçını ve gözlerini incelemekten alamıyordu. Onu kur- tarmıştı. Neden ki?

Fakat o Caitlin’e bakmıyordu. Hâlâ gözlerinde korku, ka- pıyı izliyordu. Onun kapıyı sürgülemesinden birkaç saniye sonra bir vücut kapıya yüklendi. Kapı iki metreden daha ka- lın, tamamen çeliktendi. Sürgü daha da kalındı ama yetmi- yordu işte. Diğer taraftan vücutlar ona yüklenmeye devam etti. Kapı neredeyse tamamen büküldü. Kırılmadan önce sadece birkaç saniyeleri vardı.

“Fırla!” diye bağırdı adam ve daha onun tepki vermesine fırsat bırakmadan kolundan tutup götürdü. Onu çekiştire- rek şimdiye kadar hiç çıkmadığı, ulaşabileceğini sandığından çok daha yüksek bir hıza çıkardı. Saniyeler içerisinde bir o koridora, sonra diğerine, ardından bir başkasına girerek döne döne ilerlediler. Gördükleri tek şey ara sıra dizili olan fener- lerdi. O olmasa buraya kadar asla kendi başına gelemezdi.

“Neler oluyor?” diye sormaya çalıştı Caitlin, nefessiz ka- larak. “Neredeyiz...”

Aniden onu başka bir yöne doğru çekip, “Bu taraftan!”

diye bağırdı adam.

Caitlin arkalarında bir kırılma ve onları takip etmekte olan bir güruhun sesini duydu.

Duvar boyunca yükselip kıvrılarak ilerleyen, taştan ya- pılma bir merdivene ulaştılar. Adam tam gaz merdivenleri çıkıp onu da peşinden sürükledi. Caitlin daha ne olduğunu anlamadan, merdivenleri döne döne, üçer üçer çıkmaya baş- ladılar. Hızla yükseliyorlardı.

Yukarıya ulaştıklarında tepelerinde tamamen kapalı bir duvara denk geldiler. Üstlerinde taştan bir tavan vardı ve Caitlin buradan başka bir çıkış göremiyordu. Çıkmaz yoldu.

Adam onları nereye sürüklemişti böyle?

Adam da afallamış ve sinirlenmişti. Ancak kararlı görü- nüyordu. Birkaç adım geri çıkıp koşarak duvara yüklendi. İnanılmazdı. Süper insan gücüyle, tam ortada bir delik açtı. Taş çatladı ve içeriden gerçek elektrik ışığı süzüldü. Nereye gelmişlerdi ki?

“Hadi!” diye bağırdı.

Adam aşağı uzanıp kolunu yakaladı ve onu duvardan içe- ri, iyi aydınlanmış odaya çekti.

Caitlin etrafına bakındı. Sanki bir mahkemeye ya da müzeye gelmişlerdi. Kocaman, güzel bir yapıydı. Zeminler mermerdendi, oda taş sütunlarla doluydu. Yuvarlaktı. Bir hükümet binasına benziyordu.

“Neredeyiz?” diye sordu Caitlin.

Adam onu kolundan tutup odanın içinde şimşek süratiyle koşmaya başladı. İki kocaman, çelik kapıya yöneldi. Bilek- lerini bırakıp doğrudan kapılara koştu ve omzuyla yüklendi. Kapılar kırılarak açıldı.

Caitlin bu sefer hiç beklemeden onu takip ediyordu. Ar- kasındaki taşların hareket ettiğini duyuyor ve onları takip eden güruhun yakında olduğunu biliyordu.

Nihayet dışarı çıktıklarında soğuk gece havası yüzüne çarptı. Yeraltından çıktığı için şükranla doluydu.

Etrafını anlamaya çalıştı. Kesinlikle New York’ta bir yer- deydiler. İyi de nerede? Etraf az çok tanıdık duruyordu. Bir cadde ve oradan geçen bir taksi gördü. Arkasını döndüğün- de az önce terk ettikleri bina gözüne çarptı. Belediye konağı. Meclis, belediye konağının altındaymış meğer.

Aşağı inen merdivenleri geçip sokağa yöneldiler. Henüz pek uzaklaşmamışlardı ki arkalarından açılan kapıların ve bir vampir güruhunun sesi geldi.

Doğrudan büyük demir kapıya yöneldiler. Yaklaştıkla- rında iki güvenlik görevlisi belirdi. Yüzlerini döndüklerin- de kapıya doğru koşmakta olduklarını gördüler. Gözleri hayretler içerisinde fal taşı gibi açıldı ve silahlarına uzan- dılar.

“Kıpırdamayın!” diye bağırdılar.

Daha bir şey yapmalarına fırsat kalmadan adam Caitlin’i belinden tuttu ve üç uzun atlayış yaptı. Caitlin havada uç- tuklarını hissetti. Üç metre, sonra beş metre uzağa gittiler; en sonuncuda da metal kapının üstünden geçip yere indiler.

Caitlin hayretler içerisinde koruyucusuna baktı; gücünün nereye kadar yeteceğini merak ediyordu. Onu neden umur- sadığını merak ediyordu. Onun yanında neden bu kadar iyi hissettiğini...

Çok fazla düşünmesine mahal kalmadan, arkalarından metal kapının açılmasını takiben silah sesleri gelmeye baş- ladı. Diğer vampirler kapıyı kırmış ve polisleri etkisiz hâle getirmişti. Çok yakınlarındaydılar.

Koştular, koştular, fakat işe yaramıyordu. Arkalarındaki güruh arayı kapıyordu.

Adam aniden Caitlin’in kolundan tutup köşeyi döndü ve onu bir yan sokağa soktu. Yolun sonunda bir duvar vardı.

“Çıkmaz sokak!” diye bağırdı Caitlin. Adam onu sürük- leyerek koşmaya devam etti.

Sokağın sonuna geldiklerinde adam dizinin üstüne çöktü ve tek parmağıyla, demirden yapılmış, kocaman bir rögar kapağını kaldırdı.

Caitlin kafasını çevirdiğinde büyük bir vampir güruhu- nun kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Altı metreden daha uzakta değillerdi.

“Git!” diye bağırdı adam. Daha bir şey yapmasına fırsat kalmadan onu kolundan tutup deliğe soktu.

Caitlin merdivene tutundu. Yukarı baktığında adamın elleri üstünde doğrulup kendini hazırladığını gördü. Rögar kapağını bir zırh gibi önünde tutuyordu.

Güruh üstüne çullandı. Adam kapağı çılgınca sallarken Caitlin, onun birbiri ardına yere serdiği vampirlerin sesini duyabiliyordu. Adam da ona katılıp deliğe inmeye çalışıyor- du ama yapamadı. Etrafı çevrilmişti.

Tam tırmanıp ona yardım edecekti ki vampirlerden biri kalabalıktan sıyrılıp aşağı indi. Caitlin’i gördü, tısladı ve ona doğru gelmeye başladı.

Merdivenden hızlıca, ikişer ikişer iniyor olsa da yeterince hızlı değildi. Adam üstüne bindi ve ikisi birlikte düşmeye başladılar.

Havada düşerken Caitlin kendini darbeye hazırladı. Ne şans ki suya düştüler.

Ayağa kalktığında beline kadar pis lağım suyunun içinde olduğunu gördü.

Diğer vampir su sıçratarak yanına düşene kadar kendini toplayacak zamanı olmamıştı. Tek bir hareketle doğruldu ve elinin tersiyle Caitlin’in yüzüne vurup onu birkaç metre öte- ye savurdu.

Genç kadın sırtüstü suya düştü. Yukarı baktığında vampi- rin doğrudan boğazına gelecek şekilde atıldığını gördü. Tam zamanında oradan çekilip ayaklarının üstünde doğruldu. O hızlıysa Caitlin de hızlıydı.

 

Vampir yüzüstü düştü. Ayağa kalkıp arkasını döndü ve kavga vaziyetine geçti. Sağ elini pençe gibi Caitlin’in yüzü- ne doğru salladı. Caitlin yana çekilince hamlesi yüzünü ıs- kaladı. Elin rüzgârı yanağını yalayıp geçti. Sonra eli duvara öyle bir kuvvetle çarptı ki vampirin, duvarın içinde saplanıp kaldı.

Caitlin’in tepesinin tası atmıştı artık. Hiddetin damarla- rına dolduğunu hissedebiliyordu. Eli duvara sıkışmış olan vampirin yanına yürüdü ve bacağını geri attıktan sonra kar- nına kuvvetli bir tekme savurdu. Vampir dizlerinin üstüne çöktü.

Ardından onu yüzü duvara gelecek şekilde ensesinden tu- tup duvara vurdu. Vampirin kafası duvara çok fena çarpmış- tı. Caitlin onun işini bitirdiğini düşünerek kendiyle gurur duydu.

Ancak ani bir acıyla sarsıldı. Yine bir tokat yemişti. Bu vampir çabucak, onun düşündüğünden çok daha hızlı şe- kilde kendine gelmişti. Caitlin daha ne olduğunu anlaya- madan adam üzerine çıkmıştı. Üstüne atlamış ve Caitlin’i arkaya eğmişti. Rakibini fazla küçümsemişti.

Vampirin elleri boğazındaydı. Hem de öyle böyle de- ğil... Caitlin güçlüyse o daha güçlüydü. Vücudunda kadim bir kuvvet barınıyordu. Elleri soğuk ve nemliydi. Diren- meye çalıştı ama çabaları sonuçsuz kalıyordu. Bir dizinin üstüne düştüğü sırada düşmanı boğazını sıkmaya devametti. O bir şey yapamadan adam onu suya doğru itmeye başlamıştı. Caitlin son saniyesinde bir çığlık atmayı başar- dı: “İmdat!”

Şimdi kafası suyun içindeydi.

*

Caitlin suyun hareket ettiğini, dalgaların oluştuğunu his- setti. Başka birinin daha suya indiğini anladı. Suyun altında kavga edemez durumdaydı ve oksijeni hızla tükenmekteydi.

Kuvvetli iki elin onu aşağıdan kavrayıp tekrardan suyun üstüne çıkardığını fark etti.

Sıçrayarak nefes almaya çalıştı. Şimdiye kadar hiç yapma- dığı kadar şevkle çekti havayı içine. Krize girmiş gibi tekrar tekrar nefes aldı.

Kurtarıcısı, omuzlarından tutarak, “İyi misin?” diye sordu. Başıyla onayladı. Tek yapabildiği bu kadardı. Kafasını

çevirdiğinde kendisine saldıran adamın sırtüstü suyun yü-

zeyinde süzülmekte olduğunu gördü. Boynundan kan sızı- yordu. Ölmüştü.

Caitlin yukarı baktığında kahverengi gözlerin kendisi- ne bakmakta olduğunu gördü. Onu kurtarmıştı. Bir kere daha...

Onu kolundan tutup bellerini aşan suyun içinden sürük- leyerek, “Gitmeliyiz” dedi. “Rögar kapağı fazla dayanmaz.”

Sanki içine doğmuşçasına, üstlerindeki rögar kapağı ani- den kırıldı.

Koştular. Bir o tünele, bir bu tünele dönerken kulaklarına arkalarından çalkalanan suyun sesi geliyordu.

Adam keskin bir dönüş yaptığında su seviyesi ayak bilek- lerine kadar indi. Normal hızlarına geri döndüler.

Bir başka tünele girdiklerinde kendilerini New York City’nin ana altyapı tesisatının ortasında buldular. Burada büyük buhar bulutları çıkartan, devasa borular bulunuyor- du. Sıcaklık dayanılmazdı.

Adam onu başka bir tünele doğru yöneltti. Birden Caitlin’i yukarı kaldırıp sırtına aldı. Kollarını göğsünün üzerinde ka- vuşturup önlerindeki merdivenin basamaklarını üçer üçer çıkmaya başladı. Yukarıya çıkmaktaydılar. En tepeye geldik- lerinde, adam rögar kapağını yumruklayıp uçarak yerinden çıkmasını sağladı.

Yeniden yerin üstünde New York sokaklarındaydılar. İyi de nerede? Caitlin’in hiçbir fikri yoktu.

Adam, “Sıkı tutun” dediği zaman Caitlin, onun göğsü- nün önündeki ellerini birbirine geçirdi. Adam öyle bir koştu ki Caitlin’in daha önce hiç tecrübe etmediği bir hıza çıktı. Yıllar önce bir kez, bir motosikletin arkasında oturmuşluğu vardı. 90 kilometre hızla giderlerken saçlarının arasından ge- çen rüzgârın verdiği hissi hatırlıyordu. Bu, o ana benziyordu ama kesinlikle daha hızlıydı.

Saatte 130 kilometre yapıyor olmalıydılar. Sonra 160, sonra 190... Öylece devam etti. Binalar, insanlar, arabalar, her şey bulanıklaştı. Caitlin daha ne olduğunu anlayamadan zeminle temasları kesildi.

Havadaydılar, uçuyorlardı. Adam kocaman, siyah kanatlarını açmış, Caitlin’in iki yanından kanat çırpıyordu. Ara- baların ve insanların üzerindeydiler. Aşağıya baktığında 14. cadde üzerinde uçmakta olduklarını gördü. Tekrar baktığın- da 34. caddede idiler. Birkaç saniye sonra ise Central Park’a gelmişlerdi. Caitlin’in nefesi kesilmişti.

Adam omuzlarının üstünden geriye baktı. Caitlin de ay- nısını yaptı. Gözlerine çarpan rüzgâr yüzünden zar zor göre- biliyor olsa da arkalarında kimsenin, hiçbir yaratığın olma- dığını görecek kadar etrafı seçebiliyordu.

Adam önce yavaşladı, ardından inişe geçip hızını düşür- dü. Artık ağaç sırasının hemen üstünde uçmaktaydılar. Çok güzeldi. Central Park’ı daha önce hiç böyle aydınlanmış patikalarıyla ve ağaçlarının tepesi ayaklarının altındayken görmemişti. Sanki uzanıp onlara dokunabilecekmiş gibi his- setti. İçinde buranın bir daha asla gözüne şimdiki gibi güzel gözükmeyeceğine dair bir his vardı.

Ellerini, adamın göğsünde iyice kavuşturup sıcaklığını hissetti. Kendini güvende hissediyordu. Tüm bunlar ne ka- dar gerçeküstü olursa olsun, onun kollarındayken her şey normale dönüyordu. Sonsuza kadar böyle uçmak istiyordu. Gözlerini kapayıp kendini soğuk esintinin yüzünü okşama- sına bıraktığında bu gecenin asla bitmemesi için dua etti.

On Birinci Bölüm

Caitlin yavaşlayıp alçalmakta olduklarını hissetti. Göz- lerini açtı. Aşağıdaki binaların hiçbirini tanımıyordu. Şehrin epey dışına çıkmış gibi duruyorlardı, Bronx’ta falan olabilirlerdi.

Alçalmaktayken küçük bir parkın üstünden geçtiler. Bi- raz uzakta Caitlin, yeni bir hisar gördüğünü düşündü. Yak- laşmaya başladıklarında bunun kesinlikle bir hisar olduğunu gördü. Hisarın burada, New York City’de ne işi vardı ki?

Hafızasını kurcaladığında bu hisarı daha önce bir pos- ta kartının üstünde bir yerlerde gördüğünü hatırladı. Evet, müze gibi bir şeydi. Küçük, Orta Çağ’dan kalma surların üs- tünden geçerek ufak bir tepenin üstünden inerlerken bura- nın neresi olduğunu anımsadı: The Cloisters. Hani şu ufak müze. Parça parça Avrupa’dan getirilmişti. Yüzlerce yıl yaşın- daydı. Adam onu neden oraya götürüyordu ki?

Küçük dış surların üstünden geçip Hudson Nehri’ne ba- kan büyükçe, taştan bir terasa doğru süzüldüler. Karanlıkta inmiş olsalar da adam ayaklarını yere incelikle bastı ve yu- muşak bir şekilde onu sırtından indirdi.

Orada durmuş adamın yüzüne bakıyordu. Hâlâ gerçek olduğunu, uçup gitmeyeceğini ve onu ilk gördüğü andaki gibi göz kamaştırıcı olmasını umarak ona yakından baktı.

Öyleydi. Hatta daha da ötesi. Ona kocaman, kahverengi gözleriyle baktığı an Caitlin içinin eridiğini hissetti.

Sormak istediği o kadar çok soru vardı ki nereden başlaya- cağını bilemiyordu. O kimdi? Nasıl oluyor da uçabiliyordu? Bir vampir miydi? Neden hayatını onun için riske atmıştı? Onu neden buraya getirmişti? Hepsinden önemlisi, şimdiye kadar görmüş olduğu her şey çığırından çıkmış halüsinasyon- lardan mı ibaretti? Yoksa vampirler tam burada, New York City’de gerçekten var mıydı? Kendisi onlardan biri miydi?

Konuşmak için ağzını açtı. Ancak söyleyebildiği tek şey

“Neden buradayız?” oldu.

Soru sorarken kendisi de aptalca olduğunun farkındaydı. Daha önemli bir şey sormadığı için kendisine gıcık oldu. Ancak bu soğuk mart gecesinde, yüzü hafif hissizleşmiş şe- kilde dururken yapabildiğinin en iyisi buydu.

Adam, Caitlin’e bakmakla yetindi. Bakışları sanki onu ge- çip devam ediyormuşçasına ruhunu deliyordu. Sanki ona ne kadarını anlatması gerektiğini tartıyormuş gibi duruyordu.

Sanki sonsuza kadar öyle duracakmış gibi göründükten sonra nihayet adam ağzını açtı.

“Caleb!” diye bir ses duydular. İkisi birden çağrının gel- diği yöne döndüler.

Tamamen siyah giyinmiş bir grup adam -yoksa vampir mi demeli?- onlara doğru yürüyordu. Caleb o tarafa döndü ve yüz yüze geldiler. Caleb. Caitlin bunu sevmişti.

Son derece ciddi bir şekilde, “Ziyaretinden haberimiz yok” dedi ortadaki adam.

“Çünkü bildirilmedi” dedi Caleb, açık bir şekilde. Yavaşça Caleb’in ve kendisinin etrafını saranlara kafasıyla

işaret ederek, “O zaman seni nezarete götürmek zorunda ka-

lacağız” dedi adam. “Kurallar.”

Caleb istifini bozmadan başıyla onayladı. Ortadaki adam doğrudan Caitlin’e baktı. Caitlin, bakışlarındaki kınamayı görebiliyordu.

“Biliyorsun ki onu içeri alamayız” dedi adam Caleb’e. Kesin bir şekilde, “Ama alacaksınız” diye cevap verdi Caleb. Aynı kararlılıkla adama baktı. Bir irade savaşı sürüyordu. Adam arkasını dönüp yolu göstererek, “Pekâlâ” dedi.

“Cenazen gelmiş demek.”

Caleb adamı takip etti ve Caitlin de başka ne yapacağını bilemez şekilde arkasından yürüdü.

Adam Orta Çağ’dan kalma devasa bir kapıyı, yuvarlak pirinç kilidinden tutarak açtı. Sonra beride durup Caleb’e geçmesi için işaret etti. Siyahlar giyinmiş iki adam daha, ka- pının öte tarafında dikkat kesilmiş şekilde dikiliyorlardı.

Caleb, Caitlin’in elini tuttu ve yürüdü. Caitlin kapıdan geçerken sanki başka bir yüzyıla yolculuk ediyormuş hissine kapıldı.

“Sanırım giriş ücreti ödemeyeceğiz” dedi Caitlin, Caleb’e gülümseyerek.

Caleb gözlerini kırparak ona baktı. Şaka olduğunu anla- ması bir saniye sürdü. Nihayet gülümsedi.

Çok güzel gülümsüyordu.

Bu aklına Jonah’ı getirdi. Kafası karıştı. Bir erkek için, hele iki erkek için aynı gün içinde, güçlü şeyler hissettiği pek olma- mıştı; neredeyse hiç... Hâlâ Jonah için bir şeyler hissediyordu. Jonah bir oğlandı. Caleb, her ne kadar genç görünse de bir erkekti. Yoksa... Başka bir şey miydi? Onunla ilgili açıklaya- madığı bir şey, gözlerini ondan alamamasına neden olan bir şey vardı. Öyle bir şey ki asla yanından ayrılmak istememesine yol açıyordu. Jonah’dan hoşlanmıştı. Ancak Caleb’e muhtaçtı. Onun yanında olmak geriye bir şey bırakmıyordu.

Caleb’in gülümsemesi, belirdiği hızda silindi. Açıkça ra- hatsız olmuştu.

“Korkarım giriş ücreti çok pahalıya patlayacak” dedi. “Şa- yet bu toplantı umduğum gibi gitmezse.”

Onu başka bir taş patikadan geçirip küçük bir avluya çı- kardı. Dört tarafı sütunlar ve kemerlerle çevrili, kusursuz simetriye sahip bu avlu, ay ışığında pek güzel duruyordu. Hâlâ New York City’de olduklarına inanamıyordu. Avrupa kırlarında bir yerlerde olabilirlerdi.

Avlunun içinden taş bir patikayı geçtikleri sırada adım- ları yankılanıyordu. Birçok muhafız tarafından daha takip edilmekteydiler. Vampir olup olmadıklarını merak etti. Eğer öylelerse neden bu kadar medeniydiler? Neden Caleb’e ya da ona saldırmıyorlardı?

Başka bir taş koridordan ve Orta Çağ’dan kalma kapıdan daha geçtiler. Sonra birden durdular.

Siyahlar giyinmiş, ürkütücü şekilde Caleb’e benzeyen bir adam ayakta duruyordu. Omuzlarında kocaman, kırmızı bir pelerin vardı. Etrafı birkaç adamla çevriliydi. Bir otorite mevkine sahip gibi duruyordu.

“Caleb” dedi, yumuşak bir şekilde. Onu gördüğüne şaşır- mışa benziyordu.

Samuel istifini bozmadan Caleb’e baktı. Caleb düz bir tonla, “Samuel” dedi.

Adam orada dikilmiş bakıyor ve kafasını hafifçe iki yana sallıyordu.

“Uzun zamandır ortalıkta olmayan kardeşine bir sarılmak yok mu?” diye sordu Caleb.

“Durumun çok ciddi olduğunu biliyorsun” diye cevap verdi Samuel.

“Bu gece buraya gelerek, özellikle de onu getirerek pek çok kuralı çiğnedin.”

Adam, Caitlin’e bakma zahmetine bile girmedi. Caitlin kendini aşağılanmış hissetti.

“Başka seçeneğim yoktu” dedi Caleb. “Gün geldi. Savaş kapıda.”

Samuel’in arkasında duran vampirler ve onların arka- sına birikmekte olan diğer vampir grubu arasında bir mı- rıldanma başladı. Caitlin kafasını çevirdiğinde bir düzine- den fazlasının onların etrafını çevirmekte olduğunu gördü. Klostrofobik bir histi. Sayıları hayli fazlaydı ve hiçbir çıkış yolu yoktu. Caleb’in ne yapmış olduğu konusunda bir fikri yoktu. Ancak her ne yaptıysa bunu konuşarak çözebilmesini umut ediyordu.

Samuel ellerini kaldırdı ve mırıldanma durdu.

“Dahası” diye devam etti Caleb. Başıyla Caitlin’i işaret ederek, “Bu kadın” dedi. “Bu, o...”

Kadın. Caitlin’e daha önce hiç böyle hitap edilmemişti. Hoşuna gitti ama olan biteni anlayamıyordu. O mu? Caleb bunu söylerken sanki Mesih gibi bir şeyden bahseder gibi bir vurguyla söylemişti. Kafayı yemiş olmalarından şüphelendi.

 

Bir mırıldanma sesi daha başladı. Tüm kafalar dönüp ona baktı.

“Konseyi görmem gerek” dedi Caleb. “Onu da yanımda götürmeliyim.”

Samuel başını salladı.

“Biliyorsun ki seni durdurmam. Sadece tavsiye verebili- rim. Tavsiyem, hemen şu anda gitmendir, nöbet yerine dö- nüp konseyin celbini beklemen.”

Caleb ona baktı. “Korkarım bu mümkün değil.”

“Her zaman dediğim dediksindir” diye yanıtladı Samuel. Kenara çekilip kafasıyla onun yoluna devam etmekte ser-

best olduğunu işaret etti.

“Karın durumdan pek memnun olmayacak” dedi.

Karısı mı? Caitlin bunu düşündüğünde omuriliğinden yukarı soğuk bir titremenin geldiğini hissetti. Neden bir- denbire böylesine kıskançlaşmıştı ki? Caleb’e karşı nasıl bu kadar hızlı şekilde güçlü hisler beslemeye başlamıştı? Sanki ona sahipmiş gibi hissetmeye ne hakkı vardı ki?

Yanaklarının kızardığını hissetti. Sahiden umursuyordu. Hiç akla uygun değildi ama bunu kafasına takıyordu. Neden bana söylemedi?

Caleb yanakları kızararak, “Ona öyle deme” dedi. “Bili- yorsun ki...”

“Neyi biliyormuş?” dedi tiz bir kadın sesi.

Herkes kafasını çevirip holden bulundukları yere doğru yürümekte olan kadına baktı. Kadın da siyah giyinmişti. Kı- zıl saçları omuzlarının üstünden dalgalanıyor ve yeşil gözleri parlıyordu. Kadın uzun, yaşlanmaktan azade ve göz kamaş- tırıcı güzellikteydi.

Caitlin, kadının burada bulunması karşısında kendini, sanki birden ufalmış gibi pek aciz hissetti. İşte kadın dedi- ğin buydu. Yoksa o da bir... Vampir miydi? Her ne idiyse Caitlin’in asla boy ölçüşemeyeceği bir yaratıktı. Havasının söndüğünü hissetti. Bu kadın her kimse artık, Caleb’i ona teslim etmeye kendini hazırladı.

Kadın, “Neyi biliyormuş?” diye sözlerini tekrarladı. Sade- ce birkaç adım uzaktan haşin bir şekilde Caleb’e bakıyordu. Kadın, Caitlin’e baktığında dudakları büzüştü. Caitlin daha önce hiç kimsenin kendisine bu denli nefret dolu baktığını hatırlamıyordu.

“Sera” dedi Caleb yumuşak bir tavırla, “700 yıldır seninle evli değiliz.”

“Senin gözünde belki öyledir” diye cevabı yapıştırdı

Sera.

Caitlin ve Caleb’in etrafında dönerek yürümeye başladı. Caitlin’i baştan ayağa, sanki bir böceğe bakarmış gibi süzü- yordu.

“Onu hangi cüretle buraya getirirsin” diye çıkıştı. “Ger- çekten. Bunun herkesten çok farkındasın.”

“Bu o” dedi Caleb istifini bozmadan.

Diğerlerinin aksine, kadın şaşırmış durmuyordu. Afalla- mak yerine kısa ve iğneleyici bir kahkaha attı.

“Saçmalık” diye yanıt verdi. “Bizi savaşa soktun” diye devam etti. “Tek bir insan yüzünden. Sırf vuruldun diye” dedi iyice sinirlenerek. Her cümlesiyle beraber arkasındaki kalabalığın tepesi atıyor, öfkeleri büyüyor gibi görünüyordu. Kalabalık, öfkeli bir güruha dönüşüyordu.

Sera konuşmasını, “Aslında...” diye sürdürdü. “Onu pa- ramparça etmeye hakkımız var.”

Arkasındaki kalabalık sözlerini onaylarcasına mırıldan- maya başladı.

Caleb’in yüzünü öfke bastı.

Aynı kararlıkla ona bakarak, “Önce cesedimi çiğnemek zorunda kalırsın” diye cevap verdi adam.

Caitlin içini bir sıcaklığın doldurduğunu hissetti. Caleb hayatını onun için yere seriyordu. Bir kez daha. Belki o da Caitlin’i sahiden umursuyordu.

Samuel ileri çıkıp aralarına girdi ve elini uzattı. Kalabalık sessizleşti.

“Caleb konseyle görüşmek istedi” dedi. “Ona en azından bunu borçluyuz. Bırak derdini anlatsın. Bırak kararı konsey versin.”

“Neden öyle yapmalıymışız?” diye çıkıştı Sera.

“Çünkü ben öyle diyorum” dedi Samuel. Sesinde çelik- ten bir kararlılık vardı. “Burada emirleri ben veriyorum, sen değil Sera.” Samuel gözlerini kaçırmadan ona baktı. Nihayet Sera pes etti.

Samuel kenara çekilip eliyle taş merdiveni işaret etti. Caleb Caitlin’in elini tuttu ve geniş, taş basamaklardan

inip karanlığa doğru alçaldılar.

Caitlin, arkasında keskin bir kahkahanın geceyi deldiğini duydu.

“Güle güle.”

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»