Бесплатно

Şimdi ve Sonsuza Dek

Текст
Автор:
Из серии: Sunset Limanı Konağı #1
iOSAndroidWindows Phone
Куда отправить ссылку на приложение?
Не закрывайте это окно, пока не введёте код в мобильном устройстве
ПовторитьСсылка отправлена
Отметить прочитанной
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

“Az kalsın ayvayı yiyorduk,” diye bağırdı Daniel. “Mümkün olduğunca çabuk içeri girmeliyiz.”

Çimenlikten geçip, arka kapıya ulaşmayı başardılar. Emily, kapıyı açmak için çektiğinde, rüzgar kapıyı menteşelerinden koparıp bahçeye fırlattı.

“Çabuk, oturma odasına,” dedi Emily, sonra da mutfağı oturma odasından ayıran kapıyı kapattı.

O kadar ıslanmıştı ki üzerinden sular damlıyor ve yerde yağmur suyu birikintileri oluşturuyordu. Oturma odasına gittiler ve ocağın yanındaki halının üstüne köpek ve yavrularını koydular.

“Ateş yakabilir misin?” diye sordu Emily, Daniel’a. “Üşüyor olmalılar.” Kan dolaşımını tekrar sağlamak için ellerini birbirine sürttü. “Biliyorum, yapacağım.”

Daniel, hiç şikayet etmeden, işe koyuldu. Bir süre sonra, çılgınca yanan ateş odayı ısıttı.

Emily, yavrulara annelerini bulmalarında yardımcı oldu. Her biri teker teker emmeye ve yeni ortamlarına alışmaya başladılar. Ama yavrulardan biri diğerlerine katılmıyordu.

“Sanırım bu hasta,” dedi Emily, endişeli.

“Bu az gelişmiş,” dedi Daniel. “Muhtemelen sabaha çıkamaz.”

Emily’nin bu düşünceyle gözleri doldu. “Bunların hepsiyle ne yapacağız?” dedi.

“Ahırı onlar için yeniden inşa ederim.”

Emily alaylı alaylı güldü. “Daha önce hiç evcil hayvanın olmadı değil mi?”

"Nasıl tahmin ettin?" diye cevapladı Daniel, neşeyle.

Aniden, Emily Daniel'ın üstünde kan olduğunu fark etti. Alnındaki bir yaradan sızıyordu.

"Daniel, kanıyorsun!" diye bağırdı.

Daniel alnına dokundu, sonra parmaklarındaki kana baktı. “Dallardan birine sürttüm sanırım. Bir şey değil, sadece yüzeysel bir yara.”

“Üzerine bir şey koyayım da mikrop kapmasın.”

Emily, ilk yardım setini aramak için mutfağa gitti. Eski arka kapının olduğu yerden gelen rüzgar sayesinde mutfakta hareket etmek tahmin ettiğinden daha zordu. Rüzgar, mutfağın içini süpürüyor, yere sabitlenmemiş her şeyi bir yerlere savuruyordu. Emily yıkım hakkında ya da düzeltmenin ne kadara mal olacağı hakkında düşünmemeye çalıştı.

Sonunda ilk yardım çantasını buldu ve geri oturma odasına gitti.

Anne köpek huysuzlanmayı bırakmıştı ve az gelişmiş olan dışındaki tüm yavrular besleniyordu. Daniel, onu beslenmeye ikna etmek için elinde tutuyordu. Onun görünüşündeki bir şeyler kalbinin çarpmasına sebep oluyordu. Daniel onu şaşırtmaya devam ediyordu – aşçılık becerilerinden, güzel müzik zevkine, gitaristliğine ve çekiç tutan maharetli ellerinden bu yardıma muhtaç canlıya olan nazik ilgisine kadar.

"Hiç şans yok mu?" dedi Emily.

Başını salladı. "Küçük adam pek iyi görünmüyor."

"Ona bir isim vermemiz gerek," dedi Emily. "Bir ismi olmadan ölmemeli."

"Erkek mi, kız mı onu bile bilmiyoruz."

“O zaman cinsiyetsiz bir isim verelim.”

“Nasıl, Alex gibi mi?” dedi Daniel, kafası karışmıştı.

Emily güldü. "Hayır, Yağmur gibi, demek istedim."

Daniel omuz silkti. "Yağmur. Bu olur." Yağmur’u diğer yavruların yanına bıraktı. Annelerine daha yakın olmak için debelenip duruyorlardı ve az gelişmiş olan yavruyu sürekli itiyorlardı. "Peki ya diğerleri?"

"Eh," dedi Emily. "Fırtına, Bulut, Rüzgar ve Şimşek’e ne dersin?"

Daniel sırıttı. "Çok uygun. Peki ya anne?"

“Ona da sen isim ver?” dedi Emily. Tüm yavrulara zaten o isim vermişti.

Daniel, anne köpeğin kafasını sevdi. Garip bir ses çıkardı. “Mogsy’ye ne dersin?”

Emily bir kahkaha patlattı. “Temaya çok uygun değil!”

Daniel sadece omuz silkti. "Bu benim seçimim, değil mi? Ben Mogsy diyorum."

Emily sırıttı. “Elbette. Seçim senin. Mogsy olsun. Şimdi, o yaraya bir bakayım."

Kanepeye oturup, nazik parmaklarıyla Daniel’ın başını kendisine doğru çevirdi. Saçını, kaşının önünden çekti ve alnındaki yarayı temizlemeye başladı. Haklıydı, çok derin değildi ama bol bol kanıyordu. Emily, yarayı kapatmak için birkaç yara bandı birden kullandı.

“Eğer şanslıysan,” dedi, bir bant daha yapıştırırken, “havalı bir yara izin olacak.”

Daniel sırıttı. “Harika. Kızlar yara izlerini sever, değil mi?”

Emily güldü. Son bantı da yerine yapıştırdı. Ama elini çekmek yerine, parmakları, yaranın üzerinde oyalanıyordu. Gözlerinin önünden başıboş bir tutam saçı çekti, sonra parmak uçlarını yüzünün çerçevesinde, dudaklarına doğru gezdirdi.

Daniel’ın gözleri onunkilere kilitlenmişti. Uzandı, elini aldı ve avuç içini öptü.

Sonra onu, kanepeden çekip, kucağına oturttu. Dudaklarının onun dudaklarına bastırırken, sırılsıklam giysileri de birbirine değiyordu. Ellerini, her noktasını hissederek, Daniel’ın üzerinde gezdirdi. Birbirlerinin üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkarırlarken aralarındaki ısı giderek artıyordu, sonra birbirlerine öyle uyumlu bir ritimle gömüldüler ve akılları birbirleriyle o kadar meşguldü ki, dışarıda süren fırtınanın artık farkında değillerdi.

On Üçüncü Bölüm

Emily uyandığında, Daniel’ın bacakları arasındaydı. Güneş, sanki o fırtına hiç olmamış gibi, şiddetle parlıyordu. Ama Emily, fırtınanın olduğunu, hasarın da kapsamlı olduğunu biliyordu.

Daniel’ın ahtapot gibi onu kavrayan uzuvlarının arasından çıktı ve ince geceliğini giyip hasara bakmak için merdivenlerden aşağı indi.

Oturma odasına, Mogsy, fırtınadan oldukça korkmuş görünüyordu. Yastıklardan biri tamamen çiğnenmiş ve içerisindekiler odanın her yerine yayılmıştı. Halı da hem onun hem de Daniel’ın çıkarılmış, ıslak ve çamurlu kıyafetleri yüzünden oldukça kirlenmişti. Birbirlerini nasıl soyduklarını hatırlayıp, gülümsedi.

Mahvettiğim tek şey çiğnenmiş bir yastık ve kirli bir halıysa, oldukça iyi iş çıkardım demektir, diye düşündü.

Emily için en büyük sürpriz bücür köpek yavrusu Yağmur’un gece hayatta kalması ve şimdi mutlu bir şekilde annesini emiyor olması oldu. Ama bu aynı zamanda, artık bakmak zorunda olduğu bir köpek ve beş yavrusu olduğu anlamına geliyordu. Onların hepsi ile ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu ama o bunu daha sonra hallederim diye düşündü – sonra muhtemelen aç olan Mogsy için artık tavuklardan yiyecek bir şeyler hazırladı. Sonra, konu eve gelmişti.

Evde turlamaya devam ederken, Daniel’ın yukarıdan gelen seslerini duydu. Balo salonunun girişinden, yemek odasına doğru geçerken, Daniel’ın ayak seslerini arkasında duydu.

"Kötü mi?" diye sordu.

Asla açıkça söylememesine rağmen, Emily evde tüm odaların arasında balo salonunun Daniel'ın favorisi olduğunu biliyordu. Odaların arasında en görkemlisi ve en büyülü olanıydı ve bu oda bütün bu olayın kıvılcımını başlatan, onları bir araya getiren odaydı. Balo salonu olmasaydı, dün gece yaşananlar belki de hiç yaşanmayacaktı. Ona bir şey olmuş olmasını düşünmek her ikisi için de korkunçtu.

Emily ürkekçe içeri baktı. Daniel arkasında, ona yakın duruyordu.

“İyi görünüyor,” dedi Emily. Sonra yerde parıldayan bir şey gördü ve koşarak yanına gitti. Eline aldığında, şüphelerinde haklı çıktı, bu bir cam parçasıydı. "Oh hayır," diye bağırdı. "Tiffany pencere olmasın. Lütfen, Tiffany pencere olmasın!"

O ve Daniel, birlikte, antika pencereleri kaplayan kontrplakları aşağı çektiler. Çektikçe, daha fazla cam parçası yere düştü.

“İnanamıyorum,” diye feryat etti Emily, bunu değiştirmenin çok fazla tutacağını, hatta imkansız olduğunu bilerek.

“Bu konuda yardımcı olabilecek birini tanıyorum,” dedi Daniel, onu neşelendirmeye çalışarak.

“Bedava mı?” diye sordu umutsuzca.

Daniel omuz silkti. "Asla bilemezsin. Sadece çok sevdiği için bile bunu yapabilir.”

Emily, Daniel’ın ona kendini iyi hissettirmeye çalıştığını biliyordu ama gene de ağlamaklıydı. "Bu büyük bir iş," dedi.

"Ve buradakiler, iyi insanlar," dedi Daniel. Onu omuzlarından tuttu. "Hadi ama, şu anda yapabileceğimiz bir şey yok. Sana kahvaltı hazırlayayım.”

Onu omuzlarında tutarak mutfağa doğru çekiştirdi, ama orası da pek iyi durumda değildi. Daniel ve Emily sağa sola saçılan eşyaları topladılar, sonra Emily kahveyi demledi, allahtan kahve demliği, ekmek kızartma makinesiyle aynı kaderi paylaşıp yere düşüp parçalanmamıştı.

“Waffle’a ne dersin?” diye sordu Daniel.

“Gayet iyi olur derim,” dedi Emily, kahvaltı masasına otururken. “Ama waffle makinem yok diye biliyorum, var mı?”

“"Şey, teknik olarak var," diye yanıtladı Daniel. Emily kaşlarını çatınca, açıklamaya devam etti. “Garaj satışında, Serena, onun için ayırmamı istemişti. Geri gelip ödeme yapacağını söylemişti. Şaka mı yapıyor, yapmıyor mu anlayamamıştım ama geri gelmedi, sanırım onu almayı gerçekten istemiyordu.” Geldi, ve Emily’nin önüne, dumanı tüten sade bir bardak kahve bıraktı.

“Teşekkürler,” dedi Emily, Daniel’ın ona kahvaltı hazırlayacak samimiyetinden biraz utanmış hissediyordu.

Kahvesini yudumlayıp, elinde spatula, Daniel’ın bir şeyler pişirdiğini izlerken, yeniden doğmuş gibi hissetti. Bir gecede dönüşen sadece ev değil aynı zamanda kendisiydi. Sevişmeleriyle ilgili hatırladıkları çok net değildi ama vücudunda dolanan inişli çıkışlı zevk hissini hatırlıyordu. Neredeyse ruhu bedeninden ayrılıp, onunkine geçmişti. Sadece bunu düşünüp, oturduğu yere kıvrıldı.

Waffle’ların pişmesini beklerken, Daniel karşısına oturdu ve kahvesinden bir yudum aldı.

“Daha sana doğru düzgün bir günaydın bile demedim sanıyorum,” dedi. Masanın üzerinden ona uzandı ve yüzünü ellerinin arasına aldı. Daha dudaklarının üzerine bir öpücük konduramadan, tiz bir bip sesi anı paramparça etti.

Emily ve Daniel ayrılarak yerlerinden fırladılar.

"Bu da ne böyle?" diye bağırdı Emily, kulaklarını tutarak.

"Yangın alarmı!" diye bağırdı Daniel, waffle makinesinin siyah duman bulutları çıkararak durduğu tezgaha bakarak.

Havada kıvılcımlar uçuşmaya başlarken, Emily yerinden sıçradı. Daniel harekete geçmekte gecikmemişti, bir havluyla alevleri söndürdü.

Duman, bütün odayı sarmış, Emily ve Daniel’ı öksürtüyordu.

“Sanırım, sonuç olarak, Serena waffle makinesini almak için gelemeyecek,” dedi Emily.

 
*

Kahvaltıdan sonra, evi onarmak için işe koyuldular. Daniel, incelemek için çatıya çıktı.

"İyi mi?" diye sordu Emily, umut dolu bir şekilde, Daniel çatıdan geri inerken.

"İyi gibi görünüyor," dedi Daniel. "Biraz hasar var. Söylemesi zor. Gerçekten ne kadar kötü olduğunu bir sonraki büyük fırtınaya kadar bilemeyeceğiz. O zaman da, ne yazık ki, bunu zor yoldan öğrenmiş olacağız.” İç geçirdi. “Yakın zamanda yeni bir fırtına olmadığı sürece, bununla idare edebileceğini düşünüyorum.”

“Umarım,” dedi Emily, sessizce

"Ne oldu?" diye sordu Daniel, onun bu düşük halini canlandırmaya çalışarak.

"Bunu sadece biraz iç karartıcı buluyorum," dedi Emily. “Neyin kırılıp, zarar gördüğünü anlamak için evde dolanmak. Neden bunun yerine dışarıda çalışmıyoruz? En azından güneş parlıyor.”

Güzel bir gündü. Fırtına baharı süpürmüş, yazı uyandırmış gibiydi.

"Bir fikrim var," dedi Daniel. “Sana diktiğim gül bahçesini henüz göstermedim, değil mi?”

"Hayır," dedi Emily. “Görmek isterim.”

“Buradan gidiliyor.”

Onu elinden tuttu ve bahçeye doğru götürdü, sonra da okyanusa doğru giden tek şeritli yola. İniş çıkışlı yolda ilerledikçe, Emily okyanusu gördü. Manzara nefes kesiciydi.

İlerideki bitki örtüsü, aşırı büyümüş bir arazi parçasından başka bir şeye dönüşmeyecek gibi duruyordu. Ama Daniel onu direk olarak oraya doğru götürdü ve koca bir demeti araladı.

“Biraz saklı bir yerde. Dikkat et elbiselerin takılmasın.”

Emily, meraklı bir şekilde, Daniel’ın araladığı yerden içeri daldı. Diğer tarafa ulaştığında gördüğü şey, nefesini tutmasına sebep oldu. Akla gelebilecek her renkte güller, her yerdeydi. Kırmızı, sarı, pembe, beyaz, hatta siyah. Balo salonuna girip, Tiffany pencerelerden gelen ışığı seyretmek büyüleyiciyse, bu ondan daha da fazlasıydı.

Emily bir daire etrafında, kendi kendine döndü, yıllardır hissettiğinden çok daha canlı ve özgür hissediyordu.

Emily, arkasında yeşilliğe doğru koşarken, Daniel “Fırtınaya dayanmışlar,” dedi. “Dayanabileceklerine emin değildim.”

Emily döndü ve kollarını onun boynuna doladı,  karmakarışık saçlarının sırtına dökülmesine izin verdi. "Bu inanılmaz. Bunu benden nasıl sakladın?”

Daniel onu sıkıca tuttu ve güllerden gelen parfüm kokusuyla karışık kokusunu içine çekti. “Çıktığım tüm kızları buraya getirmiyorum.

Emily, gözlerine bakabilmek için biraz geri çekildi. “Yaptığımız şey bu mu? Çıkmak?”

Daniel bir kaşını kaldırdı ve sırıttı. “Onu da sen söyle,” dedi imalı bir şekilde.

Emily, ayak parmak uçlarında yükseldi ve dudaklarına şefkatli bir öpücük kondurdu. “Bu sorunu cevaplıyor mu?” diye sordu sersem bir şekilde.

Daniel’ın kucağından ayrıldı ve gül bahçesine daha dikkatli bakmaya başladı. Renkleri şaşırtıcı idi.

“Bu bahçe ne kadardır burada?” diye sordu hayret içinde.

“Şey,” dedi Daniel, yerde bulduğu küçük bir açıklığa kendini bırakırken. “Tennessee’den döndükten sonra diktim. Bahçe ve fotoğraf. Gençliğimde pek de erkeksi değilmişim,” diye ekledi gülerek.

“Şimdi tam bir erkeksin,” diye yanıtladı Emily, sırıtarak. Daniel’ın gölge ve güneşten üzerinde benekler oluşmuştu, Emily onun yayılıp, bir kedi gibi esneyerek oturduğu yere gitti. Yanına uzandı ve kafasını boynuna dayadı, uykulu hissediyordu, sanki burada biraz kestirebilirdi. “"Ne zaman Tennessee'ye gittin?" diye sordu.

“Hayatımın çok iyi bir dönemi değildi,” sesi ona ihanet eder gibi çıkmıştı ve bu konuda konuşmaktan oldukça rahatsız hissetti. Daniel her zaman çok içine kapanıktı, kendi hakkında çok az konuşuyordu. Daha çok bir şeyler yapan türden bir insandı, anlatan değil. Konuşmak, özellikle de duygu içeren konularda konuşmak onun uzmanlık alanı değildi. Ama Emily de çok farklı değildi. Kendini anlatmaya çalışmak onun da zorlandığı bir konuydu. "Gençtim," diye devam etti Daniel. "Yirmi yaşında. Aptaldım."

"Bir şey mi oldu?" diye sordu Emily nazikçe, onu tedirgin etmek istemiyordu. Eli onun göğsündeydi, gömleğinin kumaşı üzerinde elini aşağı yukarı hareket ettiriyor, altındaki kasları hissediyordu.

Daniel konuştuğunda onu göğsüne dayadığı kulağından duyuyor, çıkan titreşimler kulağına guruldama olarak geliyordu.

"Gurur duymadığım bir şey yaptım," dedi. "İyi bir neden için yaptım ama gene de bu yaptığımı açıklamaz."

"Ne yaptın?" dedi Emily. Ne söylerse söylesin ona karşı çiçek açan duygularını köreltemeyeceğinden emindi.

"Tennessee’de tutuklandım. Bir adama saldırdığım için. Bir kız arkadaşım vardı. Ama kocası vardı."

Konuşmanın nereye gittiği kafasına dank eder etmez, “Aa,” dedi Emily. “Ve saldırdığın adamın kocası olduğunu tahmin ediyorum?”

"Evet," diye yanıtladı Daniel. “Şiddet dolu biriydi. Ona zarar veriyordu yani, anladın mı? Onunla biz tanışmadan çok daha önce adamı kovmuş ama bu adam sürekli peşinde dolanıyordu. Korkutucu bir hal almaya başlamıştı. Polisler bir şey yapmıyordu."

"Ne yaptın?" dedi Emily.

“Şey, onu öldüreceğini söyleyip tehdit etmek için bir sonraki gelişinde, ona bir ders verdim. Onun kapısına bir daha gelmeyeceğinden emin olmalıydım. Onu dövdüm. Hastaneye götürdüler.”

Emily, Daniel’ın bir adamı hastanelik edebilecek kadar dövebilmesi fikrinden ürkmüştü. Daniel’ın aklına getirebildiği tüm versiyonlarıyla evlenmek istemesi biraz güçtü; duyarlı, yanlış anlaşılmış kaçak fotoğrafçı, genç, aptal haydut ya da rengarenk bir gül bahçesi diken bir adam. Ama bir taraftan, birkaç ay önce Ben’in kız arkadaşıyken olduğundan bambaşka bir insandı. İnsanların asla değişmeyeceğini söyleyen eski atasözüne rağmen, onun hayat tecrübesi hep tam tersini söylemişti: insanlar her zaman değişir.

“Asıl olay,” dedi Daniel, “bu olaydan sonra benden ayrıldı. Onu korkuttuğumu söyledi. Adam kurban oynadı ve o da ona geri döndü. Onun üzerinde öyle bir etkisi vardı ki, tüm bu olanlardan sonra bile onu maniple edip istediği noktaya getirdi. Ben çok ihanete uğramış hissettim."

"Kendini ihanete uğramış hissetme. Ona geri dönmesi, sana olan aşkından çok, adamın onun üzerindeki kontrolüyle alakalı. Bunu biliyor olmalıyım. Ben – " Emily’nin sesi kesilmişti. Daniel ile az sonra konuşacağı şeyleri daha önce hiç kimseyle konuşmamıştı. Amy ile bile. "Ne demek olduğunu biliyorum," dedi sonunda. “Ben de önceden duygusal olarak suistimal edildiğim bir ilişkideydim.”

Daniel hayretle baktı.

"Bu konuda konuşmak hoşuma gitmiyor," diye ekledi Emily. “Ben de gençtim, hatta genç kızdım.  Üniversiteye gidene dek her şey harikaydı. Ona aşık olduğumu sanıyordum. Bir yıl kadardır birlikteydi ve bu o zamanlar çok uzun bir süre gibi geliyordu. Ama ne zaman eyalet dışında bir yerde okumak istediğini söyledim, bir şey onu değiştirdi. Çok kıskanç biri haline geldi ve gider gitmez onu aldatacağıma ikna olmuş gibiydi. Bana korkunç davrandığı için ondan ayrıldım ama onunla tekrar birlikte olmazsam kendini öldürmekle tehdit etti beni. İşte manipülasyon böyle başlıyor. Kontrol. Sırf korktuğum için onla birlikte olmak zorunda kaldım.”

“Eyalet dışında bir yerde okumana engel oldu mu?”

"Evet," dedi. "Bana bok gibi davranmış olsa bile, hedeflerimden birinden onun yüzünden vazgeçtim. Olan biten delilik ama ne oluyor biliyor musun, tüm bu psikolojik oyunları kendinle oynuyor, doğru olmadığını bildiğin durumları yeniden yaşıyor ama sonuç olarak kendine tüm bunların ne kadar çok sevildiğinin bir işareti olduğunu söylüyorsun. Dışarıdaki herkese delilik gibi görünüyor. Tamamen bittiğinde, sana da delilik gibi görünmeye başlıyor. Ama henüz bitmemişken, onu yaşarken, sana mantıklı gelmesi için yollar arıyorsun.”

“Sonra ona ne oldu?”

"Şey, tuhaf ki, beni aldattı. O zaman harap olmuştum ama aslında bunun bulunmaz bir nimet olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Hala birlikte olsaydık, olabilecekleri düşündükçe dehşete düşüyorum. Beni istediği süre boyunca, yanında olacaktım ve bana verdiği zarar giderek büyüyecekti.”

Her ikisi de sessiz düştü. Daniel onun saçlarını okşadı.

“Benimle kayalık sahile gelmek ister misin?” dedi aniden.

“"Elbette," dedi Emily, bu öneri onu biraz şaşırttı ama aynı zamanda heyecanlıydı. “Oraya nasıl gideceğiz?”

“Bisikletle.”

“Bisikletle mi? Motosikletinle mi?" diye kekeledi Emily.

Emily hiç motosiklete binmemişti. Bu fikir onu heyecanlandığı derecede korkutuyordu.

Gül bahçesinden çıktılar ve yolu takip edip müştemilata geldiler. Daniel, çok şükür ki fırtınaya dayanmış olan yapılardan biri olan garajdan motosikletini çıkardı.  O motosikleti yolculuk için hazırlarken, Emily de Mogsy ve yavrularını kontrol etti. Yağmur hala hayata tutunuyordu. Onu annesinin memesine bastırdı ve başını okşadı. Mogsy, ona büyük ve minnettar gözlerle baktı ve elini yaladı. Sanki, onu fırtınadan kurtardığı için Emily’ye teşekkür ederken aynı zamanda Emily’nin yavrularını çaldığını düşündüğünden ona hırladığı için özür diliyordu. Aralarında birbirlerini anladıkları bir an olmuş gibi düşündü Emily, ve köpeği kurtardığından beri ilk kez onu hayatında tutabileceğini düşündü. Belki de yaşayan bir başka canlının sorumluluğunu almak Emily’nin hayatındaki tek eksikti.

“Harika gidiyorsun,” dedi Mogsy’ye. "Şimdi git biraz uyu. Ben biraz sonra geleceğim.”

Mogsy, memnuniyetine gösteren bir ses çıkardı sonra da kafasını ön patilerinin arasına koydu.

Emily oturma odasının kapısını yavaşça kapatırken, motorun çalıştığını duydu ve aceleyle dışarı çıktı. Daniel motosikletin üzerinde, ona sırıtıyordu. Emily arkaya atladı ve ellerini onun beline doladı. Daniel gazı çevirdi ve motor kükreyerek uzaklaştı.

*

Rüzgar, Emily’nin saçlarını karıştırıyordu. Özgür ve canlı hissediyordu. Güneş, cildini ısıtıyordu. Kayalıklı Sahil çok güzeldi, Sunset Limanı’na daha önce  bakmadığı bir açıdan bakmasını sağlamıştı. Bunu çok sevmişti, burada olmayı, deniz havasını, çiçek açmış ağaçları koklamayı, uzaktan gelen dalga sesini.

"Bu inanılmaz!" diye bağırdı Emily, heyecandan sersemlemişti.

Daniel onu uçuruma kadar getirmiş, sonra yokuş aşağı Emily’nin midesini kaldıracak bir hızla süzülmüşlerdi.

Sahile doğru tüm yolu indiler sonra marinaya doğru yöneldiler. Motosikleti durdurur durdurmaz ona inmesi için yardımcı oldu.

“Eğlenceli miydi?” diye sordu, parmaklarını sıkarak.

"Canlandırıcıydı," Emily sırıtarak cevap verdi. Sonra yat limanında etrafına bakındı. "Biliyor musun, daha önce buraya hiç gelmedim," dedi.

“Teknem burada,” dedi Daniel. "Haydi."

Onu, kenara bağlı kayıkları ve sürat teknelerini geçerek takip etti.  Son bölümde, kimsesiz ve ilgisiz, küçük, paslı bir tekne vardı.

"Bu senin mi?" dedi Emily.

Daniel başını salladı. "Çok bakılası değil, biliyorum. Bir türlü tamir edip onu tekrar suya indiremedim.”

"Neden?" dedi Emily.

Daniel uzun bir süre konuşmadı. Sonunda sadece dedi ki, "Bilmiyorum." Sonra dönüp ona baktı. "Muhtemelen eve geri dönmeliyiz. Senin için mutfak kapısını tamir edebilirim.”

Emily, onu olduğu yerde tutarak, koluna dokundu. "Sana yardım etmeme izin verecek misin? Tekne için? Birikimlerimden de biraz harcayabiliriz.”

Daniel gerçekten şok içerisinde ve duygulanmış gözüküyordu.

“Daha önce kimse benim yerime bir şeyleri ödemeyi teklif etmemişti,” dedi.

Bu düşünce Emily’yi üzdü.

"Teşekkür ederim" dedi. "Bunun anlamı büyük. Ama bunu kabul edemem."

"Ama ben istiyorum," dedi Emily. "Bana çok yardım ettin. Yani şu anda benim kapımı tamir için eve gelmek yerine tekneni tamir ediyor olabilirdin! Lütfen. Sana yardım edeyim. Neye ihtiyacın var? Yeni bir motor? Bir kat boya? Sonraki projemiz bu olabilir. Önce evi tamir etmek, sonra tekneyi?"

Daniel, onun gözlerine bakmamak için uzaklara baktı. Emily, onun aklında bir şey olduğunu biliyordu. Hafifçe omzunu silkti ve ellerini ceplerine koydu. Sonra, artık teknesiyle ve onun tamiriyle alakalı düşünmeyi bitirdiğini ve artık buradan gitmek istediğini anlatmaya çalışır gibi, dönüp motora baktı.

Sözleri uzun bir solukla birlikte ağzından yavaş yavaş döküldü.

"Bunlar kendimizi tamir etmemizi sağlayacak mı bilmiyorum."

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»