Бесплатно

Dönüşüm

Текст
Из серии: Vampır Mektupları #1
0
Отзывы
iOSAndroidWindows Phone
Куда отправить ссылку на приложение?
Не закрывайте это окно, пока не введёте код в мобильном устройстве
ПовторитьСсылка отправлена
Отметить прочитанной
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

Bunalmış bir hâlde kendine bir tabak yemek alıp kapı- yı net bir şekilde gören bir masaya oturdu. İki lokma bir şey yiyerek orada öylece oturdu ve her kapı açıldığında içeri giren her çocuğa bakıp ondan bir iz görmeyi umut etti.

Fakat o hiç gelmedi.

Zil çaldı ve kafeterya boşaldı. Hâlâ orada oturuyordu. Haybeye.

*

Okul gününün son zili çaldığında Caitlin kendisine ait dolabın önünde duruyordu. Elinde tuttuğu kâğıt parçasına yazılmış kombinasyona göz attıktan sonra şifreyi girdi ve ka- pağı çekti. Bu işe yaramadı. Tekrar göz atıp kombinasyonu yeniden denedi. Bu sefer kapak açıldı.

Boş metal dolaba baktı. Kapağın iç tarafı grafitiyle doluy- du. Bunun dışında dolap tamamen boştu. İç karartıcıydı. Gittiği diğer okulları, dolabını bulmak, açmak, kombinas- yonu ezberlemek ve dolabın kapağını dergilerden kesilmiş erkek resimleriyle süslemek için nasıl acele ettiğini düşün-dü. Bu onun kontrolü biraz olsun ele alma, kendini evinde hissetme, okulda kendine ait yegane noktayı bulup burayı tanıdık bir şeye dönüştürme tarzıydı.

Fakat değiştirdiği birkaç okulun ardından daha az heveskâr olmuştu. Yeniden taşınmaları sadece bir zaman meselesi ol- duğu için, bunu dert etmenin bir anlamı olup olmadığını merak etmeye başlamıştı. Dolabını süslemeyi gittikçe daha ağırdan alır hâle gelmişti.

Bu sefer umursamıyordu bile. Kapağı çat diye kapadı. “Caitlin?”

Sıçradı.

İşte orada, birkaç adım ötesinde, Jonah duruyordu. Büyük bir güneş gözlüğü takmıştı. Bunun arkasında ka-

lan derinin şiş olduğunu görebiliyordu.

Onu orada dururken görmek Caitlin’i sarsmış ve heye- canlandırmıştı. Aslına bakılırsa ne kadar heyecanlandığına hayret etmişti. Sıcak bir tedirginlik karnına yerleşmişti. Bo- ğazının kuruduğunu hissediyordu.

Ona sormak istediği çok şey vardı: Eve sağ salim döndü mü, o belalı tipleri bir daha gördü mü, kendisini oradayken gördü mü... Fakat her nasılsa, beynindeki kelimeler bir türlü ağzına ulaşamıyordu.

Tek söyleyebildiği, “Hey” oldu.

Jonah öyle dikilmiş bakıyordu. Lafa nereden başlayaca- ğından emin değilmiş gibi duruyordu.

Caitlin, “Bugün derste seni özledim” dedi ve anında seç- tiği kelimeler için pişman oldu.

Salak. “Seni derste göremedim” diyecektin. ‘Özlemek’ ça- resizlik çağrıştırıyor.

“Geç geldim” dedi. “Ben de.”

Jonah’nın hâli tavrı değişti ve rahatsızmış gibi durmaya başladı. Caitlin viyolasının yanında olmadığını fark etti. Yani hadise gerçekti. Sadece bir kâbus değildi.

“İyi misin?” diye sordu.

Gözlüğünü işaret etti.

Jonah elini uzatıp gözlüğünü yavaşça çıkardı.

Yüzü mordu ve şişmişti. Gözünün üzerinde alın kısmında kesikler ve bandajlar vardı.

“İyileştim” dedi. Utanmış görünüyordu.

Gördükleri karşısında dehşete kapılan Caitlin, “Aman Tanrım” dedi. En azından ona yardım ettiği, daha fazla zarar görmesini engellediği için kendini iyi hissetmesi gerektiğini biliyordu. Fakat bunun yerine oraya daha erken varmadığı, sonradan onun yanına dönmediği için kendini kötü hissedi- yordu. Fakat... Şu şey olduktan sonra her şey bulanıklaşmıştı. Eve bile nasıl gitmiş olduğunu gerçekten hatırlayamıyordu. “Çok üzüldüm.”

“Nasıl olduğunu duydun mu?” diye sordu.

Büyük yeşil gözleriyle ona doğru bakıyordu kasten ve Caitlin onun kendisini sınadığını hissetti. Sanki ona orada olduğunu itiraf ettirmeye çalışıyordu.

Onu görmüş müydü acaba? Görmüş olamazdı. O sıra- da kendinden geçmişti. Yoksa geçmemiş miydi? Sonradan olanları görmüş olabilirdi miydi acaba? Ona orada olduğu- nu itiraf etmeli miydi?

Bir taraftan onun beğenisine ve şükranına kavuşmak için ona nasıl yardım ettiğini anlatmaya can atıyordu. Diğer ta- raftan yaptıklarını bir yalancı ya da ucube gibi görünmeden açıklamasının mümkünü yoktu.

Hayır, dedi içinden. Ona söyleyemezsin. Söyleyemezsin.

“Hayır” diye yalan söyledi. “Burada hiç kimseyi tanımı- yorum, unuttun mu?”

Jonah duraksadı.

“Saldırıya uğradım” dedi. “Okuldan eve dönerken.”

“Çok üzüldüm” dedi tekrar. Aynı salak kalıbı tekrarlaya- rak bir aptal gibi görünüyordu. Ancak kendisini çok fazla ele verecek bir şey söylemek istemiyordu.

“Evet, babam çok kızdı” diye devam etti. “Viyolamı al- dılar.”

“O fena olmuş” dedi. “Sana yenisini alacak mı?”

Jonah yavaşça kafasını salladı. “Hayır” dedi. Parası yet- mezmiş. Bir de ben daha çok dikkat ediyor olmalıymışım.”

Caitlin’in suratına bir endişe ifadesi oturdu. “Ama onun buradan çıkış biletin olduğunu söylemiştin sanki?”

Jonah omuz silkti.

“Ne yapacaksın?” diye sordu Caitlin. “Bilmiyorum.”

“Belki de polisler onu bulur” dedi. Elbette viyolanın kı- rıldığını hatırlıyordu. Ancak bunu söylemesinin olayı bil-mediğini Jonah’a kanıtlamaya yardımcı olacağını düşün- müştü.

Jonah bakışlarını dikkatlice onun üstünde gezdirdi. Sanki yalan söyleyip söylemediğini yargılıyordu.

Nihayet, “Onu kırdılar” dedi. Duraksadı. “Bazı insanlar di- ğerlerinin eşyalarını yok etme ihtiyacı hissediyorlar sanırım.”

“Aman Tanrım” dedi, açık vermemek için elinden geleni yapıyordu. “Çok fena.”

“Babam onlarla kavga etmediğim için bana kızdı... Fakat ben öyle biri değilim.”

“Amma pislik tiplermiş. Belki polis onları yakalar” dedi. Jonah’nın yüzüne ufak bir sırıtma yerleşti. “Tuhaf olan dabu. Zaten icaplarına bakılmış.”

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu inandırıcı olmaya ça- lışarak.

“Hemen sonrasında, bu heriflere sokağın aşağısında rast- ladım. Benden daha beter dayak yemişlerdi. Kımıldayamı- yorlardı bile.” Sırıtması büyüdü. “Birisi onları haklamış. Sa- nırım bir Tanrı var.”

“Çok tuhaf ” dedi.

“Belki bir koruyucu meleğim vardır” dedi ona yakından bakarak.

“Belki” diye yanıtladı.

Jonah ona uzun uzun baktı, sanki onun kendi rızasıyla bir şeyi açık etmesini bekliyordu. Fakat o bunu yapmadı.

“Bunların hepsinden daha tuhaf bir şey daha vardı” dedi

Jonah nihayet.

Uzanıp sırt çantasından bir şey çıkarttı ve elinde tuttu. “Bunu buldum.”

Caitlin afallayarak aşağı baktı. Bu şey onun defteriydi. Defteri alırken yanaklarının kızardığını hissetti. Hembunu geri aldığı için zevkten dört köşe, hem de Jonah’ın onun orada olduğuna dair bu kanıta sahip olmasından do- layı dehşete kapılmış durumdaydı. Artık muhakkak onun yalan söylediğini biliyor olmalıydı.

“Bazı ayrılmış sayfalar vardı. Hepsini toplayıp içine geri koydum. Umarım hepsini almışımdır” dedi.

“Almışsın” dedi hafifçe, hislenmiş ve utanmıştı. “Sayfaların izini sürdüm ve komik olan şu ki... Beni o ara sokağa götürdüler.”

Göz göze gelmekten kaçınarak defterine bakmaya devam etti.

“Defterinin oraya nasıl gittiğini düşünüyorsun?” diye sordu.

Suratını ifadesiz hâlde tutmaya çalışmak için elinden ge- lenin en iyisini yaparak gözlerinin içine baktı.

“Dün akşam eve yürüyordum ve onu bir yerde kaybet- tim. Belki onlar bulmuşlardır.”

Jonah onu süzdü. Sonunda, “Belki de” dedi. Sessizlik içinde öylece dikildiler.

“Her şeyden daha garip olanı ise” diye devam etti, “Ta- mamen bilincimi yitirmeden önce seni orada, tepemde, çocuklara beni rahat bırakmaları için bağırırken gördüğüme yemin edebilirim... Delice değil mi?”

Jonah onu süzdü ve Caitlin doğrudan onun gözlerinin içine baktı.

“Böyle bir şeyi yapmak için deli olmam gerekirdi” dedi. Kendini tutmasına rağmen dudağının kenarındaki ufak gü- lümsemeyi durduramadı.

Jonah duraksadı ve ardından kocaman sırıttı. “Evet” diye cevap verdi. “Öyle olman gerekirdi.”

Dördüncü Bölüm

Caitlin defteri koltuğunun altında okuldan eve yürürken bulutların üstünde gibiydi. Kim bilir ne zamandır hiç

bu kadar mutlu olmamıştı. Jonah’ın sözleri kafasında dönüp duruyordu.

“Bu gece Carnegie Hall’de bir konser var. İki bedava biletim var. Salon içindeki en kötü koltuklar sanırım ama vokalistin ilgi çekici olması bekleniyor.”

“Bana çıkma mı teklif ediyorsun?” diye sormuştu gülümse- yerek.

O da gülümsemişti.

“Eğer bu yara bere yumağıyla gitmeyi dert etmiyorsan” de- mişti gülümseyerek.“Her şey bir kenara, mevzu bahis olan cuma gecesi.”

Heyecanını zapt edemez hâlde evle ilgili düşünmeyi nere- deyse boşladı. Klasik müzik hakkında hiçbir şey bilmese de-hatta daha önce hiç dinlememişti bile- bunu umursamıyor- du. Onunla her yere giderdi.

Carnegie Hall. Elbise tercih edildiğini söylemişti. Ne gi- yecekti ki? Saatine baktı. Eğer konserden önce onunla kafe- de buluşacaksa üstünü değiştirmek için fazla zamanı olma- yacaktı. Adımlarını iki katına çıkardı.

Daha farkına bile varmadan eve gelmişti ve binanın kas- veti bile havasını bozmadı. Merdivenleri beşer beşer çıkıp eve girdiğinde yorulduğunu hissetmiyordu dahi.

Derhâl annesinin çığlığı geldi. “Seni aşağılık kaltak!” Caitlin tam zamanında eğildi; çünkü annesi tam yüzüne

doğru bir kitap fırlatmıştı. Kitap tam üstünden geçip arka-

sındaki duvara çarptı.

Daha Caitlin’in konuşmasına fırsat kalmadan annesi sal- dırdı. Tırnaklarını çıkarıp doğrudan yüzünü hedefledi.

Caitlin tam zamanında uzanıp bileklerini yakaladı. İleri ve geri giderek onunla mücadele etti.

Caitlin yeni ortaya çıkmış gücünün damarlarına doldu- ğunu hissedebiliyor ve annesini hiç bunu denemeden bile karşıdaki odaya fırlatabileceğini seziyordu. Ancak bunu kontrol etmek için iradesini kullandı. Annesini itti ama ka- nepenin üstüne düşmesini sağlayacak kadar.

Annesi kanepede birden gözyaşlarına boğuldu. Öylece oturup hıçkıra hıçkıra ağladı.

 

“Senin hatan!” diye bağırdı hıçkırıklarının arasında. “Neyin var senin?” diye bağırdı Caitlin, tamamen savun-ması düşmüş ve neler olduğundan bihaber bir hâlde. Onun annesi için bile bu delice bir davranıştı. “Sam.”

Annesi defter sayfasından bir parça uzattı.

Caitlin kâğıdı alırken kalbi çarpmaya başladı, bir ürkün- tü içine girmişti. Konu her neyse iyi bir şey olamayacağını biliyordu.

“Gitmiş!”

Caitlin elle yazılmış notu inceledi. Okurken konsantre olamıyor, sadece şöyle parçaları seçebiliyordu gözü: Kaçıyo- rum... Burada olmak istemiyorum... Arkadaşlarımın yanı- na... Beni bulmaya çalışmayın...

Elleri titriyordu. Sam yapmıştı. Gerçekten gitmişti. Onun için beklememişti bile. Hoşça kal demek için bile bekleme- mişti.

“Senin yüzünden!” dedi annesi.

Caitlin’in içinin bir tarafı buna inanamıyordu. Dairenin içinde yürüdü, onu orada bulmaya dair yarım bir beklentiy- le Sam’in odasının kapısını açtı.

Fakat oda boştu. Tertemiz. Tek bir şey bile kalmamıştı. Sam odasını hiç bu kadar temiz tutmazdı. Yani doğruydu, gerçekten gitmişti.

Caitlin midesinin ağzına geldiğini hissetti. Bu sefer an- nesinin haklı olduğunu, bunun onun hatası olduğunu his- setmekten kendini alıkoyamıyordu. Ve bir de Sam’e şöyle demişti: Git o zaman!

Git o zaman! Neden böyle demek zorundaydı ki? Ertesi sabah söylediklerini geri almayı, özür dilemeyi planlamıştı fakat uyandığı zaman o zaten gitmişti. Bugün eve geldiğinde konuşacaktı onunla. Artık çok geçti.

Nereye gitmiş olacağını biliyordu. Gidebileceği tek bir yer vardı: Son kaldıkları şehir. Bir şey olmazdı. Muhtemelen buradakinden daha iyi olurdu. Orada arkadaşları vardı. Bu aklına yattıkça daha az endişelenmeye başladı. Aslına bakı- lırsa onun adına mutluydu. Sonunda yapmıştı işte. Onu ne- rede bulacağını da biliyordu.

Bununla daha sonra uğraşırdı. Saatine baktığında geç kaldığını fark etti. Odasına koştu ve en iyi kıyafetleriyle ayakkabılarını kaptıktan sonra onları bir spor çantasına attı. Makyajsız gitmek zorunda kalacaktı. Zamanı yoktu.

“Neden dokunduğun her şeyi yok etmek zorundasın ki?” diye bağırdı annesi tam arkasından. “Seni asla yanıma alma- malıydım!”

Caitlin sarsılmış bir hâlde ona baktı.

“Neden bahsediyorsun?”

“Doğru” diye devam etti annesi lafına. “Seni yanıma aldım. Sen benim çocuğum değilsin, hiç olmadın. Sen onundun. Sen benim gerçek kızım değilsin. Duydun mu beni? Senin gibi kızım olsa utancımdan yerin dibine ge- çerdim!”

Caitlin, siyah gözlerindeki kini görebiliyordu. Annesini hiç bu kadar derinden hiddetlenmiş bir hâlde görmemişti. Gözlerinden ateş fışkırıyordu.

“Neden hayatımdan iyi olan tek şeyi çıkarmak zorunday- dın?” diye bağırdı annesi.

Annesi bu sefer iki elini kullanarak üstüne çullandı ve doğrudan boğazına saldırdı. Caitlin daha tepki veremeden nefessiz kalmıştı, acayip derecede.

Caitlin nefes almak için mücadele etti ama annesinin kıs- kacı çelik gibiydi. Gerçekten öldürmeyi amaçlıyordu.

Hiddet içine dolmaya başladı ve bu sefer onu durdura- madı. Tanıdık öfke ateşinin ayak parmaklarından kollarına ve omuzlarına yükselmeye başladığını hissedebiliyordu. Ca- itlin bunun kendisini sarmasına izin verdi. O sırada boy- nundaki kaslar şişti. O daha bir şey yapmadan annesinin kıskacı gevşedi.

Annesi dönüşümün başladığını görmüş olmalıydı çünkü korkmuş görünüyordu. Caitlin kafasını geri atıp kükredi. Korku veren bir şeye dönüşmüştü.

Annesi ellerini indirdi ve bir adım geri atıp ağzı açık ba- kakaldı.

Caitlin tek eliyle uzanıp onu ittiğinde annesi öyle bir hız- la geri doğru uçtu ki duvarı büyük bir sesle kırıp içinden geçerek diğer odaya geçti. Öbür duvara çarpıp bilinçsiz bir şekilde yere düşünceye kadar da uçmaya devam etti.

Caitlin dikkatini toplamaya çalışarak derin bir nefes aldı. Yanına almak istediği bir şey olup olmadığını düşünerek eve bakındı. Bir şey olduğunu biliyordu fakat berrak bir şekil- de düşünemiyordu. Spor çantasının içindeki kıyafetleri alıp, moloz yığınının içindeki annesinin yanından geçtikten son- ra odasından dışarı çıktı.

Annesi orada uzanmış, inleyerek oturma pozisyonuna geçmeye başlamıştı bile.

Caitlin doğrudan evin dışına doğru yürümeye devam etti. Annesinin bu şeyi son kez görmüş olacağına yemin etti.

Beşinci Bölüm

Kalbi hâlâ annesiyle yaşadığı sahneden dolayı çarpan Caitlin, soğuk mart gecesinde yolu hızlı adımlarla arşın-

ladı. Soğuk havanın yüzünü yalaması iyi geldi, serinlemişti. Derin derin nefes aldığında kendini özgür hissetti. Asla o eve geri gitmek, çamurlu ayak izlerini takip etmek, bu mahalleyi görmek ve o okula adımını atmak zorunda kalmayacaktı. Nereye gittiği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Ancak ora- sı her neresiyse, en azından buradan uzakta olacaktı.

Caitlin bulvara geldiğinde kafasını kaldırıp boşta olan bir taksi aradı. Aşağı yukarı bir dakika bekledikten sonra bula-mayacağını anladı. Tek seçeneği metroydu.

135. caddedeki istasyona doğru yürüdü. Daha önce hiç New York City metrosuna binmemişti. Hangi hatta bine- ceği, nereye gideceği konusunda hiç emin değildi ve şu an tecrübe kazanmak için en kötü zamandı. Soğuk bir mart gecesinde, metro istasyonunda, bilhassa bu mahalledekinde nelerle karşılaşabileceğini düşünmek onu korkuttu.

Grafiti dolu merdivenlerden aşağı inip kabine yaklaştı. Şükür ki içeride insan vardı.

“Columbus Circle’a gitmem gerek” dedi Caitlin.

Plastik camın arkasındaki fazla kilolu görevli onu gör- mezlikten geldi.

“Affedersiniz” dedi Caitlin, “Columbus Cir...” “Platformdan aşağı dedim ya!” diye çıkıştı kadın.

“Hayır demediniz” diye yanıtladı Caitlin. “Hiçbir şey de- mediniz!”

Görevli onu yine görmezlikten geldi. “Ne kadar?”

“İki dolar elli sent” dedi görevli.

Caitlin elini cebine sokup üç tane buruşmuş dolar çıkar- dı. Camın altından içeri gönderdi.

Onu hâlâ görmezlikten gelen görevli, camın altından metro kartını kaydırdı.

Caitlin kartı basıp içeri girdi.

Platform zayıf bir ışıklandırmaya sahipti ve neredeyse ıssızdı. Battaniyelere sarınmış iki evsiz banklardan birine uzanmıştı. Birisi uyuyordu, diğeri o geçerken gözlerini çe- virdi. Mırıldanmaya başladı. Caitlin adımlarını hızlandırdı.

Platformun en köşesine gidip eğilip trene baktı. Görü- nürde bir şey yoktu.

Hadi! Hadi!

Tekrardan saatine baktı. Şimdiden beş dakika gecikmişti. Bunun daha ne kadar süreceğini merak etti. Jonah’nın bu- luşma yerinden ayrılıp ayrılmayacağını düşündü. Eğer ayrıl- sa onu suçlayamazdı.

Gözünün kenarında hızla hareket etmekte olan bir şey fark etti. Kafasını çevirdi. Bir şey yoktu.

Daha yakından baktığında, beyaz çizgili muşamba kap- lı duvarda hareket eden bir gölgenin raylara doğru sinsice süründüğünü gördüğünü düşündü. İzlendiği hissine ka- pıldı.

Fakat tekrar baktığında bir şey göremedi.

Serap görüyor olmalıyım.

Caitlin büyük metro haritasının yanına yürüdü. Delin- miş, yırtılmış ve grafiti ile kaplanmış olsa da hâlâ üstünden metro hattını çıkarabiliyordu. En azından doğru yerdeydi. Burası onu doğruca Columbus Circle’a götürecekti. Birazcık daha iyi hissetmeye başladı.

“Kayıp mı oldun bebeğim?”

Caitlin kafasını çevirdiğinde tepesinde büyük siyah bir adamın dikildiğini gördü. Adam tıraş olmamıştı ve sırıttı- ğında Caitlin, dişlerinden birkaçının eksik olduğunu gördü. Çok yakına geldiği için berbat nefesinin kokusunu alabili- yordu; adam sarhoştu.

Adamın yanından geçip epey bir adım öteye yürüdü. “Hey orospu, seninle konuşuyorum!”

Caitlin yürümeye devam etti.

Adam uzun duruyordu ve onun olduğu yere doğru gelir- ken sallanıp sendelemekteydi. Caitlin adımlarını iyice hız- landırdı. Platform uzun olduğu için aralarında hâlâ mesafe vardı. Gerçekten başka bir belayla yüz yüze gelmekten ka- çınmak istiyordu. Şimdi değil, burada değil.

Adam yakınlaştı. Onunla yüz yüze gelmekten başka çare- si kalmayıncaya dek ne kadar zamanı olduğunu merak etti. Lütfen Tanrım, beni buradan çıkar.

Tam o anda istasyonu sağır edici bir sessizlik doldurdu ve birden tren çıkageldi. Teşekkürler Tanrım.

Caitlin trene bindi ve kapılar adamın üstüne kapanırken tatmin dolu gözlerle onu izledi. Sarhoş bir hâlde trenin me- tal kısmına vuruyor ve küfrediyordu.

Tren ayrıldıktan saniyeler sonra bulanık bir hayalden baş- ka bir şey değildi artık o adam. Caitlin bu mahalleden çıkan yolu tutmuş gidiyordu, yeni hayatına doğru.

*

Caitlin, Columbus Circle’da inip hızlı adımlarla yürü- dü. Yeniden saatini kontrol etti. Yirmi dakika geç kalmıştı. Yutkundu.

Lütfen burada ol. Lütfen gitmiş olma. Lütfen...

Birkaç blok öteye yürümüştü ki aniden midesinde bir sancı hissetti. Yoğun acıdan dolayı afallayarak durdu.

Karnını tutarak öne doğru eğildi, hareket edemiyordu. İnsanların ona bakıp bakmadığını merak etti ama bunu umursamayacak kadar acı çekiyordu. Bunun gibi bir şeyi daha önce tecrübe etmemişti. Nefes alabilmek için müca- dele etti.

Her iki tarafından da insanlar gelip geçiyor fakat kimse onun iyi olup olmadığını kontrol etmek için durmuyordu.

Yaklaşık bir dakika sonra nihayet yavaşça doğruldu. Acı dinmeye başlamıştı.

Bunun ne olabileceğini merak ederek derin derin nefes aldı.

Kafenin yolunu tutarak tekrardan yürümeye başladı. Fa- kat artık tamamen yolunu kaybetmiş gibi hissediyordu. Bir şey daha... Açlık. Normal bir açlık değil, derin ve karşı ko- nulmaz bir susuzluktu. Yanından köpeğini gezintiye çıkar- mış bir kadın gördüğünde Caitlin kafasını çevirip hayvana baktı. Yanından geçerken kafasını eğerek hayvanın boynuna baktığını fark etti.

Köpeğin derisinin üzerinden damarlarının detaylarını, içinden geçen kanı görebildiğini fark etti. Kan geçerken da- marlarının atışını seyretti ve ardından dişlerinde donuk bir uyuşma hissini duyumsadı. O köpeğin kanını istiyordu.

Sanki izlendiğini hissetmiş gibi köpek döndü ve korku içinde Caitlin’e baktı. Havladı ve telaşla ileri doğru atıl- dı. Köpeğin sahibi durumu anlamayarak dönüp Caitlin’e baktı.

Caitlin yürümeye devam etti. Kendine ne olduğunu anla- yamıyordu. Köpekleri severdi. Asla bir hayvanın canını yak- mak istemezdi, bir sineğin bile. Ona neler oluyordu?

Açlık acısı geldiği gibi hızla yok oldu ve Caitlin norma- le dönmeye başladığını hissetti. Köşeyi döndüğünde kafe görüş alanına girdi ve o da derin nefes alarak adımlarını hızlandırdı, neredeyse kendine geldiğini hissediyordu. Sa- atine baktı. Otuz dakika geç kalmıştı. Orada olması için dua etti.

Kapıyı açtı. Kalbi çarpıyordu ama bu sefer acıdan değil, Jonah’nın gitmiş olabileceği korkusuyla.

Caitlin gözleriyle hızlıca etrafı taradı. İçeri hızlıca, nefes- siz bir hâlde girmişti ve daha şimdiden göze batmaya baş- ladığını hissediyordu. Tüm gözlerin kendisine döndüğünü hissederek önce solundaki sonra da sağındaki masalara ba- kındı. Fakat Jonah’dan hiçbir iz yoktu. İçi acıdı. Gitmiş ol- malıydı.

“Caitlin?”

Caitlin kayarak geri döndü. İşte orada, Jonah duruyordu sırıtarak. Kalbinin neşeyle dolduğunu hissetti.

“Çok özür dilerim” dedi aceleyle. “Aslında hiç geç kal- mam. Ben sadece, yalnız şey...”

“Sorun yok” dedi nazikçe elini omzuna koyarak. “Bunun için endişelenme, gerçekten. İyi olduğuna sevindim” diye ekledi.

Hâlâ yara berelerle dolu, şişmiş durumdaki teniyle çevrili gözlerinin yeşiline ve gülümsemesine baktığında gün içinde ilk kez huzur dolu hissetti. Eninde sonunda her şeyin yoluna girebileceğini hissetti.

“Sorun şu ki eğer yetişeceksek fazla vaktimiz kalmadı” dedi. “Sadece beş dakikamız var. Sanırım o kahveyi başka bir zaman içmek zorunda kalacağız.”

“Sorun değil. İkimizin birlikte konseri kaçırmamasına çok sevindim. Kendimi tıpkı bir...”

Caitlin gözlerini aşağı çevirdiğinde, üstünde hâlâ normal kıyafetlerinin olduğunu görerek dehşete kapıldı. İçinde gü- zel kıyafetlerinin ve ayakkabılarının olduğu spor çantasını elinde tutuyordu. Kafeye erkenden gelip tuvalete girmeyi, üstüne güzel kıyafetlerini giyip Jonah’ın gelişine hazır olma- yı ummuştu. Şimdiyse karşısında durmuş, pasaklı kıyafe- tiyle elinde bir spor çantası taşıyordu. Yanakları kızardı. Ne diyebileceğini bilmiyordu.

“Jonah böyle giyindiğim için çok özür dilerim” dedi. “Buraya gelmeden önce üstümü değiştirecektim ama... Beş dakikamız mı kaldı demiştin?”

Jonah yüzünde endişe dolu bir ifadeyle saatine baktı. “Evet, ama...”

 

“Hemen dönerim” dedi ve onun cevap vermesine kalma- dan restoranın içinde koşturarak tuvalete gitti.

Caitlin tuvalete girip kapıyı kilitledi. Spor çantasını hız- lıca açıp, artık buruşmuş olan güzel kıyafetlerini çıkardı. Hızlıca kıyafetlerini ve ayakkabılarını çıkardı ve siyah ka- dife eteği ile beyaz ipek bluzunu üstüne geçirdi. Sahte incili küpelerini de çıkarıp taktı. Ucuz olsalar da işe yarıyorlardı. Üstünü değiştirme işini siyah yüksek topuklu ayakkabılarını giyerek tamamladı.

Aynaya baktı. Üstü biraz kırışık olsa da hayal ettiği kadar kötü değildi. Hafif açık bluzu, hâlâ takmakta olduğu küçük gümüş haçı ortaya çıkarıyordu. Makyaj yapmak için zama- nı yoktu, fakat en azından doğru dürüst giyinmişti. Ellerini suya sokup hızlıca saçlarına biraz dalga verdi. Son noktayı siyah deri çantasını koluna takarak koydu.

Tam dışarı koşmak üzereydi ki eski kıyafetlerini ve ayak- kabılarını fark etti. Kafasında durumu tartışarak duraksadı. Gerçekten gecenin geri kalanında o kıyafetleri yanında ta-şımak istemiyordu. Aslına bakılırsa onları bir daha giymek bile istemiyordu.

Hepsini bir topak hâline getirip büyük bir zevkle köşe- deki çöp kutusuna bıraktı. Artık dünyada geriye kalan tek kıyafetini giymekteydi.

Yeni hayatına bu şekilde giyinerek başlaması ona kendini iyi hissettirdi.

Jonah saatine bakıp ayağını vura vura kafenin dışında onu bekliyordu. Caitlin kapıyı açtığında kayarak geri döndü ve onu giyinip kuşanmış bu hâliyle görünce donakaldı. Nutku tutulmuş bir hâlde ona baktı.

“Çok... Güzel görünüyorsun” dedi hafifçe.

“Teşekkürler” dedi. Sen de, diye yanıt vermek istese de kendini tuttu.

Kendini yeni göstermiş özgüveniyle ona doğru yürüdü, koluna girdi ve nazikçe Carnegie Hall’a giden yola doğru çekti. Jonah onun yanında, boşta olan elini onun elinin üs- tüne koyup adımlarını hızlandırarak yürüdü.

Bir adamın koluna girmiş olmak iyi hissettirdi. O gün ve önceki gün olan her şeye rağmen Caitlin şu an sanki ayakları yerden kesilmiş gibi hissediyordu.

Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»