Sahiplenilmiş

Текст
Из серии: Vampır Mektupları #6
0
Отзывы
Читать фрагмент
Отметить прочитанной
Как читать книгу после покупки
Шрифт:Меньше АаБольше Аа

Sonunda devasa bir yapının önüne geldiler. Caitlin penceredeki parmaklıklardan ve önünde duran nöbetçilerden buranın bir hapishane olduğunu anlamıştı.

Caitlin Clink Sokağı diye düşündü. Oldukça uygun bir isim verilmişti.

Bu kocaman, yanlara doğru genişleyen bir yapıydı ve önünden geçtiklerinde Caitlin parmaklıklara yapışan elleri ve yüzleri gördü. Caitlin geçtiğinde onu izliyorlardı. Yüzlerce mahkum oraya toplanmış, ona pis pis bakıyor, onlar geçince kaba şeyler haykırıyorlardı.

Ruth onlara doğru hırladı ve Caleb, Caitlin’e yaklaştı.

Daha ileriye gittiler, üzerinde “Ölü Adamın Yeri” yazan bir sokağı geçtiler. Caitlin sağ tarafına baktı ve başka bir idamın hazırlanmakta olduğu başka bir darağacı gördü. Gözü bağlı, burnu boynuna asılı bir mahkum platformda duruyor ve titriyordu.

Caitlin’in dikkati o kadar dağılmıştı ki neredeyse çocuğu gözden kaybediyordu. Caleb elini yakaladı ve onu Clink Sokağından aşağıya doğru götürdü.

Yürümeye devam ettiklerinde, Caitlin birden uzakta bir bağrış ve ardından bir gürleme duydu. Uzaklaşmış olan çocuğun ilerde köşeyi döndüğünü gördü ve başka bir bağrışın yükseldiğini duydu. Ardından ayağının altındaki yerin titrediğini hissedince şaşırıp kaldı. Roma’daki Colosseum’dan bu yana hiç böyle bir şey hissetmemişti. Hemen köşeyi dönünce karşısına bir çeşit kocaman bir stadyum çıkacak diye düşündü.

Köşeyi döndüklerinde önündeki manzara karşısında afalladı. Minyatür bir Colosseum gibi kocaman, daire şeklince bir yapı önünde uzanıyordu. Birkaç kat şeklinde inşa edilmişti ve dışarıdan içi görünmüyordu, ama her iki yönde içine doğru giden kemerli kapılar vardı. Şimdi daha yüksek gelen bağrışları duyabiliyordu, bunların duvarların arkasından geldiği açıktı.

Bu yapı yüzlerce insanı içine almıştı, bazıları Caitlin’in hayatında ilk kez gördüğü en perişan insanlardı. Bazılarının üzerinde neredeyse hiçbir şey yoktu, çoğunun dışarı sarkan kocaman göbekleri vardı, traşsızlardı ve yıkanmamışlardı. Aralarında başıboş köpekler geziniyordu ve Ruth hırladı, sırtındaki tüyler inanılmaz hassaslaşarak yukarı dikildi.

Satıcılar arabalarını çamurun içinde itiyor, pek çoğu yarım litrelik cin satıyordu. Kalabalığın görünüşünden pek çok insanın buraya geldiği anlaşılıyordu. Kalabalık oldukça kaba bir şekilde birbirlerine dirsek atıyor ve çoğu da sarhoş görünüyordu. Yeni bir gürleme geldi ve Caitlin yukarı doğru bakınca stadyumun üzerinde asılı duran tabelayı gördü: “Ayı Kızdırma.”

Midesinin bulandığını hissetti. Bu toplum gerçekten bu kadar zalim miydi?

O küçük stadyum bir kompleksin bir parçasıymış gibi görünüyordu. Orada, uzakta başka küçük bir stadyum daha vardı ve üzerinde “Boğa Kızdırma” yazan kocaman bir levha asılıydı. Ve ayrıca başka bir kenarda, o ikisinden ayrı duran başka büyük bir dairesel yapı vardı—bu diğerlerinden daha farklı görünmesine rağmen daha şıktı.

Oradan geçmekte olan bir çocuk “Gelin ve yeni Globe Tiyatrosunda yeni Will Shakespeare oyununu görün!” diye bağırdı. Kucağında bir yığın el ilanı tutuyordu. Doğruca Caitlin’e doğru yürüdü ve eline bir ilan tutuşturdu. Caitlin ilana baktı ve okudu: “William Shakespeare’in yeni oyunu: Romeo ve Juliet’in Trajedisi.”

Çocuk “Gelecek misiniz Hanımefendi?” diye sordu. “Bu onun yeni oyunu ve ilk defa bu yepyeni tiyatroda, Globe’da sahneye konacak.”

Caitlin ilana baktı ve içinde bir heyecan hissetti. Bu gerçek olabilir miydi? Bu gerçekten oluyor muydu?

“Nerede?”

Çocuk kıkırdadı. Döndü ve gösterdi. “Neden soruyorsunuz, hemen işte orada Hanımefendi.”

Caitlin işaret ettiği yere doğru baktı ve uzakta beyaz sıva ile kaplı duvarları ve Tudor tarzı ahşap oymaları olan dairesel bir yapı gördü. Globe. Shakespeare'in Globe Tiyatrosu. İnanılmazdı. Gerçekten buradaydı.

Tiyatronun önünde binlerce insan dolanıyor, her yönden içeri giriyorlardı. Ve bu kalabalık aynı boğa kızdırma ve ayı kızdırma stadyumlarına giren kalabalık kadar kaba görünüyordu. Bu Caitlin’i şaşırtmıştı. O her zaman Shakespeare izleyicilerinin daha medeni, daha kültürlü olduğunu hayal etmişti. Hiçbir zaman onun oyunlarının büyük halk yığınları için, hem de böyle en zalim olanlar için, bir eğlence olduğunu gerçekten düşünmemişti. Ama tiyatro ayı kızdırma ile hemen aynı yerdeydi.

Evet, yeni bir Shakespeare oyunu görmeyi, Globe’a gitmeyi çok isterdi. Fakat önce bilmeceyi çözüp görevini tamamlamaya kararlı olduğunu hissetti.

Ayı kızdırma stadyumundan yeni bir gürleme yükseldi ve Caitlin dönerek dikkatini oraya verdi. Bilmecenin cevabının o stadyumun duvarlarının arkasında yatıp yatmadığını merak etti.

Caleb’e döndü.

“Ne diyorsun? Ne olduğunu bir görsek mi?”

Caleb tereddütlüydü.

“Bilmece bir köprüden bahsediyor ve bir ayıdan. Ama benim hislerim bana bir şeyin daha olduğunu söylüyor. Pek emin değilim ama—”

Birden Ruth hırladı, ardından yerinden kalkarak hızla koşmaya başladı.

Caitlin "Ruth!" diye bağırdı.

Ruth gözden kayboldu. Dönüp dinlemedi bile ve olanca gücüyle koştu.

Caitlin şok oldu. En tehlikeli zamanlarda bile onun asla böyle davrandığını görmemişti. Onu bu kadar çeken ne olmuş olabilirdi? Söz dinlemeyen Ruth’u hiç tanımamıştı.

Caitlin ve Caleb aynı anda onun arkasından hızla koşmaya başladılar.

Fakat vampir hızlarında dahi çamurun içinde yol almak oldukça zordu ve Ruth onlardan metrelerce uzağa gitmişti. Ruth’un bir yerden döndüğünü ve kalabalığın arasından geçerek zik zaklar çizmesini izlediler. Onu gözden kaybetmemek için onlarda insanları itip kakmak zorunda kaldılar. Caitlin uzakta Ruth’un bir köşeyi döndüğünü ve dar bir geçitten aşağı doğru koştuğunu görebiliyordu. Caleb ile birlikte aynı anda hızlandı, yolunun üzerindeki koca bir adamı itti ve Ruth’un ardından dar geçide girdi.

Caitlin, Tanrım, neyin peşinde olabilir? diye içinden geçirdi. Bir sokak köpeğinin mi peşindeydi yoksa yalnızca açlığın son sınırına gelmiş yemek peşine mi düşmüştü. Nede olsa o bir kurttu. Caitlin bunu kendine hatırlatmak zorundaydı. Zamanında onun için yemek bulma konusunda çok daha fazla uğraşmalıydı.

Fakat Caitlin köşeyi döndüğünde ve ara sokaktan aşağı doğru baktığında, birden Ruth’un peşinde olduğu şeyin ne olduğunu şoke olarak anladı.

Orada, ara sokağın en sonunda küçük bir kız oturuyordu. Sekiz yaşında var yoktu, çamur içindeydi, bir köşeye sinmiş, ağlıyor ve titriyordu. Yanında epeyce uzun, büyük iri kıyım bir adam vardı. Üzerinde gömlek yoktu, kocaman göbeği dışarı sarkmış ve traşsızdı; göğsü ve omuzları kıllarla kaplıydı.

Sinirli bir şekilde kaşlarını çatmış, eksik dişlerini ortaya sermişti. Elindeki deri kemerle geriye doğru çekildi ve zavallı kızın sırtına birbiri ardına kemeri indirmeye koyuldu.

Adam tekrar kemerini kaldırırken korkunç bir ses tonuyla “Bu söz dinlemediğin için!” diye bağırdı.

Caitlin incinmişti, bir an bile düşünmeksizin harekete geçmeye hazırlandı.

Fakat Ruth ondan önce davrandı. Adam elini geri atarken hızla koştu ve çenesini sonuna kadar açarak havaya sıçradı.

Adamın önkolunu yakaladı ve dişlerini sonuna kadar koluna geçirdi. Adam kulakları sağır eden bir çığlık koparırken kan her yere fışkırdı.

Ruth kudurmuştu ve yatıştırılabilir görünmüyordu. İyice kızgınlaştı ve başını öne arkaya sallayarak adamın etini daha da yardı ve bırakmadı.

Adam Ruth’u bir aşağı bir yukarı salladı, bunu yalnızca o büyük cüssesinden ve Ruth’un henüz daha tam bir yetişkin kurt olmamasından ötürü yapabiliyordu. Ruth hırladı. Bu Caitlin’in ensesindeki tüyleri bile diken diken etmeye yetecek türden bir sesti.

Fakat açıkçası bu adam şiddete alışıktı. Büyük adeleli omuzunu döndürüverdi ve Ruth’u tuğla duvara çarpmayı başardı. Ardından diğer elini ileriye doğru uzattı ve kemeri ile kızın sırtına daha sert vurmaya geçti.

Ruth acı acı inledi ve kesik kesik havladı. Sonunda kendini yerde buldu.

Gözleri nefret dolu olan adam iki eliyle geriye doğru uzandı ve bütün gücüyle kemerini Ruth’un yüzüne indirmeye hazırlandı.

Caitlin hemen herekete geçti. Adam daha kemerini indiremeden öne doğru hamle yaptı, sağ eliyle ona doğru uzandı ve boğazından yakaladı.

Boğazından tutarak adamı geriye doğru çekti, ayaklarını yerden keserek yukarı kaldırdı, başının üzerine kadar çıkardı, ardından duvara fırlattı ve duvardaki tuğlalar un ufak oldu.

Caitlin onu orada bıraktı, adamın yüzü maviye döndü, boğuluyordu. Caitlin ondan çok daha küçüktü, ama adamın Caitlin’in demir yumruğunun karşısında hiç şansı yoktu.

Sonunda Caitlin adamı bıraktı. Adam kemerini bulmak için uzandı, Caitlin geriye doğru çekildi ve yüzüne sert bir yumruk sallayarak adamın burnunu kırdı.

Ardından yine geri çekildi ve göğsüne bir tekme attı, o kadar güçlü vurdu ki adamın geriye doğru metrelerce uçmasına neden oldu. Adam duvara öyle bir güçle çarptı ki tuğlalarda izi kaldı ve sonunda alt üst olmuş bir halde yere yığıldı.

Fakat Caitlin hala damarlarından fışkıran öfkeyi hissedebiliyordu. O masum kızı ve Ruth’u düşündü. En son ne zaman bu kadar öfkelendiğini bilmiyordu. Kendini durduramıyordu. Adama doğru yürüdü, elindeki kemeri hızla çekip aldı, geriye doğru gitti ve kemerle tam kocaman göbeğinin ortasına oldukça sert bir şekilde vurdu.

Adam sendeledi ve karnına sarıldı.

Doğrulduğunda, Caitlin bir daha sertçe vurdu, bu sefer yüzüne isabet ettirdi. Adamın çenesini tuttu ve onu hızla geriye doğru götürerek ensesinden yere çaldı. Sonunda adam bilincini yitirdi.

Fakat Caitlin hala öfkesini yatıştıramamıştı. İçindeki kızgınlık bu günlerde pek kolay bir şekilde uyanmıyordu ama bir kez de uyanınca buna engel olamıyordu.

Caitlin ayağını kaldırdı ve adamın boğazına yerleştirdi.  O anda adamı öldürmeye hazırdı.

Keskin bir ses “Caitlin!" diye bağırdı.

Caitlin döndü ve yanında Caleb’in durduğunu gördü. Hala öfkeyle dolup taşıyordu. Caleb kınayan bir bakışla yavaşça başını salladı.

 

“Yeterince zarar verdin. Bırak gitsin.”

Caleb’in sesindeki bir şey Caitlin’i durdurdu.

Caitlin istemeyerek ayağını geri çekti.

Uzakta lağım suyuyla dolu bir varil fark etti. Varilin yanlarından taşan yoğun koyu sıvıyı görebiliyor ve olduğu yerden berbat kokusunu alabiliyordu.

Mükemmel.

Caitlin aşağıya eğildi ve adamı alıp yukarıya başının üzerine kaldırdı; adam rahat 135 kilonun üzerinde olmasına rağmen onunla birlikte dar sokağı geçerek yürüdü. Tepe üstü girecek şekilde onu lağım suyuyla dolu varilin içine fırlattı.

Adam her tarafa su sıçratarak varilin içine düştü. Caitlin adamın her yanının dışkıya bulandığını görerek batmasını izledi. Adamın burada uyanacağı fikri Caitlin’in hoşuna gitti ve sonunda tatmin oldu.

İyi diye düşündü. Ait olduğun yeri buldun.

Caitlin hemen Ruth’u hatırladı. Ona doğru koştu ve sırtındaki kemer izine baktı; Ruth bir köşeye sinmiş, yavaş yavaş ayaklarının üzerine doğruluyordu. Caleb de yanlarına geldi, Ruth yüzünü Caitlin’in kucağına koyup inlerken Caitlin onu kontrol etti ve alnını öptü.

Ruth birden onlardan kurtuldu ve dar sokağın karşısına kıza doğru fırladı.

Caitlin de oraya doğru döndü ve aniden hatırladı. O da kıza doğru aceleyle gitti.

Ruth kıza ulaşmış yüzünü yalıyordu. Histerik bir şekilde ağlayan kız yavaşça sustu, Ruth’un dili onun düşüncelerini dağıtmıştı. Orada, çamurun içinde kirli, her yanı çamur olmuş elbisesiyle oturuyordu. Sırtında kemer izleri vardı ve bu izlerin arasından kan sızıyordu. Şaşkın bir şekilde Ruth’a baktı.

Ruth yalamaya devam ettikçe ıslak gözleri daha da büyüdü. Sonunda elini uzattı, usulca ve tereddütle Ruth’u okşadı. Ardından uzandı ve ona sarıldı. Ruth da ona sokularak karşılık verdi.

Caitlin bunun inanılmaz olduğunu düşündü. Ruth bu kızı yüzlerce blok öteden fark etmişti. Sanki ikisi birbirlerini çok uzun zamandır tanıyorlardı.

Caitlin yaklaştı ve kızın yanına diz çöktü, elini uzattı ve onun oturmasına yardım etti.

“İyi misin?”

Kız şok içinde Caitline’e ve ardından Caleb’e baktı. Sanki bu insanların kim olduklarını düşünüyor gibi pek çok defa gözlerini kırptı.

Sonunda yavaşça evet anlamında başını salladı. Gözleri sonuna kadar açıktı ve konuşamayacak kadar korkmuştu.

Caitlin elini uzattı ve nazik bir biçimde yüzüne düşen çamurlu saçları arkaya doğru itti. “Her şey geçti. Artık sana zarar veremez.”

Kız tekrar ağlamaya başlayacakmış gibi görünüyordu.

“Benim adım Caitlin ve bu da Caleb.”

Kız onlara baktı, hala konuşmuyordu.

Caitlin “Senin adın ne?” diye sordu.

Bir süre sonra kız nihayet cevap verdi: “Scarlet."

Caitlin gülümsedi. “Scarlet," diye tekrarladı. “Ne kadar zarif bir isim. Ailen nerede?”

Kız başını salladı. “Ailem yok. O benim sahibim. Ondan nefret ediyorum. Beni her gün dövüyor. Hem de hiç neden yokken. Ondan nefret ediyorum. Lütfen beni ona geri vermeyin. Başka hiç kimsem yok.”

Caitlin Caleb’e döndü ve Caleb’in de kendisine bakmakta olduğunu gördü, ikisi de aynı anda aynı şeyleri düşünüyorlardı.

Caitlin “Şimdi güvendesin,” dedi. “Artık endişelenmene gerek yok. Bizimle gelebilirsin.”

Scarlet’in gözleri şaşkınlık ve sevinçle sonuna kadar açıldı ve neredeyse gülümseyecekti.

“Gerçekten mi?”

Caitlin ona bakarak gülümsedi ve elini uzattı. Scarlet uzatılan eli tutarak ayaklarının üzerine doğrulmaya çalıştı. Caitlin, onun sırtındaki, aralarından hala kan sızan yaraları gördü ve içinde derinlerde bir yerde birden bir gücün kendisine üstün gelmekte olduğunu hisetti. Aiden’ın ona öğretmiş olduğu şeyi, evrenle bir olma gücünü düşündü ve yine aniden derinlerde daha önce hiç bilmediği bir gücün kabardığını hissetti. Daima, öfkelendiği bir durum karşısında duyduğu gücü hissederdi ama bunun gibi bir gücü daha önce hiç mi hiç hissetmemişti. Bu farklıydı, yeni bir güçtü, ayaklarından bacaklarına doğru çıkıyor, gövdesinden kollarına ve parmak uçlarına yayılıyordu.

Bu iyileştirme gücüydü.

Caitlin gözlerini kapadı ve ileriye doğru uzanarak ellerini nazikçe Scarlet’in sırtına, izlerin olduğu yere koydu. Derin derin nefes aldı ve evrenin gücünü, Aiden’ın one verdiği bütün becelerileri geri çağırdı ve kıza beyaz ışık göndermeye odaklandı. Caitlin ellerinin gittikçe ısındığını ve içinden inanılmaz bir enerjinin dışarıya aktığını hissetti.

Caitlin tekrar gözlerini açtığında ne kadar zaman geçtiğinden emin değildi. Başını yukarı çevirdi, gözlerini yavaşça açtı ve Scarlet’in, hayretler içinde ona bakmakta olduğunu gördü. Caleb de dikkatle Caitlin’e bakıyordu ve o da hayrete düşmüştü.

Caitlin başını indirdi ve Scarlet’in yaralarının tamamen iyileşmiş olduğunu gördü.

Scarlet “Sen büyücü müsün?” diye sordu.

Caitlin gülümsedi. “Onun gibi bir şey.”

ALTINCI BÖLÜM

Sam, yanında Polly ile Britanya kırsalının üzerinde uçuyordu, ama aralarındaki mesafeyi de koruyordu. Kanatları sonuna kadar açıktı, fakat birbirlerine değecek kadar yakın değillerdi, çünkü ikisi de birbirinden biraz rahat olacakları şekilde uzak durmak istemişlerdi. Sam bunu, bu şekilde tercih etmişti ve Polly’nin de böyle isteyeceğini düşünmüştü. Polly’den hoşlanıyordu, gerçekten hoşlanıyordu. Fakat Kendra ile yaşadığı felaketin ardından uzun süre karşı cinsten hiç kimseyle yakınlaşmaya hazır değildi. Bir daha birine güvenmesi çok uzun zaman alabilirdi. Bu Polly’de olduğu gibi kız kardeşine bu kadar yakın biri olunca bile değişmiyordu.

Saatlerdir uçuyorlardı. Sam sabahın ilk ışıklarında aşağıya baktığında sonsuz bir şekilde uzanan çiftlik arazileri gördü. Yer yer küçük evler vardı ve bu güzel sonbahar gününde dahi taş bacalarından dumanlar yükseliyordu. Bazen bu evlerin bahçelerinde giysilere eğilmiş olan, iplere çarşaf asan insanlar görüyordu. Ama çok fazla ev yoktu. Bu kırsal kesim tamamen taşra görüntüsündeydi. Sam, artık hangi zamanda ve yerdelerse, bu zamanda şehirlerin olup olmadığını merak etti.

Sam’in nereye gideceği konusunda hiçbir fikri yoktu ve Polly de bu konuda çok fazla yardımcı olmamıştı. Yoğunlaşmak için ikisi de keskin vampir duyularını kullanmışlar, Caitlin’in nerede olabileceğini algılamak için Caitlin’le aralarındaki yakın bağlantıyı kullanmaya çalışmışlardı. İkisi de bu uçuş yönünde olabileceğini sezmişlerdi ve böylece saatlerdir uçuyorlardı. Fakat uçmaya başladıklarından bu yana, ne bir ipucu ne de onları doğrudan ona götürecek bir şey görmüşlerdi. Sam’in üçgüdüleri ona Caitlin’in büyük bir şehirde olduğunu söylüyordu, ama yüzlerce kilometreyi geride bırakmalarına rağmen şehre azıcık benzeyen bir yerin yanından geçmemişlerdi.

Tam Sam doğru yönü seçip seçmediklerini düşünmeye başlamıştı ki bir dönemeçten döndüler ve Sam uzakta gözlerinin önünde neyin serili olduğunu görünce şok oldu. Orada, ufukta gittikçe büyüyen bir şehir vardı. Hangi şehir olduğunu tanıyamıyordu ve yakınlaşsa dahi tanıyabileceğinden de emin değildi. Coğrafyası oldukça kötüydü, tarihi ise ondan da berbattı. Bütün bunların nedeni sürekli taşınmak, yanlış arkadaşlıklar yapmak ve okula önem vermemekti. Okul hayatında ortalama bir öğrenci olmuştu ama o, derece yapacak bir potansiyele sahip olduğunu biliyordu. Yetiştirilme tarzı göz önüne alındığında her şey onun için o kadar zor olmuştu ki, eğitimini umursayacak nedeni bile olmamıştı. Ama şimdi pişmandı.

Polly memnuniyetle ve gözlerine inanamayarak “Burası Londra,” diye bağırdı. “Aman Tanrım! Londra! Buna inanamıyorum. Buradayız! Gerçekten buradayız! Burada olmak ne kadar olağanüstü!” Heyecandan duramıyordu.

Sam iyi ki Polly var diye düşündü ve kendini hiç hissetmediği kadar aptal hissetti. Ondan öğrenecek çok şeyinin olduğunu fark etti.

Yaklaştıkça ve binalar görüş alanlarına girdikçe Sam mimari karşısında hayretler içinde kaldı. Bu kadar uzak mesafeden dahi gökyüzüne yükselen kilise kulelerini ve bunların şehri mızraklar ülkesi gibi öne çıkardıklarını görebiliyordu. Daha da yaklaştıklarında bütün kiliselerin ne kadar büyük ve görkemli olduklarını gördü ve hali hazırda çok eski görünmelerine şaşırdı. Bunlarla karşılaştırıldığında diğer bütün mimari gölgede kalıyordu.

Her şey görüş alanının içine girmeye başladığı zaman, kuvvetle Caitlin’in burada olduğunu hissetti ve bunun düşüncesi onu inanılmaz heyecanlandırarak içini ürpertti.

“Caitlin aşağılarda bir yerde!” diye bağırdı. “Bunu hissedebiliyorum.”

Polly bakıp gülümsedi. “Ben de!”

Sam bu zamana ve yere inmelerinden beri ilk defa nihayet kendini iyi hissetti, güçlü bir yön duygusu ve amaç duyumsadı. Sonunda doğru yoldaymış gibi hissetti.

Caitlin’in tehlikede olup olmadığını algılamaya çalıştı. Ne kadar uğraşsa da bir sonuç alamadı. Caitlin’i Notre Dame’a uçmadan hemen önce Paris’te gördüğü son defayı düşündü. Caleb denen o çocukla beraberdi. Acaba hala beraberler miydi diye merak etti. Caleb’le ya bir ya iki defa karşılaşmışlardı, ama ondan çok hoşlanmıştı. Caitlin’in onunla beraber olmasını ve onun Caitlin’e sahip çıkıyor olmasını diledi. Birlikte olmalarına dair içinde iyi hisler vardı.

Birden Polly aşağıya doğru pike yaptı, Sam’i uyarmadan çatıların üzerlerine doğru alçaldı. Ya Sam’in onu takip edip etmediği umrunda değildi ya da sadece takip ettiğini farz ediyordu. Sam kendisine bir uyarı vermesini ya da en azından alçalmakta olduğuna dair azıcık bir işaret verecek kadar onu önemsemesini diledi. Ama yine de bir yanı Polly’nin buna önem verdiğini hissetti. Acaba sadece elde edilmesini zorlaştırmaya mı çalışıyordu?

Cevabı ne olursa olsun Sam neden umursuyordu ki? Zor bir durum atlattığını ve şu anda kızlarla ilgilenmediğini kendine kabul ettirmemiş miydi?

Sam de alçalarak onun seviyesine indi. Şehirle aralarında çok az bir mesafe bırakarak uçtular. Ama Sam aynı zamanda biraz sola doğru yönünü değiştirdi ve böylece birbirlerinden daha uzak uçtular. Sam buna ne demeli diye düşündü.

Şehir merkezine yaklaştıklarında, Sam’in aklı başından gitti. Bu zaman ve yer çok farklıydı, o kadar farklıydı ki hayatında gördüğü, tecrübe ettiği hiçbir şeye benzemiyordu. Çatılara çok yakındı, eğilip onlara dokunabilecekmiş gibi hissetti. Binaların çoğu alçaktı, sadece birkaç kat vardı ve eğimli çatılarla yapılmışlardı. Çatıların üzeri ise devasa saman ya da saz yığınlarına benzeyen şeylerle örtülmüştü. Pek çok bina açık beyaz renge boyanmıştı ve üzerlerinde onları bir çerçeve içine alan kahverengi çizgiler vardı. Devasa, mermer ve kireç taşından kiliseler manzaradan yükselerek kendilerini gösteriyor ve diğer bütün yapılara baskın çıkıyorlardı. Orada burada saraya benzeyen başka birkaç büyük yapı da vardı. Sam bunların muhtemelen kraliyet konutları olduğunu tahmin etti.

Şehir şu an üzerinde uçmakta oldukları geniş bir nehirle ikiye ayrılmıştı. Nehir, her şekilde ve boyutta, gemi trafiği ile capcanlıydı. Sam yukardan sokaklara baktıkça, onların da oldukça hareketli olduğunu gördü. Aslında ne kadar hınca hınç dolu olmalarına inanamadı. Her yerde bir aşağı bir yukarı aceleyle giden insanlar vardı. Ne için bu kadar acele ediyor olabildiklerini hayal bile edemedi. Sanki internet, e-posta, faks ya da telefonları mı vardı da bu kadar acele ediyorlardı.

Ama şehrin diğer tarafı görece daha sakindi. Çamurlu yollar, nehir ve bütün o gemiler huzur dolu bir his veriyordu. Ne korna sesi vardı, ne aşırı hızla giden motosikletler ne de birbirini geçmeye çalışan arabalar, otobüsler ve tırlar. Her şey oldukça sakindi.

Sonra havaya doğru ani bir gürleme yükseldi.

Sam de Polly de hemen başlarını çevirdiler.

Yan tarafta koca bir stadyum gördüler. Mükemmel bir daire şeklinde inşa edilmiş ve birkaç kat yukarıya doğru yükseliyordu. Daha küçük olmasına rağmen Sam’e Roma Coliseum’unu hatırlattı.

Sam’in kuş bakışından, aşağıda koşturup duran ve çevresinde de pek çok başka küçük hayvanın koşturmakta olduğu bir tür koca bir hayvan varmış gibi geldi. Ne olduğunu tam olarak anlayamadı ama stadyumun, hepsi ayakta duran, alkışlayan ve bağıran binlerce insanla tıklım tıklım dolu olduğunu görebiliyordu.

İzlerken aniden vücudunda bir karıncalanma hissetti. Bunun neden olduğunu bilmiyordu ama birden orada Caitlin’in varlığını sezdi. Bu oldukça güçlüydü.

Polly’e “Kız kardeşim!” diye bağırdı. “Orada,” diyerek işaret etti. “Hissediyorum.”

Polly aşağı baktı ve kaşını çattı.

“Ben senin kadar emin değilim. Hiçbir şey hissetmiyorum.”

Başını başka tarafa döndürdü ve önlerinde belli belirsiz görünen köprüye işaret etti. “Ben orada olduğunu seziyorum.”

Sam işaret ettiği yere baktı ve nehrin iki yakasını birbirine bağlayan devasa bir köprü gördü. Köprünün her türden mağaza ile kaplı olduğunu fark edince şaşkına döndü. Daha çok yaklaştıklarında, pek çok mahkumun orada dar ağacına çekilmiş olduklarını, burunlarının boyunlarına asılmış olduğunu ve başlarında kukuleta olduğunu görünce şaşkınlığı bir kat daha arttı. Sanki tam idam edilmek üzerelerdi ve etraflarına büyük yığınlar toplanmıştı.

 

Sam “Tamam,” dedi ve aniden aşağıya pike yaparak tam köprüye doğru alçaldı. Polly’nin önüne geçebileceğini ve bu defa pike yapıp alçalan ilk kişinin kendi olabileceğini fark etmişti.

Sam köprünün üzerine indi, arkasını dönmedi ve dakikalar sonra Polly’nin birkaç metre arkasına inmiş olduğunu sezdi. Polly ona yetişti ve ikisi aralarındaki mesafeyi koruyarak yan yana yürüdüler. Sam ona bakmıyordu ve o da Sam’e bakmıyordu. Sam, ilişkilerini tam olarak profosyonel bir şekilde sürdürdüğü için kendiyle gurur duyuyordu. Görüntü itibariyle dahi aralarında azıcık bir yakınlık yoktu ve açıkçası ikisi de bunu istemişti.

Sam, köprünün manzarası karşısında büyülendi. Oldukça eziciydi, her yönden kendisine doğru pek çok uyaran geliyordu.

Bir adam ona “Derini parlatmak ister misin, evlat?” diye sordu ve yüzüne doğru bir parça ham deri tuttu. Adamın nefesi berbat kokuyordu. Sam hemen onun yolundan çekildi.

Sam Polly’e “Şimdi nereye gidiyoruz?” diye sordu.

Polly köprüyü taradı, Sam gibi o da Caitlin için her yere baktı. Ama hiçbir yerde ondan bir işaret yoktu.

Polly sonunda omuzunu silkti. “Bilmiyorum. Daha önce onun burada olduğunu hissettim ama şimdi…pek emin değilim.”

Sam döndü ve önce ufka doğru, ardından da geri stadyuma baktı.

“Ben onun orada, üzerinde uçtuğumuz stadyumda olduğunu hissetmiştim.”

“Tamam. Hadi o tarafa doğru gidelim. Ama istersen yürüyelim, çünkü belki köprünün üzerinde olabilir.”

Bütün bu satıcıların arasından köprünün üzerinde yürürken Polly yeniden neşelenmişe benziyor, yavaş yavaş yine eğlenceli haline bürünüyordu. “Bütün bu insanların giyim tarzına bir bak! Neler giyiyorlar! İnanılmaz değil mi? Ben böyle şeyler giyeceğimi hayal bile edemiyorum, ama bunların işlevselliğini de görebiliyorum. Zaten hiç anlamıyorum, giyim tarzları nasıl olup da ortaya çıkıyor? Yani demek istiyorum ki nasıl nesilden nesile değişiyor? Çok çılgınca değil mi? Ve düşünüyorumda, eğer ben bu zamanda yaşasaydım, yani bu insanlardan biri olsaydım, acaba ne renk giyerdim…”

Sam içini çekti. Polly yeniden konuşmaya başlamıştı ve Sam şimdi onu durduracak bir şeyin olmadığını da biliyordu. Kendi içinden Polly’i duymamazlıktan geldi.

Yürüdükçe Sam Caitlin’den bir işaret arayarak köprüdeki bütün yüzleri taradı. Onu ikinci defa göreceğini düşünüp duruyor ama sadece hayal kırıklığı ile karşılaşıyordu. Bir yerde, arkadan tam Caitlin’e benzeyen bir kız gördü ve omzundan yakaladı.

“Caitlin!” diye bağırdı.

Ama kız dönünce Sam o olmadığını anlayarak utandı; kız Sam’e garip bir şekilde baktı ve uzaklaştı.

Kısa sürede köprüyü geçip bir araziye geldiler. Sam, üzerinde “Southwark” yazan kocaman bir tabela fark etti. Sağa, daha önce gördüğü stadyumun olduğu yere doğru döndü.

Üzerinde “Clink Sokağı,” yazan bir sokaktan aşağı doğru yürümeye başladılar ve büyük bir hapistanenin önünden geçtiler. Bir gürleme daha duydular ve bu defa Sam, Caitlin’in orada olduğundan emin oldu. Caitlin. Kız kardeşi. Sadece birkaç metre ötedeydi.

Adımlarını hızlandırdılar ve tam köşeyi dönmüşlerdi ki Sam gördüğü manzara karşısında kendinden geçti: önlerinde kocaman bir stadyum duruyordu ve önünde binlerce insan yığılmıştı. Zalim, kaba görünüşlü insanlardı bunlar—hepsi aceleyle içeri girip çıkıyorlardı.

Sam durdu ve Polly’e döndü. Polly şaşırmış bir halde durup bakıyordu.

Sam ona “Caitlin’in içerde olduğunu hissediyorum,” dedi. “Kontrol etmek ister misin?”

Polly dehşete kapılmış bir şekilde gözlerini kalabalığa dikmişti.

“Bu insanlar bir yıldır banyo yapmamış gibi gözüküyor,” dedi. “Ve giyim tarzları hiç olmasa da olurdu.”

Kocaman, terli bir adam yanlarından geçti. Üzerinde hiçbir şey yoktu ve kollarının her yanı kıl doluydu. Polly’nin koluna sürtündü ve terini ona bulaştırdı. Polly kızgın bir şekilde kolunu sildi.

“İğrenç.”

Sam de iğrendi.

Polly “Bilmiyorum,” dedi. “Orada olduğunu hissetmiyorum ve ayrıca bu yere dair içimde hiç iyi hisler uyanmıyor.”

Sam yüzleri taradı. “Başka fikrin var mı?” diye sordu.

Birkaç saniye Polly’nin gözlerini kapadığını gördü. Sonunda Polly gözlerini açtı, canı sıkılmış gibi görünüyordu.

“Yok.”

“O zaman hadi içeri bir bakalım. Kaybedecek neyimiz var ki?”

*

Büyük, üstü açık, kemerli girişten stadyumun içine doğru yürürlerken Sam tetikteydi. Bu ona Roma Coliseum’una girişini hatırlattı, ama burası daha küçüktü.

Havadaki elektrik oldukça hissedilirdi. Önlerinde, göz hizasında, dairesel, toprak bir yer vardı; etrafı ahşap oturma yerleriyle çevriliydi ve dik bir şekilde birkaç kat yükseliyordu. Bu hınca hınç dolu yerde boş tek bir yer yoktu ve zaten herkes ayakta duruyordu. İnsanlar neredeyse birbirlerini ezercesine birbirlerine yakındılar, ahşap korkulukların üzerine eğilmişler ve ciğerlerini patlatırcasına bağırıyorlardı.

Sam neye bu kadar bağırdıklarını görmek için aşağıya baktı ve toprak zeminin ortasında kocaman, kahverengi bir ayının bir direğe bağlanmış olduğunu gördü. Arka bacağına kenetlenmiş üç metrelik metal bir zincirle bu direğe sabitlenmişti. Ayı kızgındı ve kükrüyordu; sertbest kalmaya çalışıyor ama yaptığı şeyler bir işe yaramıyordu.

Ayı daireler çizerek ileri geri koşuyor ve bütün gücüyle zincirini birden hızla çekiyordu, ama nafileydi. Ayı, serbest kalmaya çalıştığı her defasında kalabalık heyecanlanmış görünüyor, bağırıyor ve ayıyı yuhalıyordu. Sam yüzleri tarayarak yakından baktı ve çoğunun günün ortasında sarhoş olduğunu gördü. Ellerindeki cep şişelerini sıkı sıkı tutuyorlardı.

Oldukları yer de kalabalıktı. Girişte, yüzlerce insan sıralanmış, omuz omuzalardı ve Sam ve Polly’e dirsek atıyorlardı. Polly daha önce Sam’le aralarındaki mesafeyi korumuş olmasına rağmen, bu sefer yaklaştı ve neredeyse gergin görünüyordu.

Sam, daha iyi görebilsinler diye insanları iterek öne doğru kendilerine yol açtı. Dikkatle bütün yüzleri taradı, herhangi bir yerde Caitlin’i fark edebilir mi diye bakmaya çalıştı. Ama her yan oldukça karışıktı ve havada çok fazla enerji vardı. Duyularının devre dışı kalmaya başladığını hissetti. Caitlin’i hiçbir yerde göremiyordu ve şimdi de en başta doğru yere gelip gelmedikleri konusunda kaygılanmaya başladı. Belki buraya gelmekle hata yapmıştı. Belki Polly haklıydı.

Sam aynı zamanda bütün bu insanların bir direğe zincirlenmiş bir ayıyı izlemekle neden bu kadar heyecanlandıklarını anlayamıyordu.

Ve sonra gösteri başladı.

Bir trampet çaldı ve stadyumun her yanından pek çok gizli kapı açıldı. Mükemmel bir çember halinde bir düzine av köpeği dışarı salındı. Hepsi doğruca ayıya hücum etti. Sam buna inanamıyordu.

Köpekler, doğruca ayıyı hedef alarak pençelerini ve dişlerini sonuna kadar açmış havada oldukça yükseğe sıçrıyorlardı. Ayıya ulaşan ilk köpek dişlerini ayının arka bacağına batırdı.

Ayı öfkeyle etrafında döndü ve bir pençe vuruşuyla köpeği üzerinden attı. Ayının devasa pençesi köpeği ikiye böldü ve köpek ölü bir halde yere uzandı.

Kalabalık onaylayarak gürledi.

Diğer köpekler her yönden ayıya saldırdılar ve ayı da acımasızca karşı koydu. Isırarak ve pençe atarak ayıya zarar verdiler; diğer yandan ayıysa tek bir ısırışla çoğunu ara öldürerek ara da yaralayarak onlara daha fazla zarar verdi.

Bir ses “BAHİSLERİNİZİ OYNAYIN! BAHİSLERİNİZİ OYNAYIN!” diye bağırdı. Bir adam içi madeni paralarla dolu bir kese tutarak yürüyüp Sam ve Polly’i geçti ve boş elini insanlara açtı. O yürüdükçe, pek çok insan Sam’e sürtünerek adama doğru uzanıyor ve adamın eline çeşitli boyutlarda madeni para sıkıştırıyordu. Adam bu paraları kesesine sokuşturuyor ve para verenlere uzanıp karşılığında bilet veriyordu.

Bir adam “Köpekler için yirmi peni!” diye bağırdı ve para toplayan adamın eline bir bozukluk fırlattı.

Başka bir adam “Ayıya iki pound,” diye bağırdı.

Bahisleri alan adam Sam ve Polly’nin önünde durdu, onlara bakarak elini uzattı. “Genç çift bahis oynayacak mı?” diye sordu.

Sam utandı, Polly’e baktı ve Polly de aynı şekilde utanarak yüzünü yana çevirdi.

Yüzü kızararak “Biz çift değiliz,” diye düzeltti.

Ama adamın umursadığı yoktu. Bahis yatırmayacaklarını alayınca yoluna devam etti.

Бесплатный фрагмент закончился. Хотите читать дальше?
Купите 3 книги одновременно и выберите четвёртую в подарок!

Чтобы воспользоваться акцией, добавьте нужные книги в корзину. Сделать это можно на странице каждой книги, либо в общем списке:

  1. Нажмите на многоточие
    рядом с книгой
  2. Выберите пункт
    «Добавить в корзину»